Cüneyt Gökçe
20 Aralık 2013
Çocukluğumun
geçtiği köyde rahmetli babam tam yirmi altı yıl imamlık yapmıştı. Her alanda
köyün ve köylünün başvuru kaynağıydı. Kimin hangi konuda ne tür problemi olsa
gelir Seyda ile paylaşır ve derdine derman bulurdu.
Köylünün
Seyda ile paylaştığı önemli konulardan bir tanesi de “Adalet” meselesi idi.
Aralarında ihtilaf olan iki ya da daha fazla köylü birbirlerine: “Kâ em herne
Şeriat”; yani “Haydi Şeriata gidelim” deyip Seyda’nın hakemliğine
başvururlardı. “Şeriata gidelim” derken Seyda’ya gidelim de İslam Hukukunun bu
konudaki hükmü neyse onu bize söylesin ve aramızda hükmetsin, demek
istiyorlardı.
Küçüklüğümüzde
çokça rastladığımız böyle bir durumda Seyda, gelenleri güzel bir karşılar ve
oturtur. Sonra “Davacı kim?” diye sorar; önce onu dinler, diğerlerinin de
dikkatli dinlemelerini sağlar. Ardından “Davalı” kim ise onu da dinler. Sonunda
o konudaki hüküm ve kararını söyler. Gelenleri kucaklaştırıp barıştırır ve
onları uğurlardı. Her hangi bir erteleme ve savsaklamanın söz konusu olmadığı
bu vaziyetten herkes memnun kalırdı. Çünkü adaletin gecikmesi, ya da geç
tahakkuk etmesi söz konusu değildi.
Taraflar,
Seyda’nın hakemliğini peşinen kabul ettikleri için her hangi bir darılma,
gücenme ve ihtilaf meydana gelmezdi. Böylece toplumsal barış ve huzur da eksik
olmazdı. Herkes kardeşçe geçinmeyi kabullenir ve bu durumun avantajından
istifade ederdi. Dolayısıyla hiç kimse ihtilaflı meseleleri için mahkemeye
başvurmayı düşünmez; problemini zamanında ve yerinde çözümlemeyi tercih ederdi.
Seyda’nın ve Seyda gibi etrafta bulunan diğer ulemanın bu gönüllü, samimi ve
hasbi hizmetleri adaletin yükünü hafifletiyor ve vatandaşın huzurunu
sağlıyordu.
Öyle zannediyorum ki, Seyda’nın köyümüzde gönüllü hizmet yaptığı
yirmi altı yıllık zaman zarfı içerisinde yirmi altı hadise mahkemeye intikal
etmemiştir. Hatta yirmi altı değil; altı olay dahi resmiyete taşınmamıştır.
Niçin taşınsın ki; problemler, zamanında halledildikten ve sıkıntılar uzun
sürelere yayılmadan çözümlendikten sonra vatandaş kendi huzurunu kendi eliyle
niye bozsun ki…
Kuşkusuz,
Seyda’nın bu yetkinliği yılların mahsulüydü. Her şeyden önce sonsuz bir güven
ve itimat telkin etmiş ve herkesin gönlünde yer almıştı. Herkese aynı
yakınlıkta olduğu gibi; herkes de bunu böyle biliyor ve öylece teslim oluyordu.
Her hangi meyil ve kayırmanın “şüphe ve ihtimali” dahi yoktu. Bu yüzden bazen
örfi becerisiyle bazen ahkâmın detayıyla hükmediyor ve gönülleri fethediyordu.
Doğrusu,
günümüzde yıllarca devam eden ve adaletin gecikmesine sebebiyet veren mahkeme
oturumlarını gördükçe söz konusu ettiğimiz pratikliğin kıymetini daha iyi
anlıyorum. Çünkü hak ve adalet geciktiği zaman; ya da farklı unsurlarla
tahakkuk etmediği vakit toplumun huzur ve dengesi bozuluyor. İnsanların
karşılıklı kin ve düşmanlıkları artıyor. Olaylar içinde yeni olaylar doğuyor ve
işler tamamen sarpa sarıyor, dolaysıyla da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. İlk
başta kolay çözümlenebilecek ve sulh ile sonuçlanabilecek basit bir hadise,
zamanla yılların mesaisini harcatacak adlî vakalara dönüşebiliyor. Bazen de
–elde edilen yanlış deliller veya olumsuz unsurlar sebebiyle– mağdurlar suçlu
pozisyonuna düşebiliyor. Kuşkusuz biz burada her hangi bir kişi veya olayı
hedefleyerek açıklamalarda bulunmuyoruz ancak genel olarak şunu belirtmek
gerekir ki, geç tahakkuk eden ya da etmeyen adalet kaosa, keşmekeşliğe,
kargaşaya ve huzursuzluğa sebebiyet verir.
Nice
zalimlerin zulümlerini devam ettirdiği ve nice mazlumların inim inim inlediği
bir ortamda adaletin tahakkuku son derece zor, ancak gerçekleşmesi de bir o
kadar önemlidir. Çünkü bazen “iyi ki ahiret var” dedirtecek pek çok hadiseyle
karşılaşıyoruz.
Adaletin
tam tahakkuk ettiği bir dünya dileğiyle…