Reşat Kızılateş
18 Aralık 2009
Yaşadığımız bu şehri ne kadar tanıyoruz? Ne kadar özümseyebiliyor, ne kadar derinlerine inebiliyoruz. Sağda solda, apartmanlar arasında gözümüze çarpan eski yapılar bizde ne gibi hisler uyandırıyor. Lüks cafe ve eğlence merkezlerinden ziyade, bizi bugünlere getiren değerleri ne kadar görmek istiyor, büyük bir millet olduğumuzun farkına sadece Yeşilçam filmlerinde mi varmak istiyoruz?
Tarih bilinci, büyük milletleri büyük yapan nedenlerin başında gelir. Lakin tarih sadece kitap dolusu bilgiden ibaret değildir. Evet, tarih okuyabildiğimiz kadar öğrenilir ama görebildiğimiz kadarda gerçektir.
Urfa’nın merkezinde, her gün günlük koşuşturmacalar içerisinde önünden yüzlerce insanın geçtiği ve çok göz önünde olmasa, duvarlarına çoktan sprey boyalarla gençlerin aşklarını ilan etmiş olacağı eserler vardır. Yanlarında yükselen apartmanlara inat ihtişamlarından hiçbir şey kaybetmeyen, yani bizim bildiğimiz adıyla Tarihi Eserlerimiz.
Dünya kültürü içerisinde çok ayrı bir yeri olan Şanlıurfa, birçok insan için sadece bir şehir, bazıları içinse insanlığın ortaya çıkış mekanıdır. Fakat mimarisi ve süslemesiyle günümüzde hala (bizlerce olmasa da) binlerce yabancının ilgisini çeken bu abidevi eserler, sanatın ve mimarinin çok ötesinde, bir devletin en zor dönemlerinde, o devleti kuran milletin, zekâsının, azminin, devlet anlayışının ve haykırışının bir simgesidir.
Dini mimarinin yanında sivil mimari örneklerinde de oldukçal sanatsal yapıları bünyesinde barındıran kentte süsleme anlamında Stilize motifler, kaynağı Orta Asya Türk sanatına kadar giden palmet, rumi ve lotus üçlemesinin bir arada ve ayrı ayrı uygulanışından oluşurken, natüralist bitkisel motiflerin en dikkat çekicisi, Osmanlının geç dönemi diye tabir edilen 1900’lü yıllarda kullanılan natüralist bitki motifleridir
Büyük milletler için bir sanat eseri, sadece bir sanat eseri değildir, bir süsleme her zaman sadece estetik kaygılar taşımaz. Bir ressam tablosuna ruh halini yansıtmaktan kendini ne kadar alıkoyabilirse bir devlette sanatında mesaj kaygısını gütmekten o kadar kaçınabilir. Selçuklular 1250’li yıllardan sonra, Moğolların Anadolu istilası sırasında yok ettikleri sayısız kütüphaneyi, iki yüzyıllık Türk toprağının dört bir yanına inşa ettikleri ilim yuvalarıyla anmışlardır. İnşa edilen her eser karanlığa okunan meydanın birer meşalesi olmuştur. Bu meşalelerin en anlamlısı şüphesiz Urfa’da yakılmıştır.
Meşalelerin hiç sönmemesi dileğiyle…