Mehmet Göncü
7 Şubat 2008
Geçen gece ulusal televizyon kanalarının birinde gösterilen karanlığın aslanları isimli bir belgeselde güney Afrika da bir su kaynağı civarında yaşayan bir aslan ailesinin, genel davranışları konu ediliyordu. Sosyal bir karaktere sahip aslan ailesinin en önemli özelliği, güce dayalı hiyerarşik düzene uygun bir biçimde davranış sergilemeleriydi.
Bu olgu, içgüdüsel ve pratikteki uygulamalar sonucu elde ediliyordu. Ailenin reisi ve koruyucusu durumunda olan erkek aslanın toplulukta mutlak bir hakimiyeti vardı. Birkaç dişi aslan, ailenin devamı için yeni yavrular doğurmanın dışında, genel anlamda avlanma tekniğinin pratiğini de onlar öğretiyorlardı. Aile; baba, dişiler, kardeşler, teyzeler ve yavrulardan meydana geliyordu.
Anılan belgesel sanki bir roman gibiydi. Biraz daha emsallerinden birkaç hafta geç dünyaya gelen bir yavrunun hayatta kalma mücadelesindeki zorlu yaşam konu ediyordu.
Sonuçta bir yavru erkek aslan büyüdü ve öyle bir hale geldi ki, kızgınlık anındaki koşusu ile tozu dumana katıyordu. Yelelerini kabartarak kükremesi sonucu ise sanki yer gök titriyordu. Bir ara oturduğum yerde aslanın azametli gücü karşısında adeta sevinçli bir şekilde heyecanlandım ve ilkel bir iç güdüyle bu güce anlamsız bir saygı duydum ve evrenin ulu mimarını zevale ermeyen sonsuz gücünün bu canlıda zevale eren küçük bir yansımasının tecellisi olduğunun şuuruna vardım.
Belgeselin bir başka karesinde ise yaşlı bir erkek aslanın yaşamı konu ediliyordu.
Gücünü kayıp ettiği için ailede yetişen genç bir erkek aslan tarafından topluluktan kovulan yaşlı aslan yalnız yaşıyordu. Yelesindeki tüylerin ve ağzındaki dişlerin önemli bir kısmı dökülmüştü. Artık avlanamadığı için bedeni çok zayıflamıştı. Yavaş yavaş yürürken ön ve arka ayakları birbirine çakşaşıyordu. Kuyruğu bir enfeksiyon sonucu çürümüş ve kökünden kopmuştu. Nihayet gücü tükenmiş ve artık yürüyemiyordu.
Bir an titredi, direndi, ama nafile yere çöktü ve boylu boyuna toprağa uzandı. Artık kendisini dogaya teslim etmişti kovulan ailesinden uzakta, yalnız ve savunmasız bir şekildeydi.
Bilindiği gibi, doğa ne zalimdir. Ve ne de merhametlidir. Doğa olması gerektiği gibidir.
Biraz sonra bir sürü çakal aslanın kokusunu aldılar ve hemen gelerek yerde yatan hareketsiz aslanın başına üşüştüler. ılkin uzun bir müddet aslanın hareketsiz bedeni üzerinde oynadılar. Her taraflarını aslana sürüp kokusunu derilerine geçirmeye çalıştılar. Cesedin üzerinde takla atıp adeta dalga geçer, intikam alır gibi anlam veremediğim bir çok davranışlardan sonra çakallıkları gereği olarak aslanın leşini parçalayıp diğer leş yiyicilerinin gelmesiyle de aslandan iki saat sonra geriye hiçbir şey kalmamıştı. Ve aslan geldiği doğaya geri dönmüştü.
Evet değerli okuyucularım bu konuyu da kalemimiz el verdiğince yazmaya çalıştık. ısterseniz aslanla ilgili bir anonim şiirden iki mısara da birlikte okuyalım.
“Lülesi altın olsa, akmazsa testi dolmaz
Kendisi aslan olsa düşenin dostu olmaz.
Zira bi atasözündü olduğu gibi,
Dost bilme iyi günde, yanında olanı
Dost bil kötü günde elinden tutanı.
Dürüst ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride kahırda önde olan dostlarınızın çok olması dileğiyle.