İbrahim Dülger
31 Mart 2008
Yakın zamanlara kadar bilgelikle eş tutulan yaşlığın, toplumda saygın bir konumu vardı.
Yaşayan her canlı için kaçınılmaz olan bu evre; toplum halinde yaşayan insanlar için elde edilmiş deneyimler ve bilgiler nedeniyle ortak bir bellek sayılmaktaydı. Bundan yararlanmak isteyenler yaşlılara saygı göstermek zorundaydılar. Bu nedenledir ki ilk örgütlenmelerde yaşlılar klanı yöneten lider konumundadırlar.
Daha büyük devlet teşkilâtlanmalarında; Yunan, Roma meclis ve senatolarında alınan kararlarda yaşlılar meclisi önemli konumdadır. Fransız ıhtilali sonrası kurulan ihtiyar meclisi, Köy ihtiyar heyetleri, devlet görevlerinde 40 yaşının sınır olarak kabul edilmesi günümüzde de yaşlılığın insanlar için önemini belirtir.
ılahi ve ilahi olmayan dinlerde peygamberliğin 40 yaş ve sonrası dönemlerde başlaması, edinilen tecrübe, olgunluk ve bilgilerden kaynaklanmaktadır sanırım.
Mitolojik öykü, efsane ve masallarda danışılan kişi hep yaşlıdır. şamanist inanışta; kamların, baksaların ilkel toplumlarda büyücü, sihirbazın, Lokman Hekimin, her sıkıntılı anda yetişen Hızır’ın ve Türklerde Dede Korkut’un tasvirleri ve görüntülerindeki ortak nokta, ak saçlı ve sakallı oluşlarıdır.
ıtalyan tipi aile örgütlenmesinde Babanın; otoritenin en yükseğini temsil etme geleneği; bugün Mafya türü örgütlenmenin de kökenini oluşturur.
Değişen zaman, ekonomik ilişkiler, kent toplumuna geçiş, teknolojik araçlarla hayatın kolaylaşması; yaşlıların toplum içindeki konumunu hızla değiştirmiştir. Özellikle bilgisayarın kullanımı yaşlıların belleğine olan ihtiyacı azaltmıştır.
Kişisel ekonomik özgürlüklerle beraber değişen ilişkiler büyük aile yapılanmasını bozarken çekirdek ailelerin çoğalmasını sağlamıştır.
Büyük aile yapılanması içinde işbölümü ve dayanışma ile hayatlarını sorunsuzca devam ettiren yaşlı bireyler için tek başına yaşam daha da zorlaşmıştır. Bedensel gücün yettiği dönemlerde yaşlı ebeveynler hayatla mücadeleyi eşlerin birbirine dayanışması sonucu başarırken, eşlerden birinin yokluğu, hastalık veya düşkünlük onları, başkalarına veya aileden birilerinin bakımına muhtaç kılmaktadır.
Bu zorluklardan yola çıkılarak Yaşlıların bakım ve ihtiyaçlarının giderilmesi için önceleri batı toplumlarında kurumlar oluşturulurken, Osmanlı Devletinde ilk yapılanma; II. Abdülhamit döneminde 1895 yılında her dinden yaşlı ve düşkün insanın faydalandığı cami, havra ve kilisenin bir arada bulunduğu DARÜLACEZE Kurumunun kurulması ile gerçekleşmiş ve bugün görevini sürdürmektedir.
Nüfusun az olduğu, sanayileşmemiş daha küçük kent toplumlarında yaşlıların saygınlığı ve otoriteleri azda olsa devam etmektedir. Yaşlıya bakmanın ana bir görev kabul görmesinde; dinsel öğretinin, vicdanî sorumluluğun etkisi yanında toplumsal baskının da (mahalle baskısı) etkisi vardır.
Yaşlıları barındırma ve bakım işini; dağılan büyük aile yapısı sonrasında genellikle fedakârlık geni yüksek olan birey, bazen de mal varlığının önemli bir bölümünü alan birey üstlenmektedir. Toplumumuzda görünen o ki, her durumda haksızlığa uğrayan kız çocukları genelde bu işi yaparken, mirastan da aslan payını erkek kardeşlerine kaptırmaktadır. Bayanın da çalışması durumunda çocukların bakımı ile görevli kılınan büyükler bu evre geçtikten, iş bittikten sonra evde fazlalık birey olarak görülmektedirler. Hastalıklarında, bakımları için zorluklar yaşanırken bu sorun bazen ev içinde tutulan bir görevli tarafından aşılmaktadır.
Yaşlıları barındırma görevi bazen gelin- kaynana, damat -kaynana arasındaki anlaşmazlıklarla aile mutluluğunu etkileyecek büyük çatışmalara yol açmaktadır.
Bu durumda genellikle gelinin bulduğu en kestirme yol, oğlunu paylaşmak istemediği kaynanayı ayrı bir konut kiralayarak barındırmaktır. Bu durum bir bakım veya huzurevinde ebeveyni barındırmadan kaynaklanacak ayıplanma ve suçlanmayı (Anasını huzurevine atmış) nispeten azaltacaktır. Bu, yaşlıların özgürlüklerini rahatça yaşayabilecekleri çözüm gibi görünse de felç, bunama (Hırıflama) Parkinson hastalıkları gibi durumlarda zorluk yaratmakta, bir yakının ilgisini gerekli kılmaktadır.
Devlet, belediye veya özel huzur evleri zorluğun aşılmasına bir çözüm sağlamakla birlikte bizim toplumumuzda henüz yerleşmiş bir tercih değildir bu.
şanlıurfa’da Vali Muzaffer Dilek Beyin girişimleriyle yaptırılan Yaşlılar Bakım ve Huzurevi talipli olmaması nedeniyle bugün Zihinsen Engelliler Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi olarak kullanılmaktadır.
Belediyemize ait 40 kişi kapasiteli yaşlılar bakım evinde sadece 8 kişi barınmaktadır. Bayan yoktur. Ücretsiz olmasına rağmen tercih edilmemesi toplumsal baskıdan kaynaklanmaktadır sanırım.
Belediyemizin geleceği şimdiden görüp Urfa’da yaşlıların ve bakıma muhtaç insanların ihtiyacını karşılayacak yaklaşık bir buçuk milyon YTL yatırımla modern huzur evini yapmayı planlaması sevindiricidir. Araştırmalarıma göre 2012 yılında bitirilmesi hedeflenmiştir..
Birlikte yaşanılan zamanlarda edinilen tecrübe, kültürel ve ahlaki değerlerin yeni nesillere aktarımında ve eğitimlerinde önemli rol oynayan büyükler; ev içindeki ilişkiler ve çatışmalar da denge unsuru olarak sağduyulu olmayı sağlarlardı. Dinlenilen geçmiş anılar, masallar çocuklara canlı tarih dersi gibiydi. Aşırı yaramazlılığı uyararak engellerken sakin olmayı öğretirlerdi. Bugün hiperaktif ve hırçın çocukların çokluğu bu eksiklikten değil mi acaba?
Kalabalık bir aile olmamıza rağmen, birlikte yaşadığım için şükran duyduğum, Hatice Babaannemi hiç unutamam. Kardeşler arasındaki çekişmelerde arabulucu ve denge unsuru olurken, telkinleriyle benim uysal, söz dinleyen bir birey olmamı sağlamıştır. Üzüntülü ve ağlamaklı anlarımda başımı yasladığım, göğsünden gelen sabun kokusunu hala duyumsarken, Ramazanlarda oruç tutmamız nedeni ile yaşlı haliyle ödül olarak bizleri sırtına alması inanç açısından bizleri usul usul eğitmesi müthiş bir zevkti.
Her gün özenle ördüğü beline kadar gelen saçlarının ucundaki kurşun ağırlıkları başını oynatırken şıngırdatması, romatizmalarına iyi geldiği için ayağından çıkartmadığı bakır halhalı, hastalıklı olarak göremediğim hali onu gözümde bir abide masal kahramanı yapmıştı. Kardeşler olarak dizinin üstünde başlarımızı iliştirerek defalarca dinlediğimiz Iglısa-Mıglısa ve Bin-Bir Gece Masalları ile bize hayat dersleri verirdi sanki.
Temizlik ve yemek yapımı konusunda çok özenli ve hünerliydi. Bugün unutulan Urfa Köftesini(Kitel Ruha) kadın budunu ve su böreğini, Kıtkat tatlısını; Nazlısı, Biricik Oğlu isteyince yapardı. Yemek yapımına, çeşitlerine özenim, Yatılı okula gidişimde arkamdan bakıp ağlarken son kez gördüğüm, bana birçok değeri aktaran; rahmetli çok sevdiğim Hatice Ninemin etkisiyledir sanırım…
Bugün toplumdaki konumları külfet gibi değerlendirilen yaşlılarımızın aile içinde yaşamayışları; doyumsuz, bencil, hırslı, hırçın acımasız kısacası en olumsuz değerlerin yeni fertlerde çokça görülmesinin sebeplerinden biri değil mi sizce?
Dilimizde ve Urfa ağzında yaşlılıkla ilgili birçok deyim yaşlı olmaya en güzel vurguları yapm-aktadır. Önce başkalarının yaşlılar için niteleme-leri: ”Ağzı ahır, gözü çukur”. Bir ayağı çukurda.” Gözü toprağa baği”.”Canı kalmamış, kıçı çapuda yapışmış.” ”Tırtırı getmiş vırvırı kalmış” .”Allah dar yerden kurtara” (Çok düşkün olanlar için) ”Allah iki kapıdan birini açsın”.” Allah kurtara”
Yaşlının kendisi için söylemleri ve dilekleri: ”Allah beni elden ayaktan etmesin.” ”Allah beni düşürmesin, kimseye muhtaç etmesin.” Toprağım beni çeki”.” Allah beni dizden gözden etmesin. Gözüm kapıda sırtım yatakta kalmasın.” Yukarı bağımda üzüm kalmadı, aşağı bağımı tırtıllar yedi, kızlar, oğullar içinde hazzım kalmadı”
Ahlaki, dinsel öğretilerde sıklıkla değer verilmesi istenen büyüklere ılahi emir olarak; ”Öf” denmesinden bile sakınılması tavsiye edilirken, Kültürel değerlerimizde yaşanılan karmaşalar sonucu yozlaşan çocuklarımız, yaşlılara taşıtlarda bile kalkıp yerini vermezken, çoğu zamanlar yetişkinlerin de bayramdan bayrama hatırladıkları büyüklere tahammülü olduğunu söyleyemeyiz.
Yaşanılan hayat sizler olmadan pek de anlamlı olmayacak.
Mutlu, huzurlu sağlıklı uzun yıllar yaşama dileklerimle..
(ıletişim Cep: 0 536 980 66 64/[email protected])