Nejat Karagöz
29 Şubat 2012
Uzun zaman oldu.
Bu gazetede, bu köşeden sizlerle hasbıhal etmeyeli/edemeyeli çok zaman oldu aziz okurlarım. Artık yeniden birlikteyiz ve hepinize selam ve saygılar sunuyorum.
***
Gazete yazarlığı, yazdığı konuda doyurucu bilgi sahibi olmayı gerektiren bir iş… Sorumluluğu yazarın şahsını aşan, yazdıklarının sebebiyet verdiği olayları ve insanları da içine alan bir iştir. Bunu yaparken elbette yazar kendi fikir ve inançlarıyla hareket eder, bu fikir ve inanışları kendisinin de bir anlamda alamet-i farikasıdır çünkü… İşte bu duruş arada bir yeterince anlaşılmaz yahut makes bulmaz ise “Fallarda ayrılık çıkar”…
Türkiye’de son 3-4 yılda gündemin Van’da yaşanılan deprem felaketini ve birkaç mevzii meseleyi saymazsak hemen hiç değişmediğini fark etmişsinizdir. Bu, Türkiye gibi bir ülke için gelişmenin, çağdaşlaşmanın, ilerlemenin, zenginleşmenin; kısacası muasır medeniyet diye tanımlanan yüksek refah ve yaşam kalitesinin gerisinde kalmak demek aynı zamanda.
Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde herkesin sadece konuştuğu ama çözümü için hiç kimsenin tek adım atmadığı meseleler var önümüzle.
Beş Yüz yıllık geçmişiyle bir Kürt meselesi,
Ordumuzun içerisine düşürüldüğü acıklı manzara,
Yargının geldiği/getirildiği nokta,
Ve bunun gibi daha pek çok meseleyi sadece ama sadece konuşarak çözebileceğimizi sanarak, deyim yerindeyse adeta Ağustos Böceği gibi çala-söyleye vakit geçiriyoruz.
Kürt-Türk kardeşliğinin bekasının, karşılıklı kan dökerek bir yere varılamayacağının anlaşılmasına bağlı olduğun bilmeyen var mı?
Ordu mensuplarının böyle yaka paça adliyelerde sürüklenmesinin bu ordunun haysiyet ve itibarını zedelediği gibi, görevleri sarasında milleti iç düşman-dış düşman, gerici-ilerici gibi sanal kamplara bölerek kendine iktidar zemini yaratmak isteyenlere hiçbir şekilde dokunulamamasının da aynı sonucu doğurduğunu,
Yargının evrensel hukukun gerektirdiği adalet ve tarafsızlık içerisinde hareket etmesi için her türlü ideolojik baskı ve müdahalelerden emin olması gerektiğini de gene herkes bilir.
Ve biz bunları sadece konuşuruz. Konuşurken birbirimizi suçlar, kendi haklılığımız temeline dayalı yeni bir hegemonyanın modelini geliştiririz…
Ve tabii ki bir asır gideriz, sonra arkamıza baktığımızda bir arpa boyu bile yol alamadığımızı görürüz
Bu ve benzeri meseleleri konuşurken;
Bu coğrafyada asırlardır kader birliği etmiş, birbirine kardeşlik bağlarıyla da bağlı iki büyük iki kardeş milletin, hem bir arada yaşamaya devam ediyor, hem de savaşıyor olmalarının, birbirinin çocuklarını, gençlerini öldürüyor, yaşam umutlarını tüketiyor olmalarının tarihsel sürecini ve varacağı noktayı ortaya koymaya çalışacağız.
Meseleye, geçtiğimiz asrın başında bu topraklarda yaşayan hemen bütün halk yığınlarının bugün artık bağımsız bir devletlerinin ve bayraklarının var olduğu gerçeğinden, bu halk yığınlarının bugün birer ulus olduklarından örnekler sunarak renk katacağız.
Bunun gibi, orduyu ve yargıyı, bütün dünyada nerede iseler orada görmek istediğimizi, bunun için nelerin gerekli olduğunu araştıracak; tartışacak ve ortaya koyacağız.
Bunu yaparken kimsecikleri kırıp incitmeyecek, tahkir etmeyecek, ötekileştirmeyeceğiz. Ama bildiklerimizi de söylemekten geri durmayacağız.
Görüşmek üzere…