İbrahim Halil Okuyan
9 Haziran 2006
Bir Ülke diktatörlükle idare edilmiyor, “aşiret devleti” de değilse ve ideal bir devlet şekil olarak demokratik Cumhuriyetle idare ediliyorsa o ülke bahtiyardır. Hele devlet adamları çağın gereklerine göre yetişmiş, birikimli kişilerden oluşuyorsa mutlaka dünyada saygın, itibarlı bir devlet modeli olmuştur ve o Ülkeye imrenilir. Devletin adamları ise dünya çapında değer kazanır. Yakın tarihimizi gözlemleyecek olursak bizde de dünya çapında değerli insanların yetişmiş olduğunu görürüz. Sultanlık, hanedanlık dönemlerinde, yetişmiş çok değerli insanlarımız da olmuştur. Bunların mutlaka devlet idaresini sağlayacak bir kültürleri vardı. Bunun yanında hariciyede görev alan insanların dil bilmeleri, hazırcevap, nüktedan olmaları, ülkelerini şerefle temsil etmeleri, skandalların içinde olmamaları arzu edilirdi ve bugün de dışişlerinde herhalde bu özelliklere dikkat edilmektedir. Yakın tarihimizin Tanzimat döneminde çağımıza göre de, çağının ilerisinde mükemmel bir hariciyeci yetişmiş, meselleri uzun yıllar takdirle anılmıştır. Keçecizade Fuat Paşa(1815-1869) Tanzimat devrinin bu ünlü devlet adamı Tıp tahsilinden sonra çeşitli memuriyetlerde bulunmuş, büyükelçilik, hariciye nazırlığı, sera askerlik ve sadrazamlık yapmış, yolsuzluklarla mücadele etmiştir. Galatasaray Lisesinin kuruluşunda ve şirket-i Hayriye’nin temelinin oluşmasında önemli hizmetlerde bulunmuştur. Cevdet Paşa ile birlikte ilk “Osmanlı Grameri”ni hazırlayanlardan biride O’dur. Dışişleri Bakanlığı yaptığı sıralarda birgün bir toplantıda “Dünyanın en kuvvetli devleti hangisidir?” diye bir soru ortaya atılır. Merhum Fuat Paşa; “Osmanlı Devletidir” der. O yıllarda Ülkemiz Avrupa’da “Hasta Adam” olarak vasıflandırılıyor, Fuat Paşa’nın cevabını teyid etmiyor gibiydi… Ama Paşa açıklamasını herkese kabul ettirecek derecede güzel yaptı. “Asırlardır Osmanlıyı siz dışarıdan, biz içeriden yıkmak için uğraşıyoruz. Bir türlü yıkamadık.” gerçekten de öyle olmadı mı?.. Başka bir gün de ıngiliz Büyükelçisi eski Osmanlı evlerinin dış duvarlarına asılan; “Yâ Hafîz” (Muhafaza eden Allah c.c.) levhalarını görünce Keçecizade Fuat Paşa’ya bunların ne olduğunu sormuş, cevap ıngiliz’in en iyi şekilde anlayacağı tarzdadır: “Bunlar Osmanlı Sigorta şirketinin levhalarıdır..” Evet, nakil vasıtalarımızı da “Maşallah, Allah Korusun!..” şeklinde sigorta(!) ediyoruz ama primi(!)ni yatırma alışkanlığımız da olsa ne güzel olur… Dil bilen, âdap-erkân bilen, akıllı toleranslı, hazırcevap devlet adamlarımız her zaman, her devirde Ülkemize puan kazandırmasını bilmişlerdir. Bunların sayıları çoktur ve meselleri anlatılmakla bitmez. Tarih sayfalarında bunlara da rastlamak insana ayrı bir zevk ve gurur veriyor.