Reşat Kızılateş
15 Ocak 2008
Avrupa’daki feodalite ile Türkiye’deki toprağa dayalı ağalık sistemi birbirine benzemekle birlikte ortaya çıkışı, üretim ilişkileri, tarihsel süreç içindeki misyonu açısından ikisi birbirinden farklıdır.
En başta Avrupa’daki feodalizmde derebeyleriyle köylüler arasında kıran kırana bir mücadelenin yaşandığını görüyoruz. Buna paralel olarak para biriktirme düşüncesiyle ortaya çıkan burjuva sınıfının mücadelesi, kapitalizmin doğmasına, kapitalizmin ortaya çıkması da emeğini satan bir sınıfın, yani işçi sınıfının oluşmasına yol açmıştır.
Bu bir tarihsel süreçtir aslında.
Türkiye bu süreci yaşayamamıştır. Türkiye’deki feodal yapı kapitalizmin gelişmesine çoğu kez engel olmuştur. Çünkü daha çok olanla yetinilmiş (statükocu), üretimden elde edilen kar yeni yatırımlara dönüştürülmemiş, toprak üzerinde çalışan insanların karın tokluğuna onlara çalışmasını sürdürmekten yana tavır alınmıştır. Orta ve Batı Anadolu’da yakın tarihte çiftçiler kısmen kapitalistleşmeye başlamışlardır. Urfa gibi yerler için bunu söylemek mümkün değildir.
Daha çok Güneydoğu Anadolu’daki feodal yapı birebir olmamakla birlikte Asya Üretim Tarzına benzemektedir. Bir üst kurum olan devletin koruyuculuğunda ve ortaklığında sistem süregelmiştir.
Konuyu fazla derinleştirmeden ve Urfa’ya geçmeden Türkiye’deki feodalizmin ortaya çıkışına bir göz atalım.
Bugün daha çok Güneydoğu Anadolu’da yaşam bulan bu feodal yapının kökenleri eskilere dayanıyor…
Bölgedeki toprakların belirli kişi ve ailelerin eline geçişi farklı şekillerde olmuştur.
Birincisi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu ele geçiren Osmanlılar Bölgede ağırlıkları olan bey ve ağalara (özellikle Kürt Beyliklerine) imtiyazlı davranarak hakim oldukları topraklar üzerinde serbestçe tasarruf etme hakkını vermiş, zamanla bu beylerin bir kısmı bu toprakları mülkiyetlerine alarak üzerinde yaşayan halkı kiracı gibi görmeye başlamışlardır…
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı toprak, yönetim ve taşra teşkilatının bozulmasıyla ağalık sistemi hızla gelişmiştir. Taşraya atanan kadı, müderris, mütasarrıf, tımarlı sipahi, ayan gibi memur ve askerlerin bulundukları bölgedeki toprakları üzerine geçirmesi, bunların çocuklarının da aynı topraklardan yararlanması feodal yapının oluşmasına yol açan ikinci önemli olaydır.
Özellikle bu ikinci yolla uzun süre toprak sahibi olma geleneği devam etmiştir.
1960’lı yıllara kadar hazine arazilerine el koyma girişimine sıkça rastlanmaktadır!..
Mevcut hükümetler oy kaygılarıyla mevcut duruma göz yummuş, hatta devlet memurlarıyla bu toprak sahipleri arasında sıkı bir yakınlık görülmüştür. Sisteme direnen memurlar tasfiye edilmiş ve bölgeden uzaklaştırılmıştır.
1967’de Viranşehir’de haksızca el konulan 8 bin dönüm toprağı köylülere dağıtmak isteyen kaymakamın başına gelenler ilginçtir. Devlete ait bir çiftliğin belirli şahıslara verilmesi için bizzat malmüdürü tarafından kaymakama 5 bin lira rüşvet teklif edilmiş!…O kadar ki memurlarına güvenmeyen Kaymakam dönemin Urfa Valisi ile yazışmalarını bizzat el yazısı ile yapmıştır.
Çok ilginçtir ki bu olaylar kaymakamın intiharına kadar gitmiştir.
Dönemin Urfa Valisi Kemalettin Gazezoğlu bile Urfa’daki ağalığın ulaştığı boyutlardan yakınmış ve o günlerde şöyle bir açıklamada bulunmuş; “… Urfa’da geniş araziler mahdut ellerde bulunur. Bunlara ağa tabir edilir. ıki çeşit ağa vardır: 1-Miras veya satın alma yoluyla arazi sahibi olan ağalar. 2- Devletin özel mülkiyetinde bulunan geniş arazileri türlü yollarla (!) elde eden gayri meşru ağalar…”(Doğan Avcıoğlu,Türkiye’nin Düzeni,ıkinci Kitap,s.661-663)
Feodal yapıdan kapitalizme geçişte yaşanan zorluklar ülkenin sanayi devrimini gerçekleştirememesine de yol açmıştır.
feodal üretim tarzında ısrar ve hükümetlerin oy kaygısıyla mevcut duruma dokunamaması demokrasinin de gelişmesine engel olmuştur.
Urfa başta olmak üzere bir çok bölgede seçim sandıklarından tulum çıkması feodal beylerin işaret ettiği partilere gözü kapalı oy verilmesinden kaynaklanır.
Yaşanan olumsuzlukları tamamen bu feodal yapıya bağlamak da doğru değil ancak demokrasinin, özgürlüklerin, fırsat eşitliğinin yeterince yaşanamamasında bu -yeri gelince- siyasallaşan yaşam tarzının etkisi büyüktür…
Bir sonraki yazımızda Urfa’daki feodal yapının karekteri üzerinde duracağız!