Mahmut Çepoğlu
2 Kasım 2007
Tarihi karıştırdıkça, çağlara damgasını vurmuş, mitolojik ve teolojik olarak kendinden söz ettiren kentler bilirim. ınsanların dikkatleri hep bunların üzerinde olmuş. Her dönemde sahiplenme uğruna savaşlar yapılmış nice kan dökülmüştür. Bu kentler el değiştirmiş, yakılmış, yıkılmış, kendi öz geçmişi üzerine yeniden yapılanmış, büyük kent olma özelliğini doğuştan günümüze hep korumuşlardır.
Tarihinin derin mahzeninde Hz. Âdem’le buluşan, mitoloji diyarı, insanlığın tufandan kurtuluşu ile başlayan, yaşamın derin izlerinin boy verdiği, Hz. Nuh’un oğlu Yafes tarafından kurulduğuna inanılan kent… Tarihi ıpekyol’un kavşak noktasında olması hesabiyle de dikkatleri üzerinde toplamasını bilmiştir. ışte bu kent, tarihin her döneminde ziraatçılığı ile ünlü, ilk buğday ekimin yapıldığına inanılan, doğduğumuz ve halen yaşadığımız topraklara ad olan Urfa isimli kenttir.
Sayısız kavimlerin konup geçtiği yer, medeniyetlerin kucak bulduğu kent. Taşında, mahzeninde, mazgalında, lahit mezarında, stellerinde, hanlarında, hamamlarında, çarşılarında, mağarasında, kale kapısında, surlarında antik belge ve bulguları barındıran, tarihten gelen; Ur, Uruk, Edessa, Roha, Reha, Ruha ve Urfa…. Tüm geçmişiyle sahiplenmeyi bekliyor. Bu sahiplenme siyasi olduğu kadar sosyal ve ekonomiktir.
Hala toprağında gizemli tabletler heyecan ve hüzün içinde bir canlının elinin değmesini bekliyor. Üzerindeki karanlık örtülerin kaldırılarak kazı, restorasyon ve çevre düzenlenmesinin mutluluk arayışında. Bağrının eşilmesini, tarih araştırmacıları tarafından geçmişinin incelenmesi, gerçeklerin gün yüzüne çıkması, herkes tarafından arzulanmaktadır. Özgün mimarisi ile tapınaklar, kayalara oyulmuş efsanevi şekiller, taşlara nakşedilmiş belgeler, dünü bu güne en güzel şekilde taşımışlardır.
Ne acıdır ki milattan önceye dayanan tarihin görkemini yansıtan antik kent özelliğini taşıyan, mimari şaheserlerin, otantik yapıların, bu gün yaşayan insanların elinde, kültür düşmanı Moğolların istilasından beter duruma düşmüştür. ınsanlar suçlu, ancak onları topraksız ve işsiz bırakıp onları bu yıkımlara sebep olanlar daha da suçlu. Her tarihi ev bir pasaj, her pasajda onlarca dükkân ve iş yeri…
Binlerce gezginin, araştırmacının, turistin notlarında yer bulan, tarihi geçmişi ve mimari görkemiyle kendinden söz ettiren kentin yeniden restore edilmesi dünya insanlarıyla buluşturulması elbette büyük bir aşamadır. Eberhim, Brahim, Abraham ve zamanla ıbrahim’e dönüşen isim sahibi, tek tanrı inancının savunucusu, Nemrut’un zumluna karşı gelen, ateşe atılma efsanesiyle de kendine kutsal kentler arasında yer bulan kent. Mekke, Medine, Kudüs ve işte Urfa…
Sıcak çöl iklimin hüküm sürdüğü Urfa da, insanlar rahatına düşkün, damak zevkini bilen, yüksek bedenli evleri ile kışın soğuğundan yazın sıcağından korunmasını, bir yaşam biçimine dönüştüren insanlar… Nice seraplardan geçen, alev yalımının kavruk yüzlü, sıcakkanlı, gülmeye hasret insanların kenti…
Surlarla çevrili şehirde yaşayanlar, nasıl ki kapılarla dünyaya açılıyor idi ise; Urfalı da hatır gönül bilir, misafirperverliği ile yüreğini açmıştı. Ancak dünyaya, çevresine, milliyetlere, dillere bir kutu gibi kapalı kalmasının nedeni gerçekler ve doğrularla tanışamadığı gibi sosyal yaşantı, toplumsal aktivitelerden uzak oluşu neden olmuştu.
Kendi kendini yenilememenin sıkıntısını yaşıyordu. Köyden şehre bir akın vardı. Gelen bu göçlerin önlemini almak gerekirdi. Gecekondular her gün geçtikçe biraz daha büyüyordu. şehirli halk ile köyden gelen şehir yaşamına adapte olmayan insanlar arasında bir birbirlerinin gerek dilini gerek yaşam biçimini benimsememesi rahatsızlıklara neden olmaktaydı.
Köyden gelen, kenar mahallede yığılan gecekondu sakinleri ile alış veriş için indikleri şehir ve gerekse şehre yakın gecekondular ile aralarında bir çekişme bir itiş- kakış başlamıştı. Kavgalar dönüşen olaylar zaman zaman tüm mahallenin katılacağı boyutlara varırdı… Bazen ağır yaralananlar bile olurdu. Ardından kin dolu duygular ve düşmanlıklar sürüp giderdi. Dolaysıyla göçle gelip şehre yerleşen insanlar şehirleşmedi, beraber getirdiği köy kültürünü şehirde sürdürmeye devam etti. Burada büyük eğitim eksikliği görüldüğü gibi şehirli geçinenler, aydınlar, elit insanlar da bu durumu sahiplenemediler.