İbrahim Halil Okuyan
5 Aralık 2006
Birinci Cihan Savaşı’nda (1914-1918) çeşitli cephelerde çarpışan 20 bin Urfa’lı geri dönmemişti. Çanakkale’de harp tarihinin inanılmaz başarılarını elde eden Atatürk’ün 19’uncu Tümeninin 73’üncü Alayında görev alan 5 bin er de bunların arasındaydı. Dolayısıyla Urfa işgal edildiği zaman düşmana karşı koyacak aktif bir güçten mahrumdu. Yurdumuzun diğer bölgeleri de istilaya uğramış olduğundan yardım gelmesi mümkün değildi. Kendi yaramızı kendimizi sarmaya mecburduk. Atatürk o kara günleri büyük nutkunda şöyle anlatıyor: “Ordunun elinden silah ve cephanesi alınmış ve alınmakta. ıtilâf devletleri mütareke ahkâmına, riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesileyle itilâf donanmaları ve askeri ıstanbul’da Adana Vilayeti Fransızlar, Urfa Maraş Antep, ıngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da ıtalyan askeriyesi, Merzifon ve Samsun’da ıngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta ecnebi zabit ve memurlarla hususi adamları faaliyette. Nihayet 15 Mayıs 1919’da itilaf devletlerinin muvakafatiyle Yunan Ordusu’da ızmir’e ihraç ediliyor. Muhasım devletler Osmanlı Devlet ve memleketine maddeten ve mânen tecavüz halinde. Başsız kalmış olan millet, zûlmet ve müphemiyet içinde tecelliyata muntazır…” 1 Kasım 1919’da Urfa’ya giren Fransızlar burada ebediyen hüküm sürecekmiş gibi hareket ettiler. Zaten gelişlerini tarihi bir hak olarak ileri sürüyorlardı. 1. Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların kurmuş olduğu Urfa Kontluğu (1089-1146) kendi ırkdaşlarının, dolayısiyle Urfa Fransanınmış… Musul Atabeyi Alaeddin Zengi’nin oğlu Nurettin Mahmut ve Başkomutanı Selâhaddin-i Eyyûbi’nin kapattığı bu devir daha uzun sürseydi kimbilir daha ne haklar iddia edeceklerdi… Binlerce yıllık Türk Yurdunda 48 yıllık bir gasp meşru bir hak gibi kimbilir daha nasıl savunulacaktı. O tarihlerde Urfa nüfusunun üçte birini teşkil eden Ermeniler de haksızlık yapmada efendilerinden geri kalmıyorlardı. Sanki asırlarca onları bağrımıza basan tüm ticaret ve sanayimizi ellerine veren büyüğünü-küçüğünü musibetlerden koruyan biz değildik… Türklerin sayesinde sürdükleri sefayı cefa olarak iade ediyorlardı. Mahfuz bir kaleyi andıran evleri, kiliseleri silah ve cephane deposu haline gelmişti. Bunları bize karşı kullanmaktan adeta zevk duyuyorlardı. Fransızlar ne pahasına olursa olsun Urfa’ya hakim olmak istedikleri için Ermeni azınlığı azdırmaya önem veriyorlardı. Türklerin elinde olan mal ve emlâki onların lehine gasp ediyorlar, Devlet dairelerini kontrollerine veriyorlar, keyfi tevkifler yapıyorlardı. Ermenilerin Türklere karşı her türlü haksızlığını hoş görüyor, ufak bir mukabeleyi ise şiddetle bastırıyorlardı. Bu zulüm daha fazla devam edemezdi. Bu yurt düşmana daha fazla çiğnendirilemezdi. Mehmet Akif’in deyişi ile; “Enbiya yurdu bu toprak, şüheda zburcu bu yer, Bir yıkık türbesinin üstüne Mevla titrer… Böyle bir yurdu elinden çıkaran nesl-i şefil Yerin üstünde muhakkar, yerin altında rezil…” Urfa’lıya bundan daha iyi mesaj verilemezdi. Herkesin ruhunda patlamağa hazır bir volkanın sıkışıklığı vardı. Sakin görünen yüzler ise alabildiğine gerginleşmişti. Milli direniş hareketi gizlilik içinde yürütülüyordu. Öyle ki, şehit Nusret Beyin yerine tayin edilen Mutasarrıf Ali Rıza Bey bile Urfa’lıların durgunluğuna şaşmış, Bir yemek sırasında Belediye Reisi Hacı Mustafa Hacıkâmiloğlu’na serzenişte bulunarak “Siz Urfa’lılar güzel çiğköfte, kadayıf yer, güzel besteler söylersiniz. Bu günlerde başka yapılacak şeyler düşünmez misiniz?…” diye sormuştu. Büyük Reis Hacı Mustafa düşman işgalinden beri her yemekte boğazına düğümlenen lokmaları düşünür ama o iyi niyetli Mutasarıfa birşey söyleyemez. O’nu ertesi gece bir toplantıya çağırır ve Milli Direniş Komitesi’ni teşkil eden “Onikiler”le tanıştırır. Küçük Hacı Mustafa, Barutçu Hacı ımam, Nebozade Hacı ımam, Hacı Osman Güllü, Mollazade Hacı Mahmut, Ali şelli, Bedir Ağazade, Halil Ağa, Hacı Mustafa Güven, Komiser şakir, Binbaşı Ali Rıza Bey ve Jandarma Teğmeni Hulusi ile konuşan Mutasarrıf, durumu anlayınca bir gece evvelki sözlerinden dolayı mahçup olur. Ama artık müsterihtir. Bu kadronun öncülüğünde Urfanın elden gitmeyeceği inancı artık ruhunu sarmıştır. Aylar önce “Onikiler”in Güllü Hacı Osman’ın evinde yaptıkları ilk toplantıda Belediye Reisi Büyük Hacı Mustafa Komite Başkanı Seçilmiş ve ilk konuşmasında; “Arkadaşlar, bu yolda ya ölür, ya da Urfamızı istiklaline kavuştururuz. Davamızda sonuna kadar mücadele edeceğimize Kur’anı Kerim ve Bayrağımız üzerine hep birlikte yemin edelim..” demiş bu yemin bir ağızdan tekrarlanmıştı. Artık “Ahd’e vefa” göstermenin, mücadele bayrağını açmanın zamanı gelmişti. 29 Aralık 1919’da Urfa Jandarma Komutanlığına tayin edilen Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş) da göreve başlayınca gizli teşkilata üye olmuş ve çalışmalara katılmıştı. 7 şubat 1920 de Fransız işgal kuvvetleri Komutanlığına, Urfa ve havalisi Kuvai Milliye kumandanı imzasıyle ültümatom gönderildi: “Asırlardan beri hür ve hakim yaşamış bir millet, istilâ ve esareti kabul edemez. Wilson prensiplerine ve mütareke ahkâmına muhalif olarak, gittikçe tezayüt eden bu gaddarane zalimane istilaya karşı hukuku mukaddesemizin temin ve muhafazasına fiilen azm’etmiş bulunuyoruz. Urfa’daki misafiretinize daha fazla müsaade edebilmekliğimize imkân yoktur. Muahade-i münakideye muhalif işgalinizi şiddetle reddeder, 24 saat zarfında Urfa’yı terk etmediğiniz takdirde harekâtı kıt’aya tevessül edileceğini ve dökülecek kanların mes’uliyetinin size raci olacağını beyan ederiz. Hristiyan Vatandaşlarımızın her türlü hukuku muhafuzdur. Urfa’yı tahliyeye muvafakat ettiğiniz taktirde hududumuzun haricine kadar serbestçe gidebileceğinizi temin ederiz.” Ültümatoma “Urfa Siyasi Hakimi Sajo” imzasıyle verilen cevap oyalayıcı nitelikteydi. Fransızlar bekledikleri yardımın gelmesi için zaman kazanmak istiyorlardı. Civar vilayetlerdeki birliklerden teşebbüsler oluyor, ancak Urfa’ya girmeye muvaffak olamıyorlardı. Hatta bir seferinde Albay Norman idaresinde kuvvetli bir birlik imdada yetişecekmiş gibi olmuşsa da Urfa’daki kuvvetlere katılamayarak geri dönmek zorunda kalmıştı. Nihayet 9 şubat 1920’de mücadelenin ilk kurşunu atıldı ve Fransızlardan makinalı tüfeklerle ağır mukabele gördü. Artık ok yaydan çıkmıştı. Çarpışmalar bütün şiddetiyle devam ediyordu. 28 şubat ve 14 Mart’ta olağanüstü harp günleri yaşandı. Nihayet Urfa’lıların daralttığı çemberle Fransız karargahı ile Ermeni mahallelerinin irtibatı kesildi. Düşman kıskaca alınmıştı. Artık düşman için Urfa’yı terk etmekten başka çare yoktu. Onlar da bunu yaptılar. Ermenilere biz gidiyoruz. Ama daha kuvvetli şekilde gelip buraya yerleşeceğiz” diyerek yola koyuldular. şehrin batısına düşen “şebeke” dağı mevkiine geldiklerinde yoldan geçen köylüleri yanlış anlayarak ateş etmeleri bardağı taşıran son damla oldu. Aylardır hınç ile dolmuş halkın ve çetelerin gazabına öyle bir giriftar oldular ki, Onları kimse kurtaramadı. ıki ay durmadan Millete kan ve ateş sunmanın cezasını gördüler ve zulümlerinin bedelini canlarıyla ödediler. Hakiki sahiplerini bir tarafa iterek yurt edinmek için geldikleri Urfa onlara mezar olmuştu. Başta Sajo ve Hocer olmak üzere Fransızların yüzde 90’ı acı akibetten kurtulamamıştı. Eski Belediye reislerinden Merhum H.Reşit Rastgeldi şebeke’de gördüğü “Acı Son”u şöyle anlatıyordu: “Birkaç saat önce kanlı bir savaşın cereyan etmiş olduğu bölgede manzara son derece hazindi. Yerler ölülerle dolmuştu. Bunların çoğu Fransız müstemlekelerinin zenci askerleri idi. Ölülerin gömülmelerine nezaret ettim ve tam 1087 ölü saydım…” Tablo hazin olmakla beraber zafer kesindi. 11 Nisan 1920 sabahı “şebeke”den dönenler büyük kurtuluşu müjdeliyorlardı. Ne mutlu bugünü bize kazandıranlara… Ne mutlu ecdâdına layık olmasını bilenlere… Urfa Kurtuluş Tarihinin bu övünülecek fedakâr insanlarını Topçu Meydanına yerleştirilen bir “Abide” ile yeniden ebedileştirerek gelecek nesillere armağan eden Belediyemize, Sayın Başkan Ahmet Eşref Fakıbaba’nın şahsında teşekkür ederiz. “Onikiler”den Güllüzade Hacı Osman Efendi’nin torunu Başkan Yardımcsı ıbrahim Güllüoğlu ve Onun gibi Abideye emek veren hemşehrilerimizin gayret ve sanat çalışmalarına minnettarız. Bu çabalar da Onikiler Abidesi ile Topçu Meydanında yaşayacak, unutulmayacaktır. “Onbirnisan”ları bizlere kazandıran gazilere, şehitlere selâm olsun! Gelişmişlik ve refah kurtuluşu için gayret gösterenlere selâm olsun!..