Mahmut Çepoğlu
7 Mart 2006
YAşAMAK VE SON URFALI OLMAK
Hayat, yaşam, ömür biri birine benzer kavramlar olmasına rağmen, zaman zaman cümle içerisinde farklı anlamlar yüklenirler. Arapça’dan dilimize mal olmuş hayat ve ömür kelimelerinin Türkçe karşılığı yaşam, dirim ve var olma süresini belirler.
Alın yazgısı olarak belirlenen ömür, yazgı, kader, göreli bir kavram olan yaşam, soyut bir söylem olan ve zaman içerisinde insanla somutlaşan hayat, doğmakla ölmek arasındaki öyküleşen yaşam varlığımızın belgesidir.
Başlıkta kast ettiğim yaşamak ve son kelimesine gelince; “yaşam” kelimesiyle ilgili ifadenin somutlaştırılmasıdır. “Son” ise bir olayın neticeye varması, varırken ondan sonra ardının, arkasının kesilmesinin referansıdır. Bir karşı duruş sergilemekten ziyade, kelimelere anlam yüklenmesini istiyorum. Geçmişi yad ederek geleceğin belirlenmesi olanaksızdır.
Geçmiş yaşanmıştır ve bitmiştir. Geri dönüşü yoktur. Geçmişin anlatılması bu güne bir şey katmak içindir. Bu gün yaşanılanlar ise geleceğe yön vermek gayesi ile yapılır. Bu da bir belgesel olmak özelliği ile oluşturulur. Yoksa şehir kimliğine bürünerek etkin olma anlamında, çaba yerine yaşadığı dönemde önderlik etmek en güzelidir.
Kimileri dini kullanır, kimisi ideolojisini, kimisi devlete sığınarak varlığını sürdürürken, kimileri servetleri ile bir yerlere gelme uğraşındadırlar. Bunlar yaşadıkları dönemlerde etkin değildirler. Toplumumuzun hassasiyetlerini bildiklerinden yaşlıya saygı çerçevesinde kendilerini kabullendirmek adına geçmişin gölgesinde faydalanırlar. Yaşlı olmalarını ön plana çıkararak kendi öz geçmişlerine haksızlık ettiklerinin farkında değildirler.
Urfalı olmak Urfa coğrafi sınırları ile belirlenmiş kara parçası içerisinde yaşayan insanların hepsini kucaklar. şehirlisi, köylüsü, ilçelisi, dağlısı, ovalısı hepsini kapsar. Milliyeti, dili ve diniyle bu sınırlar içinde yaşayanlar, bu kara parçasıyla şehir ismini kimlik olarak taşırlar. Öncelikle söylemekte yarar görüyorum. şehir sınırları çizilmeseydi bugün altında kalkınmayacak durumlar meydana gelirdi. ınsanlar ya dinleri ile bölgelere ayrılır, ya milliyetleri ile sınırlarını çizerlerdi. Oysa şimdi şehir isimleri ile kendilerini ifade etmenin sevinci herkese yetiyor.
Coğrafi sınırlar tarihin gelişmesine paralel, kendilerini var etmişlerdir. ınsanların birbirini tanıması, saygı çerçevesinde hak hukukun bilinmesi, koruma ve kollanma hepsi bu sınırların içindeydi. Bunları geniş bir coğrafi sınır içinde düşünürsek, karşılıklı etkileşim ve değişimler göstererek kendini yeniler, yeni çizgiler, yeni sınırlar yeni etmenler oluşturur. Bu sınırlar aynı zamanda yaşayan kültürlerin pekişmesi tanınması ve değer bulmasıdır.
Coğrafi sınırlar bir noktada örf adet ve geleneklerin birbirinden faydalanarak güzel değerlerin yayılması, kıyafetlerin, sofraların, giyim ve yaşam tarzlarının renk bulmasıdır. Oysa “son” demekle “sonun başlangıcı” değil “bir bitimin, yok olmanın ifadesi, ardı gelmeyecek “son” anlamındadır. Halbuki yaşayanlar daimi süren, gelen bir kavramın ifadesidir.
“Son” demekle biraz da kendinden başka kimseyi tanımamaktır. Duygu ve düşünceler burada haliyle devreye girmektedir. Ben başlangıcın sonuyum. Oysa bir çeyrek asır veya bir yarım asır sonra yeniden sonlar konuşulacak geçmiş sitayişle bahsedilecek ama hiçbir zaman ne bu günü ne geleceği yönlendirmede yardımcı olamayacaktır.
Yaş sınırları çizgilerle ayrılabilir. Ancak kültürler nesilden nesiyle devredildiği için o sınırları belirlemenin yanlışlığının farkında olmamamız bizleri yalnızlığa ve son olmaya iter. Oysa o yaşın her dönemi var. Herkes kendine göre yaşamıştır. Hiç kimse kendi neslinin yedi babadan bir yerde devam ettiğini söyleyemez. Çünkü dünya sürekli göçleri beraberinde getirmiştir. Bu memleketin son olarak sıfatlandırdıkları da ve hala yaşayanların büyük bir kısmı göçler sonrası buraya yerleşmişlerdir.
Milliyetleri ruhu şekillenme, dil birliği, din birliği, yaşam tarzı, yanlış ve doğruları ile gelenekler, örf ve adetler, hatta mutfaklar bile belirler. Ama şehirlerde her milletten her dinden, her dilden insanlar vardır. Bunları şehirli olarak ayrı bir kimlik edinme anlamı taşırlar.
Yaşayan Urfalı olarak yaşamanın ve değerlerimize sahip çıkmanın erdemini anlatmak gerekirken geçmişle yaşayarak hasret duygusallığına sığınma yerine, zihin ve bellek tazeleme geçmişin güzelliklerini bu güne taşıyarak yaşayanları cesaretlendirmek gerektiğine inanıyorum. Son Urfalı gizemine sığınma yerine yaşayanların bilinçli davranışlar aşılama daha anlamlıdır.
Ne kadar son deseniz ne kadar yaşayan deseniz toplumun yarını sabahtır. Sonun başlangıcı ilk olarak algılanırsa sona gerek kalmaz. Yaşayanlar kavramı; her yaşta, her dilde her dinde milliyetleri kapsar. “Son Urfalı” değil “yaşayan Urfalı” olmanın kültürün ve estetiğin özümsemesinden çok şey öğrenile bilinir. Tespitlerim eksik veya abartılı bulunabilir, saygıda kusur ve kasıt aranmamalı……