Fuat Rastgeldi
19 Ocak 2009
Tahminen 1960 yılları, Tülmen’de bir Bağevinin damında uyuyordum. Seher vakti bir cümbüşün taksimi ardından bir gazel. Öyle bir ses ki Tülmen’in bütün halkını, ağaçlarını ve hatta bütün canlılarını uyandırdı desem mübalağa etmiş sayılmam. Gecenin sessizliğini bozan bu cümbüşü çalan ve bu gazelleri okuyan kişi kimdi? Sabaha kadar devam etti. Gerçi Tülmen’de bu normaldi. Bir çok evde müzik sabaha kadar çalınıp söylenirdi. Ama bu ses ve cümbüş yabancıydı. Sabah oldu, müzik kesildi. Komşu bağda bulunan amcam oğlu, aynı zamanda eniştem olan İsmail Rastgeldi’nin evine gittim. Kahvaltı yapıyorlardı. Kazancı Bedih ismini o gün duydum ve tanıdım.
Rahmetli İsmail ağabey keyfe, müziğe meraklı biri idi. Urfa’da saz dağıldıktan sonra çalgıcıları arabaya doldurur, Tülmen’e getirir, içkiye, müziğe orada devam ederdi. O akşam da Yaman’ın sazında cümbüş çalıp gazel-türkü söyleyen Bedih ustayı getirmişti. O tarihte Bedih ustanın sesi çok güzel ve gürdü. Türkiye onu ihtiyarlamış, sesten düşmüş zamanında tanıdı. Geçen hafta İbo şovda yayınlanan ve 1995’te çekilmiş programda sesinin son zamanlardaki sesinden daha güzel olduğunu gördük.
PİR
Bir gün FUZULİ’nin
Meni candan usandırdı cefâdan yar usanmaz mı
Felek yandı aşkumdan murâdum şem-i yanmaz mi ile başlayıp
Fuzuli rind-i şeydâdur hemişe halka rüsvâdur
Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mi
Satırları ile biten gazeli ile
RÂSİH’in
Süzme çeşmin gelmesün müjdan müjdan üstüne
Urma zahm-i sineme peykan peykan üstüne ile başlayıp
Hem mey içmez hem güzel sevmez demişler hakkına
Eylemişler Râsihe bühtan bühtan üstüne satırları ile biten gazelleri yanıma aldım. Bedih ustanın Güven sokaktaki son zamanlarında kırılan çaydanlık kulpu, tencere kulpu tamiratını yaptığı dükkanına gittim. Oturduk, biraz sohbet ettik, geçmiş günleri konuştuk. Yine tabakasını çıkardı, kaçak tütünle parmak kalınlığında sigarasını sardı. Çok sigara içtiğini, en azından hazır sigara içmesi gerektiğini söyledim. O da filtreli sigaraların kendisini kandırmadığını, kaçak tütüne alıştığını, sigara kendisine ana, baba, yar, arkadaş olduğunu, bırakırsa bu son yaşlarında sigaranın da hasretini çekeceğini, mezara kadar içeceğini söyledi.
Lafı dolaştırıp, kendisine iki tane güzel gazel getirdiğimi söyleyebildim. “Kimin gazelleri?” dedi. “Biri Fuzulinin, “Beni candan usandırdı”, diğeri de Rasih’in; “Süzme çeşmin” gazeli” dedim. “Yeğenim, onun ikisi de bende var” dedi, başladı Fuzuli’nin güzel sözlerini şiir şeklinde okumaya. Ben de elimdeki kağıttan gazeli takip etmeye başladım. O dört satırını da noktası noktasına hatasız okudu. Sonra Rasih’in on satırlık gazelini de aynı şekilde hatasız okuyunca hayret ettim. Kendisine Pir lakabının neden takıldığını o zaman daha iyi anladım. Okula gitmemiş bir kişiydi, eğer bu ilmi okulda öğrenmiş olsaydı PİR karşılığı Prof. Lakabı alacağını düşündüm. Böyle bir ustaya o iki gazeli götürmekle hatamın büyüklüğünü de anladım. Kendisinden özür üzerine özür diledim. Sonra bu gazelleri neden okumadığını sordum. Bu gazellerin ağır olduğunu, dinleyici kitlesine uymadığını, kelimelerin Osmanlıca olduğundan dolayı dinleyicilerin manasını anlayamadığını, hoşlarına gitmediğini, bu günkü dinleyicilerin uyduruk laflı türkülerden daha çok zevk aldıklarını, bu asırda bu kadar çok okullu ve edebiyatçı olduğu halde eskiden yazılan Gazel, Şarkı ve türküler gibi manalı yazılmadığını söyledi.
1967 yılında Belediye’den ayrılır, İstanbul’a gider, plak dolduramaz. Oğlu Naci’nin ifadesine göre, Nuri Sesigüzel’in zirvede olduğu devirde Bedih ustaya hiçbir yardımı olmaz. İstanbul’da Lale’deki Cesur Otobüs Terminalinde iki yıl çalışır. Ben o tarihte öğrenciydim. Bir gün Laleli’de babamı Urfa’ya yolculuyordum. Babe Yılmaz’da oradaydı. Bir ara terminalin önünde müşteri çeksin diye Bedih usta Ankara, Adana, Antep, Urfa, Urfa’ya otobüs otobüs diye çağırdı. Babe de;
-Usta sen bu sese yazık ediyorsun. Çığırtkanlığı da hicaz makamında yapıyorsun dedi.
Bedih usta:
-Ne yapalım ekmek parası cevabını verdi.
Babe de yarın gelip seni bir yere götüreceğim dedi. Ama Babe’nin ustaya bir faydası olduğunu sanmıyorum.
Bugün Bedih ustanın hakkında yazılanlar hep övgü niteliğindedir. Ama pir hayatı boyunca 9 nüfusun ekmek parası peşinde koşmuştur.
KAZANCI BEDİH USTA
1929 yılında Hekimdede mahallesinde doğmuş. Babası Halil usta Culhacılık yapan fakir biri olduğundan okula gönderememiş. Naylon, Aluminyum, Paslanmaz saçlardan yapılan mutfak kaplarının olmadığı devirde Urfa’da bakırcılık ve ustalığı çok revaçtaydı. Bu esnafın çarşıları olduğu gibi, her mahallede kalaycı dükkanları vardı. Bu bakırcı esnafı tas, üsküre, sehen, leğen, süzek, melle, tencere, silepce, ibrığ, tepsi, sini, sıtıl, teşt, kuşkana, kazan gibi mutfak eşyalarını düz bakır bir saçı takmakla vura vura şekillendirerek yaparlardı. Bedih usta da çocukluğunda Kazancı Pazarında çırak olarak Kazancı mesleğine konulmuş, sonra da mesleği Kazancı olduğu için de kendisine KAZANCI BEDİH USTA lakabı takılmıştır.. Sesi güzel olduğundan müziğe gönül vermiş. Musiki meclislerinde, sıra gecelerinde Urfa’nın müzik ustalarının yanında makam ve cümbüş öğrenmiş.
Güzel cümbüş çalmasına rağmen son zamanlarında cümbüş çalmayı bırakmıştı. Oğlu Naci’ye de öğretmiş ve cümbüşünü de ona vermişti. Şener Şen’in ünlü “Eşkıya” filmi ve İbo Şov’la Türkiye onu tanıdı, sevdi.
Ailenin tek erkek çocuğu olduğu için babası 14 yaşında Zemzem’le evlendirmiş. 7 çocuğu olmuştur. Belediye’de işçi olarak 26 yıl çalışmış, 1986 yılında emekli olduktan sonra hicaza gitmiş.
Bedih usta kişilik olarak çok güzel bir insandı. Kibirliği yoktu, yalanı, reklamı sevmezdi. Aç gözlü değildi. Çok konuşmayan, konuşurken de yavaş yavaş alçak bir sesle konuşurdu. Ekonomik imkânları kısıtlıydı ama gönlü, gözü toktu. Kimseden en ufak bir yardım beklemezdi. Sorulara olduğu gibi yalın cevaplar verirdi.
19 Ocak 2004 tarihinde (5 yıl önce bugün) Katalitik sobadan eşi ile birlikte zehirlenerek ölmesi onu tanıyanları çok üzmüştür. Ayrıca vefatıyla Nabi, Nedim, Nezihe gibi büyük şairlerden günümüze gelen gazel okuma tarzı köprüsü de yıkılmıştır.
Ruhu şad olsun, nur içinde yatsın. Pir Kazancı Bedih usta….