Sabri Dişli
18 Ocak 2008
Baharda gelirdi bu can sıkıntısı, ya da son baharda… Bir ağırlıktır çökerdi üstüme kabus gibi…
Hiçbir şeyden haz alamama durumu yani…
Bu yıl erken geldi… Beynim parmaklarıma, parmaklarım klavyeye uzanacak emri vermiyor bir türlü…
Ya da her gün aynı şeyleri yazmaktan bıktım. Bilemiyorum. Zorlamakla da olmuyor. Her gün konuları kenger sakızı gibi çiğneyip, çiğneyip uzatmanın da bir âlemi yok…
Üşençti durumlarda en doğru karar yazmamaktır. Derken, Edebiyat öğretmeni Usta kalem Mustafa Acar hocamın yazısı hızır gibi yetişti. Yazının akıcılığını bozmamak amacıyla, yorumlamadan olduğu gibi sizinle paylaşmak istiyorum.
******
URFA AğZI
“Bu dil ağzımda anamın ak sütüdür!” Diyordu şair (C. Sıtkı Tarancı), Türkçe’yi kastederek. Ben bu güzel söyleyişi, özele indirgiyor ve “ak süt” sıfatını ‘Urfa Ağzı’na hasrediyorum! Bu ‘ünvan’, öncelikle benim ‘ağzıma layık’ çünkü!
Urfa’da konuşulan Türkçe (Urfa Ağzı), Türkçe’nin en güzel şivesinin (Azeri şivesi) farklı bir coğrafyada, zengin bir müzikalite ve anlamla mezcolmuş mükemmel bir terkibidir. Yüzyıllar içinde ortaya çıkan bu terkip, gerek telaffuzu, gerek deyişleri (=deyimleri, atasözleri) ve gerekse kelime dağarcığıyla ıstanbul Türkçesiyle kıyaslanamayacak ölçüde zengin ve mahirdir bence! (Buradaki ‘bence’ tevazu gereği kullanıldı!)
Konuyu, yazının hacmi nedeniyle kısıtlı örneklerle açalım:
Urfa Ağzı, telaffuz ve vurgu bakımlarından, Türkçe’nin diğer ağızlarından kesinkes farklıdır (=zengindir). Ve bu farklılıklar, bilimsel bir nazarla bakıldığında, Urfa Ağzına, doğal olarak diğer ağızlara kıyasla ahenk ve ifade yeteneği bakımlarından bariz bir üstünlük kazandırır. Urfa Ağzı, yalnızca şiirsel çağrışımlar yapan seslere sahip değildir; sözcük dağarcığı ve cümle yapısı itibariyle de zengindir!
Bunda, yaşadığı coğrafyanın tarihinden gelen kültürel zenginliğin payı da vardır: Çünkü Urfa Ağzı, hem Arapça’dan, hem de Farsça’dan mülhemdir! Zannımca bu iki dil, “haddeden geçerek” bir başka dili, Türkçe’nin en güzel şivesinin (Azerice) en güzel ağzını (Urfa Ağzı) beslemiştir! Kelime dağarcığındaki zenginlik de üç dilin muazzam bir terkibi olmasından gelir!
Fakat Urfa Ağzı bu bağlamda Osmanlıca ile karıştırılmamalıdır: Osmanlıca üç dilden ‘mülhem’ bir dil değildi; üç dilden ‘mürekkep’ti! Osmanlıcada, çoğu zaman yalnızca yüklem Türkçe’ydi. Diğer öğelerin hemen hemen hepsi Farsça yahut Arapçaydı! Oysa Urfa Ağzı öyle değildir; yer yer Arapça, Farsça sözcükler barındırmakla birlikte, öz Türkçedir!
Urfa Ağzı sözcük hazinesi ve söz dizimi itibariyle zengindir, dedik. Örnekler çok….ışte Urfa Ağzı’nın kelime dağarcığındaki zenginliğe ilişkin birkaç ‘kanıt’:
‘Teşir’am’ (Teşhirü’l-‘am= millete göstermelik, rezil-rüsva olmak) gibi…
Urfa Ağzına Arapça’dan giren çoğu sözcük veya terkip, bir Arab’ın anlayamayacağı kadar millileşmiştir. “Xulx” sözcüğü de Arapça orijinlidir ve ‘huy, tabiat, yaratılış’ anlamlarına gelir. Fakat Urfa Ağzındaki karşılığı hiç de böyle değildir! Bu kavramları çağrıştırmakla birlikte tamamen başka bir anlamda kullanılır ve bu haliyle sözcüğün ıstanbul Türkçesinde tam bir karşılığı yoktur!
Kullanılışına bir örnek:
“Xeste bellemağa gidecağam; hamma héç xulxım yox!” (Hasta ziyaretine gideceğim, ama hiç enerjim/ sabrım/ tahammülüm yok.)
Bir başka ithal ve ama ‘milli’ sözcüğümüz: “Dubbıx”. (Aslen Arapça olan bu sözcük, ham derinin yapış yapışlığı anlamındadır.)
ıstanbul Türkçesinde tek sözcükle karşılığı yoktur:
“Eliy dubbıx olmış, qax yaxa!” (Elin yapış yapış olmuş, kalk yıka!)Burada söz konusu olan ‘yapış yapışlık’, elin tatlı bir yiyeceğe değmesi sonucu oluşmuştur. Kişinin eli yağa bulaşmış olsaydı o zaman şöyle derdi:
“Eliy zifir olmış, qax yaxa!”
Ve ‘ciyp’ edatı… Hadi tek bir karşılık bulun bakalım! “Cébinde metelik yox, ciyp dügün yapiy.”
Türkiye Türkçesi’nde yer almayan deyişleri vardır Urfa ağzının.
Bunlar, özgün olmanın ötesinde özlü ve çoğu zaman şiirsel anlatımlardır.
Mesela, bencilliğin bu denli yalın ve ‘özlü’ anlatıldığı başka bir ifade biliyor musunuz: “Biye yox içine pox…”
(Hani Akif Paşa; “Ber-murad olmayıcak yere geçsin bu alem”, demiş ya, bu da onun ‘Urfalıca’ söyleyişi:)
Bencillik devam ediyor: “Ben déyem seqqelim yaniy, o déyi dur cığaramı yandırım!”
(Ben; ‘sakalım yanıyor’, diyorum, O ise; ‘dur sigaramı yakayım’ diyor!)
Akılsızlığı, aşağıdakine benzer bir istiareyle ifade edebilen başka bir deyim biliyor musunuz:“Çirpisi séyrek!”
Sıra aptallıkta: “Daşçı éşşegi!”
Peki siz şunun gibi bir bahtsızlık gördünüz mü:“Bulamaç yirken, dişimiz qırıliy!”
Amacı, niyeti başka olan insanlara ne söylenir “Mexsedı çimmax degil, dellegı dögmax!”
(Maksadı yıkanmak değil, tellakı dövmek!) Urfa’lılar duyarsızlığı/rahatlığı nasıl eleştirirler sizce:
“Ağa kelle yimiş!” Yahut da; “zéyt içmiş!” (Zeytinyağı içmiş!)
Peki ya şu çaresizlik başka hangi dilde/ağızda bu kadar güzel ifade bulmuştur:: “ıngilde ki ölesen!”
*
Atasözleri vardır Urfa Ağzının… O atasözleri ki, dünya üzerindeki en büyük kültürlerle boy ölçüşebilecek felsefi bir arkaplana sahiptir.
ışte aklıma gelen birkaç örnek: “Dabbax sevdığı postu yérden yére vurır!” (Acemi sevgilerdeki hoyrat davranışları bu kadar güzel anlatan başka bir söz var mıdır? Hangimiz sevdiklerimizi, bilerek ya da bilmeyerek yerden yere vurmuyoruz! Hangimiz yıpratmıyoruz en yakınımızdakileri! Sevdiklerimizin talihsizliği şu ki, post kadar hissiz değiller!)
ınatçılığın şu harika ifadesine bakın bir: “Géçı geberse quyrığını éndırmez!” (Keçi ölse de kuyruğunu indirmez!)
Size tilkinin aslında itaatkâr bir masum olduğunu söylesem inanır mısınız: “Tilkiye démişler tavux yayar mısan, démiş ağé hangi emrizden géri qaldıx!”
Büyük ve engin deneyimlerdir ki, zamanlar üstü doğruları anlatır. ışte bunlardan biri: “Zengin adam olmaz, adam zengin olmaz!” (‘Servet hırsızlıktır’, demişti ünlü bir düşünür (K. Marx), Urfalılardan çok sonra!)
*
Urfa’da yüzlerce yıllık dualar, beddualar vardır. Bunlar da Urfalının konuşmasına hayat katarlar yer yer, ölümü anlatsalar da: “Dört gişinin çininde gelesen!” (Dört kişinin omzunda –tabut içinde- gelesin!)
“Allah senı ala, deligine tepe!” (Allah seni mezara soksun!) “Canidan bizar olasan!” (Canından yılasın/bıkasın!)
Ve insanı yaşatan en güzel sözler de çıkar Urfa Ağzından.
Sevdiğinize şu sözden öte nasıl bir iyilik dilersiniz: “Dırnağiy daşa degmiye!” (Tırnağın taşa değmeye!)
Bazı sözcüklerde sesler yer değiştirir ve ama bunlar daha bir güzellik katar söyleyişe: Bekli (Belki) Çölmek (çömlek)Seklim (Sanki)…
Bu kitabı yazarken gramer konularına girmemeye özellikle çalıştım. Çünkü ötedenberi, (Türkoloji eğitimi almama rağmen) gramer öğreniminin kişiye dil zevk ve estetiği kazandırdığı kanaatinde olmadım. ‘Konsonant’ların, ‘ünlü/ünsüz değişimi’ gibi dilbilgisi konularının irdelendiği ‘bilimsel’ eserler incelendiğinde, ne denli yavan ve yersiz oldukları görülecektir. (Okuyucu, ‘bilimsel eser’ diye yıllardır insanımıza yutturulan çoğu taklit, bir kısmı ise irtihal olan ve okunduğunda insana gına getiren eserleri incelerse, ‘bilimsel’ olmaktan neden kaçındığımı daha iyi anlayacaktır.)
Gramerden kaçınmam, bu kitabın Urfa Ağzının cümle yapısına yahut söz dizimine ilişkin bilgi vermediği sonucunu doğurmaz; dikkatli okuyucu, araya aldığım diyaloglardan yola çıkarak, ‘Urfalıca’nın gramerine ilişkin sağlam fikirler edinebilir.
Bu eser özgün bir ‘derleme’ çalışmasıdır yalnızca; amacım, insanımızın kendi dilini olabildiğince eğlenceli bir atmosfer içinde, yani zevkle okumasını/konuşmasını sağlamaktır.
*
Urfa atasözü, deyim ve sözcüklerine etimolojik açıdan yaklaşmadım. Bu nedenle bütün sözcüklerin orijinini belirtmedim. Bizi/Urfalıları ilgilendiren, geçmişte veya bugün için kullandığımız sözcüklerin mütedavil şekilleridir, diye düşündüm. Örneğin, “elle’em” sözcüğünün Arapça “Allahu’alem”den geldiğini bilmek her zaman önemli ve/veya anlamlı değildir. Önemli olan bu sözcüğün nerede, nasıl kullanıldığını, yani manasını bilmektir. Fakat yine de kökeni merak edilebilecek bazı sözcüklerin orijinini belirttim.
Ele aldığım sözcüklerin bir kısmı Urfa argosuna aittir. Fakat bunları her zaman belirtme gereği duymadım. Çünkü ‘argo’ dediğimiz sözcük de nihayet dili tamamlayan önemli bir uzuvdur ve çoğu zaman kitlelerce kullanılır.
*
Urfa Ağzını yazarken karşılaştığım zorluklardan biri de alfabe sorunuydu. Arap hançeresinden etkilenen bir ağzın yazıya dökülmesi tahmin edileceği gibi hayli zordur ve Türkiye Türkçesi alfabesinin hudutları dışında kalır. Bu sorunu basit bir yöntemle çözmeye çalıştım. şöyle ki:
Alfabemizde olmayan ve ama Urfa Ağzında çok sık rastlanan ‘ayın’ (?) harfini, geçtiği yerin üstüne bir kesik atarak (apostrof) karşıladım. ıki ‘k’dan birini (kaf) ‘Q’ ile; ‘hı’ harfini ‘X’ ile, kapalı ‘e’yi ise ‘é’ ile vermeye çalıştım.
Bazı deyimleri ele alırken, nötr ve mastar halleriyle değil, mütedavil şekilleriyle kullandık. Yani belirli bir şahsa ve zamana bağlı olmasına dikkat ettik. Misal; ‘karamor olmak’ şeklinde değil de, ‘qaramor olaydı’ şeklinde ele aldık. Çünkü bu deyimin Urfa Ağzındaki kullanımı başka şekilde karşımıza çıkmaz.
*
Bir kısım atasözü, deyim veya sözcüklere bazı diyaloglar eklenmiştir. Bundaki amacım, kitabı eğlenceli hale getirmekten öte, sözlerin daha kolay anlaşılmasını sağlamaktır. Bunlara küçük ‘Urfa enstantaneleri’ de diyebiliriz. Zannımca çalışmamız, bu yönüyle bir parça ‘tiyatral’ bir hava kazanmıştır!
Bu çalışmada ele alınan atasözleri, deyim veya sözcükler, Urfa’da, ötedenberi kullanılagelen ve çoğunlukla Urfa’ya özgü sözcüklerdir. Ancak tahmin edilir ki, bu söz veya sözcüklerin bir kısmı Türkiye Türkçesinin Urfa dışında kalan ağızlarında da kullanılmaktadır. Mesela; ‘yemeyenin malını yerler’ atasözü, Türkçenin konuşulduğu her yerde kullanılır. Fakat Urfa Ağzındaki kullanışı diksiyon itibariyle farklıdır; ‘‘yimiyenin malını yirler’. ışte bu nüansı belirtmek için bu gibi sözlerden bazılarını (hepsini değil) kitaba dahil ettim. Bunun sebebi, yalnızca söyleyiş farkını göstermek değil; gelecek kuşakların Urfa kültürünü, genel Türk kültürüyle mezc ederek öğrenmelerine katkı sağlamaktır.
Bu eser; konuyla ilgili yakın geçmişte ortaya konmuş pek çok çalışmaya rağmen Urfa kültür tarihinde halen bir gedik olarak karşımızda duran önemli bir boşluğu kapatmayı hedeflemektedir. Bunu ne ölçüde başaracağı bir yana, sözünü ettiğimiz şey, içinde yaşadığımız coğrafyanın ne denli büyük ve münbit olduğuna işarettir!
Bu çalışmayı yaparken, değerli insan Selahaddin Eyyubi Güler aracılığıyla bazı kaynaklara ulaştım. Bunların en önemlileri Kemal Edip beyin ‘Urfa Ağzı’ çalışmasıyla, Emin Ergin beyin ‘Urfa Ağzı Sözlüğü’ adlı kitabıydı. ıkisini de saygıyla anıyorum.
*
Dil, insanın en önemli eseri.Dilsiz insan (bundan, engelli insanları kastetmiyorum) hayvana yakın durur.
ınsanlığın en büyük eseri olan dil, tarih boyunca büyük işler yapmıştır; bugün içinde soluk aldığımız insanlık hanesini inşa etmek gibi… Eğer bugün insan olarak kalabilmişsek; Filistin’de zalime taş atan çocuğa saygı; Bağdat’ta tecavüzcü Amerikalıya nefret duyuyorsak, bunu, Mehmed Akif’ten Nazım’a uzanan sese borçluyuz.
Bir görüş:
Cumhuriyet kurulduğunda, Türkiye Türkçesi olarak, ıstanbul Ağzı değil de, faraza Urfa Ağzı kabul edilseydi, çağdaş Türkçe daha zengin olur, Türk dili daha büyük eserler ortaya koyardı!
*
Bu vesileyle, birkaç güzel insana, yapıp ettikleriyle Urfa’yı/dünyayı/hayatı güzelleştirdikleri için teşekkür etmek istiyorum;
Mesela, Urfa’nın bugüne kadar gördüğü en çalışkan Belediye Başkanı Eşref Fakıbaba’ya (ekibine değil, şahsına);
Mesela; tababet camiasının hamir-i mayesi kültür ve ünsiyyetle mezcolmuş ender kişiliklerinden Müslüm Sunay’a;
Urfa Ağzı çalışmalarımı titiz kalemiyle düzenleyen değerli araştırmacı Selahattin Güler’e;
Naif ve mütevazı insan Müslüm şahapoğlu’na;
Maarif ordusunun güzide neferlerinden şair ıbrahim Tezölmez’e;
Değerli dostum şefik Küçükoğlu’na; Tanımakla zenginleştiğim Mehmet Kuşçuoğlu’na; Mizah ve hiciv vadisinin değerli kalemi Sabri Dişli’ye teşekkür ediyorum, varolsunlar! M. Acar