Mahmut Çepoğlu
20 Ağustos 2007
Ne Urfalı olmak bir ayrıcalık, ne şanlıurfalı olmak bir üstünlük veya bir küçümsenmedir. Ancak hala insanlarımız arasında köylü-kentli, şehirli-kırsal anlamında ayrıcalıklar konup “Urfalı ve şanlıurfalı” diye ayırma uğraşında içe dönük olanları gördükçe üzülmemek elde değil.
Hatta bu isimlerle kimi milliyetleri vurgulama anlayışı içinde olmaları birçok sıkıntının tezahürüne neden olmaktadır. Oysa adalet, ahlak ve birliktelik, sevgi ve anlayış gibi daha nice erdemlerle içselleşerek insanın insanca yaşayarak mutlu olmasına yeter sanırım.
Bazı dost bildiklerimiz sohbetlerde rastlıyoruz. yarı şaka yarı ciddi “Ben Urfalıyım. Sen şanlıurfalısın.” Peki Rehalı kim, ya da Edessalı? Yoksa aramızda Edessalı var Rehalı var da onlar hep Urfalı şahsında mı toplanıyorlar? Böyle olunca şanlıurfalı kim? Sorusunu yanıtlamaya gerek yok sanırım. Dinsel, sosyal ve siyasal hayatta feodalizmin çözülüşünü beklerken, yeniden o saflara insanların itilmesi karanlıklara davetiye göndermek olsa gerek.
Kentler, şehirler her dönemde şehrin konumu ve bulunduğu şartlar itibariyle bazı yöneticiler tarafından isimleri değiştirilmiştir. Cumhuriyet döneminden sonrada değiştirilen şehir isimlerinde kimlerinde paye var, kimilerinde (yaşamın realitesiyle bağdaşmamasına rağmen) resmi ideolojinin gereği değişimlere uğratılmıştır. Hatta bazı semt, meydan ilçe köylerde bundan nasibini almıştır.
Aynı şehirde yaşayan halkın insanları “eski” ve “yeni” diyerek saldırganlık dürtülerini aşikâr etmektedirler. Bazen bu söylemler birbirleriyle alay konusu bile edilmekte. Bunun üzerine fıkralar üretilmekte, hakaret içeren sözler söylenmektedir. Oysa eski ve yeni ayırımı yerine günün şartlarını zorlayarak çağdaş bir tavır edinmenin erdemini elde edilmesi gerekir. Eskiyi arama düşlerine kapılıp yeniliklere kapalı olmak, geçmişe sığınarak geleceğin yaşatılmayacağını bilmiyorlar.
Hala çıkmazlarda, girdaplarda sıkışın düşüncelerini yenilik getirmemeleri bir eksiklik olsa gerek. Tarihi sürecin gelişmesi nasıl farklı seyrediyorsa, insanın gelişmesi de farklı evreler seyreder.
Doğum, çocukluk evresi, gençlik, olgunluk ve yaşlılık. Dolaysıyla bu farklılıkların farkına vararak kendimizi yenilememiz gerekir. Elli yıl önceki Urfa’yı otantik yapıyı ve insanları görmek mümkün değil. Dolaysıyla sabır, tahammül ve medeni gelişmelere öncülük etmek karanlığa mum yakmanın gereğidir.
“Bunlar şanlıurfalı, biz Urfalıyız” söylemleriyle kaotik ortamlara zemin oluşturduklarının farkında değiller. Ne soylu geçmişine sığınarak övünmede fayda var, ne ölmüşlerin adını yad ederek kendine paye çıkarmanın faydası olur. Dolaysıyla yaşanılan dönemde tüm toplumların kültürüne, yaşamına örf ve adetlerine saygı duyarak birlikteliği geliştirmek gerekir. Sen tepki gösterdiğin sürece tepki alacağın gerçeğini bilmeliyiz.
Daha önceleri basit, sıradan, hafife alınan davranışlarla insanlar arasında büyük uçurumların açılmasına neden olundu. Köylünün şehre gelişine hor bakıldı. Kovuldular, sövüldüler. Bir kuşak çatışmasına vardıran sözler, sosyal yapıdaki gelişmeyi kuşaklar arasındaki barış ve dostluğu bilerek veya farkında olmayarak zedeleyici sıkıntılara neden oldular. Hala bu sıkıntıları çekiyoruz da.
Oysa gücü elinde bulunduran, işbaşında bulunanlar, bürokraside söz sahibi olanlar şehir gücünü göğüsleyerek onları yenileme uğraşı için uğraşabilirlerdi. Tersi davranışlarla onları yenilemek için uğraş verme yerine, ilgisiz ve tepkili olunca karşımıza bu gün çözülmesi zor olan sorunlar çıkmış durumda. Birikmiş bu sorunlar yerelden ulusal anlama kadar hükmetmekte olduğunu görüyoruz.