Fuat Rastgeldi
27 Nisan 2011
İbrahim Tatlıses’in çok kısa zamanda şöhret olmasının sebepleri:
Birincisi: Eskiden radyo ve Televizyon devletin tekelindeydi. Özel Radyo ve Televizyon olmadığından vatandaş yapılan yayınları dinlemeye mecbur kalıyordu. Ses sanatçıları için de TRT’de okumak çok katı kurallara bağlıydı. Nota bilmeyen sanatçı TRT’ye giremez, Arabesk türkü okumak yasak vs. gibi. Ancak özel günlerde, mesela Urfa’nın Kurtuluş günü akşamı Belediyenin gönderdiği Urfalı sanatçılar Ankara radyosunda yarım saatlik bir program yaparlardı. Muzaffer Sarısözen’in “Yurttan Sesler” programında türkü okunurdu. O saati de vatandaş iple çekerdi. Diğer saatlerde çoğunlukla topluma hitap etmeyen Klasik Türk Müziği yayınlanırdı. Örneğin Yasari Asım Ersoy’un Sultanı Yegah makamı, ağır aksak şarkısı;
Biz heybeli’de her akşam mehtaba çıkardık
Sandalımız neşe dolar, zevke dalardık.
Bu şarkıdaki yaşantı kaç kişiye uyar? İstanbul’da olacaksın, zengin olacaksın, Heybeli adaya gideceksin, akşam mehtapta sandala bineceksin, şarkı-gazel söyleyerek zevk alacaksın ki, şarkı sözleri sana hitap etsin.
Başka bir örnek; Üçüncü Selim’in Bûselik makamında ağır semaisi;
Bir pûr cefâ hoş dilberdir.
Müptelâyım Hayri demdir.
Elbet gönül arzu eder
Şeftalisi her şeb terdir.
Yine bir örnek; Mustafa İtri Efendinin Segâh makamı yörük aksak şarkısı: (Söz: Nef-i gazeli)
Tüti-i mu’cize-güvem ne desem laf değil
Çerh ile söyleşemem, âyinesi saf değil
Bu şarkıların manasını anlamak için Osmanlı lügatına bakmak lazım.
Tercümesi;
Mucize gibi sözler söyleyen bir papağanım, laf değildir.
Felekle konuşamam. Çünkü onun aynası (Kalbi) temiz değildir.
Bu eserleri ancak belli bir zümre zevkle dinliyordu. Ama Orhan Gencebay ‘Bir teselli ver” dediği zaman milyonlarca kişiye uyuyor ve hitap ediyor. İster Arabesk olsun, ister notasız olsun, ister ne olursa olsun millet severek dinliyordu.
İkincisi: Türkiye’nin ilk nüfus sayımında vatandaşların % 25’si şehirde yaşıyordu. 31.12.2010 nüfus sayımında ise Türkiye nüfusunun yüzde 75’i şehirde yaşıyor. Kırsaldan şehre gelen % 50 nüfus oranının müzik kültürü azdı ve bu alanda eğitilmedi. Klasik Türk Müziği, Salon müziği, Fasıllar kendisine uymuyordu. Hele hele Klasik Batı Müziği kapı gıcırtısı kadar rahatsız ediyordu. Radyoda bir senfoni başladığı zaman jet hızıyla koşup kapatıyor, arkasından da bu ne biçim müzik diye küfürler savuruyordu. Onun için varsa yoksa İbrahim Tatlıses’in uzun havası, türküleri damarından giriyordu.
Üçüncüsü: 1950’den evvel çok zenginlerde ancak radyo bulunurmuş. Mahallenin ekabirleri, yakın akrabalar radyosu olan eve dinlemek için gelirlermiş. Radyoyu herkes açmazmış, ancak açmasını bilen bir usta gerekirmiş. Tülmende akülü radyonun düğmesini çevirmek için şoför Acem Abdullah ustayı çağırırlardı. İzzet ikram ederlerdi. Acem usta da, bir azametle radyonun açma düğmesini sağa çevirir, bir istasyon bulur, parazit varsa pencere dışına bağlı anteni ayarlardı. Yayınlar zaten hep parazitliydi.
1960 yılından sonra pille çalışan küçültülmüş, transtörlü seyyar radyolar çıktı ve herkes kullanmaya başladı. 1970’lerden sonra da tek kanal siyah-beyaz Televizyon yayınları başladı. 1980 yılından sonra köylere elektrik gitti. Televizyon ucuzladı ve yaygınlaştı. Her köye, her eve renkli Televizyon girdi, özel Televizyon kanalları çoğaldı. Müzikten anlayan, anlamayan, arabesk okuyan sanatçılar çoğaldı.
İşte tam bu dönem de İbrahim Tatlıses’in zamanına rastladı. İbrahim Tatlıses genç, sesi güzel, kabadayı görünümünde, çoğunluğun yaşamına uygun, sahneyi dolduruyor, espiri yönü var. Sahnede uzun havalarıyla bir ölü evi gibi insanları ağlatıyor. Arkasından oynak bir türkü ile düğün evi gibi şenlendiriyor. Folklor yaparak göze hitap ediyor. Sinema filmlerinde başrol oynuyor. Toplumun seveceği senaryolarla kendini gösteriyordu.
Dördüncüsü: Olayları ve yatırımları basına her gün çok iyi bir malzeme oluyordu. Kadınlarla olan ilişkileri, vurmalar, vurulmalar, çete ilişkileri, karakol, mahkeme, ifade alınmalarıyla, açtığı lahmacun lokantaları ile, Oteli ile, Tatlıses otobüsleriyle gündeme geliyordu. (Yalnız bu arada kendisinin özel hayatını basına ve gündeme hiç getirmemiştir. Birinci eşi Adalet hanım ve çocukları, ikinci eşi Perihan Savaş ve kızı Zeynep doğdu, büyüdü, okulu bitirdi, evlendi, bir tek gün kızını yanına alıp da tek kare resimde görülmedi. Üçüncü hanımı ve aile yaşantısını, kız çocuklarını hep basından ve gözden uzak tutmuştur. Reklam aracı yapmamıştır. Mahrumiyetini gizlemiş, yaşamında hiç kullanmamıştır) Bu yönüyle de takdir edilmiştir.
Beşincisi: Yatırımlarıyla Yılmaz Özdil’in 15 Mart 2011 tarihli makalesinde İbrahim Tatlıses’in 31 farklı işe girdiğini yazmıştı. Tatlıses’in baba mesleği ciğercilik, asıl mesleği inşaat demirciliği, şimdi ki gerçek mesleği ise Türk Halk Müziği sanatçılığını yazmamış. Bu kadar çok işe soyunmasının altında yatan sebebin para hırsı olduğunu sanmıyorum. Çünkü Tatlıses servet açısından tatmin olmuş biri. Rahat para kazanmak istese; konserlerle, şovlarla ve parasını faiz getiren kağıtlara, bankalara bağlar. Daha kolay para kazanır. Tatlıses bu yatırımları hobi ve işçi istihdamı için yaptığını söylüyor. Doğrudur. Bu yatırımlarla kendisinin haliyle reklamı yapılıyor ve şöhreti gündemde kalıyor.
İşte bu nedenden dolayıdır ki, İbrahim Tatlıses’in şöhreti kısa bir zamanda zirveye çıktı. Senelerdir inmedi, kendisini kabul etmeyen sosyeteyi de konservatuarlıları da ezip geçti.
(Devamı yarın)