Reşat Kızılateş
17 Ocak 2008
Feodal yapının, toprak ağalığının Urfa’nın gelişmesine engel olduğu, Türkiye’de demokrasiye geçişte bu yapının ayak direttiği, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yıllarca gücünü koruduğu ve demokrasinin geciktirilmesinde büyük oranda başarılı olduğu bilinen bir gerçek…
Geçmiş yıllarda Urfa Barosu’nun düzenlediği bir panelde konuşan Prof.Dr. Baskın Oran’ın deyimiyle : “AB’ye girmenin en önemli şartı demokrasi! Demokrasinin ise en önemli engellerinden biri Feodal yapıdır..!”
Urfa’nın bugün her yönden geri kalmasının başta gelen sebeplerinden biri hiç şüphesiz feodal yapının hala toplumun büyük kesimine hakim olmasıdır.
Türkiye’de ağalık sistemi 1970’lerden itibaren hızlı bir çözülme sürecine girmiş ancak Urfa’da diğer bölgelere nazaran bu çözülme daha ağır bir seyir izlemiştir.
şunu peşinen söylemekte fayda var!
Bugün bir aşiret mensubu olup, demokrasiyi içine sindiren insanlar da var! Yakın çevremde bizzat gözlemlediğim kendini halktan biri olarak gören ve ‘bey’liği sembolik olarak kullanan insanların varlığı da mevcut…
Ancak bu tespit, Urfa’da feodal yapının olmadığı anlamına gelmiyor!
Bugün Urfa, Türkiye’deki feodal yapının en somut örneği olarak yerinde durmaktadır.
Urfa’da feodalizm, kendini geri kalmışlık, kan davası, töre, gelir dengesizliği olarak göstermektedir.
Urfa’da yeterli çözülmenin görülmemesinin bir çok sebebi var. Aslında bu sebepleri çoğaltan yine sistemin kendisidir diyebiliriz. Her türlü geri kalmışlık bu sistemin gıdası durumundadır. Geri kalmışlık ağalık sistemini, ağalık sistemi de geri kalmışlığı beslemektedir.
Ağalık sistemi Osmanlı Devlet Teşkilatının bozulmasıyla başlamış, Cumhuriyet Döneminde devam etmiş, çok partili sisteme geçişle birlikte çözülmesi gerekirken tam tersine güçlenmiştir.
Bazı dönemlerde toprak reformu girişimleri olmuş ancak baskı ve oy kaygılarıyla bundan vazgeçilmiştir…
Urfa’daki feodal beylerinin karekteristik özellikleri var! Doğan Avcıoğlu,Türkiye’nin Düzeni isimli kitabında bakın ne diyor bu konuda ; “Beyler ve ağalar, köylüyü tam bir çember içine almışlardır. Köylü yalnız ekonomik olarak değil, bütün yaşantısıyla denetim altındadır… şehirde avukat, parti başkanı ve milletvekili genelde ağa, bey, şeyh ailelerinden kişilerdir…. Mahalli küçük memurlar, genellikle onların adamlarıdır. Yüksek memurlar onların politik baskısı altındadır…”(age.ıkinci Kitap S.661)
Gerçekten de Urfa’ya atanan yüksek memurların büyük bölümü ilk önce bu kişilerle tanışır, davet ve toplantılarında onlara yer verir, sık sık onlarla bir araya gelirler.
Bu yeni bir durum değildir. Yıllardır bu böyledir.
Daha işin başında onlara farklı bir statü verilmiştir.
Onların farklı bir statüde görülmesi feodal ilişkiler sonucu elde ettiği güç sayesindedir. Öyleki yıllarca bu güç sayesinde devlet dairelerinde işleri çabucak görülmüş, istedikleri her kapı kendilerine açılmış, merkezi yönetim ve siyasi partiler nezdinde her dedikleri yerine getirilmiştir…
Sıradan vatandaş olmayı bir çoğu içlerine sindirememiştir…
Toplum içinde hep baş köşeye oturtulmak onları mutlu etmiş, topraktan gelen gelirlerini arttırma ve yeni yatırımlara yönelme yerine, saygınlıklarını sürdürmek için bol keseden harcamalarda bulunmuşlardır.
Elde edilen gelirin yatırıma dönüştürülmemesi bölgede kapitalizmin ve bilinçli bir işçi kesiminin oluşmasına engel olmuş, bu da demokrasinin yerleşmesi için gerekli olan güçlü muhalefetlerin oluşumunu ciddi bir şekilde frenlemiştir…
Bugün demokrasimiz eğer mehter takımı gibi ilerliyorsa hiç kuşkusuz bunun temel sebeplerinden biri de bu feodal yapının hantal varlığıdır.
Demokrasiyi içine sindiren büyük aşiret mensuplarına sözümüz yok! Onlar zaten kendilerini bu anlattığımız sistemin içinde görmüyorlardır…
Burada söz konusu edilen cahillik, geri kalmışlık, sömürü, kanunlara direnme, kan davası gibi çağdışı uygulamalar içinde olan Urfa Tipi feodalite ve bunun sonucu olarak bu güzel memleketin istenilen yerde olmayışıdır…