İbrahim Dülger
6 Şubat 2007
Çağrılmışsanız eğer, çok yakın akraba ve ahbapların düğününe gitmez miyiz? Gideriz elbette…
Tersine davranış ayıp olur, hani ya! sevinci paylaşmak, dostlarla buluşmak, dozunda kalmak şartıyla biraz eğlenmek değimlidir gayemiz,
Biraz Urfa az klasik, halay müziğiyle dans edip kurtlarımızı dökerken; çalınan davul zurna ile iliklerimize kadar titreşip, duygulanıp; nağara* ve işbirlikçisi zurna ile uzaktan hoş gelen sesi içimizde, yüreğimizde duymak değimlidir düğün?
Çocukluğumuzun en eski; avlulu evlerde, kamberli, değnekli oyunlu düğünlerini anımsarken; seyretmek için boynuna bindiğimiz babamızı, kucağında, göğsüne kurulduğumuz annemizi ve yakın akrabamızı da hatırlamak, yâd etmek içinde belki en uygun zamandır.
Sizi oyuna ısrarla kaldıran ev sahibinden, göz pınarınızdan yuvarlanan hüzün damlalarını gizlemeye çalışır, müziğin ritmiyle pek de beceremediğiniz oyunu, iki kolunuzu yana kaldırıp, kalabalığın arasında acemiliğimizi gizlemeye çalıştığımız dost akraba düğünleri…
Kadınların düğününde, perdesiz çalma ayrıcalığına sahip; Ermeni asıllı Boğoz’un görmeyen gözleriyle cümbüşüne vurduğu mızrabı, yan gözle takip edip, tınılarına kulak verirken; Cırcı’nın (George-Corç) kemana değen yayının çıkarttığı nağmeleri, beynimin kıvrımlarına yerleştirmişim sanki…
Sözler, teller, müzik, gelenek görenekler ve de içtenlikler beni topluma bağlayan kökler gibi…
Karşılık beklemeden; kapısı ardına kadar açık, düğün evine zorla çekilip yemek yedirilen mahalle sakinleri ve gelip geçenler,onlara servis yapan akraba, dostların oluşturdukları imece grubu; hepsi içtendi ve duygu yüklüydü…
Ya özgün ve özenli siyah-beyaz giysileriyle “Kamberler”; onlarsız düğün olur muydu hiç? Meydan onlarındı, içtenlikle ve ustalıkla oynadıkları oyunlarını bitirdikten sonra, sunulan yemeği yiyip düğün evini ağırbaşlılıkla terk ederlerdi, hiçbir bedel almadan…
Sizlere komik bir şey anlatayım derken, düğün dernek işine daldım birden. Belki de yeni düğünlerdeki uygulamalara şaşırdım kaldım aniden, “Eski köye yeni adet getirmek” gibi…
Çağrılmıştık düğüne, davete icabet etmek gerekti usulen, yarı klasik yarı mahalli çalan orkestranın müziği eşliğinde karşılandık düğün sahiplerince kapıdan. Buyur edildik uygun masaya. Yerleşirken sandalyemize, bir taraftan selam ve merhaba yetiştirmeye çalıştık eşe ve dosta güleç yüzlerle. Yakınlarımızı üstünkörü tanımladıktan sonra gözlerimiz, daha uzak masalarda kimler, hangi tanıdık simalar var diye, yan bakışlarla bakıverdik. Gelin ve damat gelmiş mi? Oğlan tarafıyla kız tarafını değerlendirmeye tabi tutarken beynimiz, yakın oturanlarımızla daha ayrıntılı konuşmalara daldık düğün boyunca.
Sunucunun yüksek sesli takdimiyle oyuna davet, halaylar, danslar, güncel müzikler derken, düğün pastası, takı takma merasimi demeye kalmadan; bir hareket başladı salonda, mantosunu ve çocuğunu kapıp gitmeye başladı davetliler. Düğünün erken saatinde ve en hareketli anında. Bir durum mu var demeye kalmadan, salonun yarısı gidiverdi birden. Neden mi dersiniz? Sorduk öğrendik aceleyle gidenlerden, televizyonda başlayan dizinin yeni bölümüneymiş bu ilgi. Ne diziymiş meğer! ınsanları düğün gibi bir şenlikten koparan, belki dramatik, traji-komik: Bütün kanallarda peş peşe benzerleri olan, “dizi yarıştırırcasına” reyting uğruna, yüz hatlarını ezberlediğimiz oyuncularla sık sık kesilip verilen reklamlarla, maliyetleri çıkarılan diziler…
Acınaklı, komik; düğünün adetlerini bile yok sayıp, eğlenmek için gelinen düğünü terk etmek!
Bir şeyler oldu bu topluma: Dizi uğruna gidilip gelinmezken akraba ve dostlara. Hatırları kalır, ayıp olur diye gittiğimiz, konukluğumuzu kabul de bile televizyon kumandası elinde ev sahibi; yan oturmuş izlerken dizisini, konukların sesinden duyamadığı televizyon sesini, daha da yükseltmeye çalışırken, huylandığını da belli eder insanlık değerlerini unutup…
Çoluk, çocuk yetişkin bütün bireyler odaklanmış diziye, kesintiye uğramadan izlenecekken, ikramlarda unutulur,bu arada bölüm bitene dek…
Konuk, biraz da buruk ve alıngan, pek anlamadığı, anlamlandıramadığı bu dostluk ve misafirlikten, dizi bitiminde izin isteyip kalkar ev sahibinden:
“Oturuyorduk ya!” “Erken daha” sözleri zar zor dökülürken dudaklardan, belki de uğurlandıktan sonra derin bir “Ohhh!” çekilerek; bir başka televizyonda ne verdiği belli olmayan, biri birinin kopyası, yeni başlayan diziye dalınır ailecek…
Misafirperverlik denilen kültürel değerimiz de bir yıldız gibi kayıverdi elimizden.Yozlaşıp bir bir kaybolan diğer insani değerlerimiz; toplumsal yapımızdan düşen kilit taşlar değil mi sizlerce? Nasıl girdik bu girdaba hep birden?…
* Nağara: Davul