Mahmut Çepoğlu
8 Ekim 2007
Bu yazı başlığını garipseyebilir ve yaratıcı da unutulur mu diyebilirsiniz. Sinirlenebilirsiniz de ama kendinizle yüzleştiğinizde, kalbinizin ve vicdanınızın sesini dinlediğinizde bana hak vereceksiniz. Yaratıcının çeşitli dillerde çeşitli isimleri olduğunu hepimiz biliriz. Yüzlerce ismi, bin bir sıfatı olduğunu her fırsatta dile getiririz. Sıkıntıya girdiğimiz zaman ismini ve sıfatlarını yad ederek huzur bulmaya çalıştığımız hep olmuştur. Hani yaygın bir söylem var “gök gürlemeyince kul Allah Allah etmez”.
Herkes bir isimle yaratıcıyı kendine yakın bulur, zikreder, kendi diliyle onu anar, ona yakarır, dua eder, niyaz ve temennilerdi bulunur. Bu isimler ve daha başka bilmediğimiz dillerde ki isimleriyle bizlere yaratıcıyı tanıtırlar. Her milletin kendi diliyle bir isim verdiği Tanrı’yı Allah’ı, Huda’yı, Ezdam’ı, Yezdan’ı nasıl unuttuk…
Bize yaratıcı tarafından bahşedilen cüzi irade; iyiliği, kötülüğü ayırt etme, doğruyu güzeli bulma adınadır… Külli irade ise; tüm dünyayı, yeryüzünü ve gökyüzünü olmuşları, olanları ve olacakları kapsar, bu da yaratıcıya ait iradedir ki; ne zekâmız yeter, ne kavrama yeteneğimiz.
Yaratıcının bize emir, ferman buyurduğu, dahası sunduğu, emanet ettiği nice nimeti hiçe sayıp onun istemediklerini yaptık, bilerek, bilmeyerek. Zulmü reva gördük. Zalimin yanında yer aldık. Kul hakkını vermez olduk. Men edilenleri çekinmeden yaptık, günah olduğunu bile bile…. Haramdan sakınmadık. Helal nedir bilmedik. Terazi, metre, adaletli olmayı, hakkı hukuku bilemedik.
Acımadan gücümüzün yettiğine saldırdık, sövdük, vurduk, kırdık, öldürdük. Çaldık, çırptık, hile, dalavere, dolaysıyla biz tanrıyı unuttuk. Gören gözleri hiçe sayarak, bizim görmediğimiz lakin bizi görenler olduğunu umursamayarak. Yüreğimizde hissetmediğimiz yaşamıyor demek. Dolayısıyla af, merhamet, şefaat, mağfiret gibi olguların içini boşalttık.
Bize verilen yaşamın gereklerini sıradan şeyler bildik. Har vurup harman savurduk. Bunca nimetlerin bir bedeli olduğunu hiç hesaplamadık. Hesapsız yedik. Hesap ödemeyi düşünmedik.
Oysa bir lokantada dahi bunun ödenecek bir bedeli olduğunu bildiğimiz halde… Bu kadar nimeti sunan bir yaratıcıya verilecek bedel yok mu? onu düşünmedik. Yer yüzünü mülk adına bölüştük. Çevreyi kirlettik, doğayı hoyratça kullandık. Bir nefes kadar bize yakın olan tanrıyı unuttuk.
Bize emanetler verdi. Ana, baba, eş, dost, çocuk onlara yeterince kıymet vermedik. Üstümüze düşen görevlerin altında ezildiğimizin farkında bile olmadık. Ana babaya itaatti, eşimizden çocuklarımızdan sevgiyi mahrum ettik. Dostlarımızı bir yılda dahi olsa sormayı umursamadık. Yaralıya koşmadık. Hastaların hali nicedir bilmedik. Yetimin hakkını gasp ettik. Yoksula, miskine yardım elini uzatmayı çoktan unuttuk. Kimsesizi, yolcuyu sahiplenemedik. Dolayısıyla tanrı’nın buyruklarını hiçe saydık. Tanrı’nın olmadığı bir yürekte kim ne fayda umabilir ki.
Bin yıllar öncesi Hz. ıbrahim insanların taptığı, cansız, taştan yapılmış putları kırarken bir devrim yaptı. Tek tanrı inancını yayarak insanları put tapıcılıktan kurtarmaktı. Ancak bu putların bin yıllar sonra insanların yüreğinde yaşatılacağını düşünmedi mi? dersiniz. Elbette düşünmüştür. Onların yıkılabileceğinin ilk mesajını da beraberinde vermiştir.
Onun için “tanrı her yerdedir” dedi. Tanrı şüphesiz her yerde, ama artık yüreklerde değil. Yüreklerdeki servet hırsı, hasetlik, kin, öfke öyle bir köpürmektedir ki tüm insanları bu köpüğüyle boğmakta. Bir yanardağın kraterinden çıkan lavlardan insanlar kaçabiliyor. Bir tayfundan, bir selden, bir gel-git olayından canını kurtarıyor. Ama şu yürekte birikenlerden kendini hiçbir zaman kurtarmayacağı kesin. Bunun ancak sevgisiyle, merhamet etmeyle olacağını bilmiyorlar. Ne yazık ki bulmak için uğraştığımız nice çirkinliklerin yanında biz tanrı sevgisini yitirdik. Onu gönüllerden sildik. Onun yerine isyanı doldurduk. ışte onun içindir ki diyorum “biz tanrı’yı yüreğimizde öldürdük.”
Riya, kibir hasetlik, kıskançlık, fitne-fesat, yedi bitirdi bizi. Cahilliye devrinin çok gerilerine düştüğümüzün farkında değiliz. şehveti, ihtirası, şiddeti hep yüreğimizde taşıdık. Namusluluk adına işlenen namussuzluğun haddi hesabı yok artık. ışte onun için “yüreğimizdeki tanrıyı öldürdük”, diyorum. Onun yaşaması için yapılması gerekenleri çok iyi bilmemize rağmen, vicdan muhasebesi yapıp doğruları görmezlikten geliyoruz.
Bize “tüm nefisler ölümü tadacaktır” emir ve buyruğunu duymazlıktan geldik. Onu unutmak, yok saymak dahası öldürmek için ne gerekirse yaptık da biz hiç kendimizin ölümlü olduğunu ve dönüşün yine ona olacağını hiç mi hiç düşünmedik. ışte onun için diyorum. Biz tanrıyı yüreğimizde öldürdük. Ama yinede o umut kapısıdır ikiyüzlülüğü bırakıp, sığınmaktan başka çare yoktur.
*Tanrı söylemi Türkçe de kullanılmasından dolayı kullandım.