Cüneyt Gökçe
29 Eylül 2006
ınsan, yaratılmışların en saygın ve en seçkinidir. Her şeyin en güzeline ve en değerlisine layıktır. Bu yüzden, insan ve insanlık uğruna yapılan her türlü yatırım ve hizmet, faaliyetlerin en makbulü sayılır.
Yüce Yaratıcı, Kutsal Kitabında, insanoğlunun değerine dikkat çekmekte ve “Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasip ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık” [ısra (17), 70] buyurmaktadır.
Böylece, Yüce Allah, onurlandırdığı bu yaratığın şeref ve haysiyetini koruma altına almış ve onu her türlü hakaret ve küçümsemeye karşı dokunulmaz kılmıştır.
Toplumun, farklı statü ve imkânlara sahip bireylerden oluştuğu hepimizin malumudur. Kimisinin maddi durumunu, diğerlerinkinden daha farklı ve daha rahattır. ışte, sınıflar arası sevgi, saygı ve şefkat köprüsünü kurmayı hedefleyen dinimiz, imkânı geniş olan bireylerden sıkıntılı durumlarda olanlara şefkat ve merhamet; karşı taraftan da saygı ve muhabbet alışverişini amaçlamaktadır. Böylece dünya tam anlamıyla bir “kardeşlik beşiği” haline gelecek ve problemler asgari düzeye inecektir.
Evet, bireylerin dayanışma ve kaynaşmasını isteyen dinimiz, yardım etme esnasında bile insan onurunun korunmasına öncelikli önem vermiştir. Aralarında köprü kurarken bu yolun şefkat ve saygı esaslı olmasını öngörmüş ve yoksulun rencide edilmemesini esas almıştır. Hatta zekât ve sadaka verildiğinde illaki, “bu benim zekât ve sadakamdır” gibi ifadelerin kullanılmasının zorunlu olmayışı bu yüzdendir. Yani, mutlaka “zekât ve sadaka” olduğunu vurgulayıp yoksulu utandırmanın lüzumu yoktur.
Aşağıdaki ayet mealini hep birlikte dikkatlice okuyalım:
“Ey iman edenler! Yardım ettiğiniz kimselere minnet etmek ve incitmek suretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın! Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin! Onun durumu, üzerinde azıcık toprak bulunan kaygan bir kayanın durumuna benzer ki, şiddetli bir yağmur iner inmez toprağı kayıverir, cascavlak kalır. Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler. Zira Allah inkârcıları emellerine kavuşturmaz”. [Bakara (2), 264]
Bu ayet-i kerimede özellikle, “gösterişte bulunmak”, “minnet etmek” ve “incitmek” noktalarına vurgu yapıldığını ve bu hususların iyilikleri boşa çıkardığına dikkat çekildiğini görüyoruz.
şu halde, yapılacak iyiliklerin gösterişsiz, riyasız ve reklâmsız olması gerekir. Atalarımız ne güzel söylemiş: “ıyilik yap denize at; balık bilmezse, Halık bilir.”
Ayrıca, yardım dağıtım esnasında fakirlerin tartaklanması, rencide edilmesi, gönüllerinin kırılması kesinlikle hoş karşılanamaz. Kaş yapayım derken göz çıkarma türü davranışların makul karşılanabilmesi düşünülemez.
Unutulmamalıdır ki, yardım kuyruklarında özellikle yemek dağıtım yerlerinde yer alan insanların çoğu muhtaç olmazsa o sıkıntıya katlanmaz. Hatta aşırı ihtiyaçtan dolayı, kuyruklarda bazı hataları da olabilir. Bu durumda tedbirlerin alınması, gerekli ortamın sağlanması ve hazırlanması yardım organizatörlerinin işidir. Uzun lafın kısası, fakirleri incitici, horlayıcı ve küçük düşürücü davranışları haklı görecek hiçbir neden olamaz.
Gönül arzu eder ki, bu tür manzaralara sebebiyet verilmeden tıpkı Fatih’in, fermanında: “Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şehit ve şühedanın harimleri ve Medine-i ıstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizatihi kendüleri gelmeyüp yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle” cümlesiyle vurguladığı gibi; yardım ve yiyecek, önceden tespit edilen fakirin ayağına bizzat götürülsün.
Ancak bunun yapılamaması, mevcut uygulamayla fakirin horlanıp incitilmesini gerektirmez ve meşru göstermez.
ınsan onuruna yakışmayan davranışların son bulduğu bir dünya dileğiyle…