İbrahim Halil Okuyan
17 Temmuz 2009
Çok eskiden köyün birin de bir yaşlı evliya ve fukara oğlu yaşarmış.
Bu köyün hemen karşısın da da çok ama çok yüksek bir de dağ varmış.
Ve bu dağın tam tepesin de için de bir yılan bulunan bir kuyu var imiş.
Ne zaman bu yaşlı evliyanın başı derde girse bu yılanın yanına gider ve yılan da ona bir altın lira verirmiş gel zaman git zaman artık yaşlı adam oraya çıkamaz hale gelmiş.
Ve bir gün oğlunu yanına çağırmış ve demiş ki bak oğlum o dağın tepesin de bir kuyu var oraya git kuyudan bir yılan çıkacak benim oğlum olduğunu söyle
ve sana vereceği emaneti al ve bana getir demiş.
Oğlu da tamam baba deyip koyulmuş yola kuyunun başına gelince yılan çıkmış oğlan anlatmış her şeyi
yılan da uyuya inmiş ve bir altın vererek bunu babana götür demiş.
Oğlan da içinden söyle düşünmüş eğer ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki bütün altınları alır ve çok zengin olurum demiş.
Ve yerden aldığı bir taşı yılana fırlatmış taş yılanın kuyruğuna gelmiş ve can havliyle oğlanı ısırmış derken
epey zaman sonra oğlan zehirlenerek ölmüş, adam iyileşmiş ve doğru yılanın yanına gitmiş.
Her şeyden haberi olan adam, başlamış yılana anlatmaya işte öyleydi böyleydi o cahildi falan
filan demeye ve demiş ki gel tekrar eskisi gibi dost olalım.
Yılan şöyle cevap vermiş
“yooooookkkkkk olmazzzzzzzzz bende bu kuyruk acısı sende de bu evlat acısı varken biz artık dost olamayız”
İşte öykü bu.
Kısa ama ders alınacak çök şey var içinde.
Doğada böyle, onu geleceği düşünmeden hoyratça kirletiyoruz ama son pişmanlık fayda vermez.
Balıkları daha küçükken avlanma yasağı varken avlatabilirsin ama sonra yiyecek balık bulamasın.
Sulamada suyu ve ilaçlamayı fazla yaparsan o binlerce yılda oluşan toprağı tuzlandırır sonra başına vurursun ne yaptım diye.
Yıllardır bir arada yaşayan insanları etnik köken, dini inanç yönünden ötekileştirirsen kısaca hoşgörüyü yok edersen sonra eski günleri çok ararsın, ama derler ki o zaman:
“Geçti Bor’un pazarı sür eşşeği Niğde’ye”
Kimsede kuyruk acısı olmasın ki dostluklar devam etsin.
Saygılarımla.