Mahmut Çepoğlu
17 Nisan 2006
Devletten habersiz yapılan tüm işlere kaçakçılık, bu işi yapan kişilere de kaçakçı denir. Bununla ilgili yasalar olmasına rağmen bir şekilde insanlar bile bile suç işlediklerini, bunun için her türlü müeyyideyi göze aldıklarını görüyoruz. Silah kaçakçısı, vergi kaçakçısı, eroin kaçakçısı şeklinde bu isimler uzatılabiliriz. Hayali ihracat yapanlar, usulsüz kredi alıp bankaların içini boşaltanların da ismi de kaçakçı. Esas kaçakçılık dediğimiz meslek, devletler arasında çizilmiş sınırları aşıp gizli yollardan çeşitli mal ve emtiayı geçirmeye denir. Özellikle bu mesleği yapanlar daha çok devletin sınırına yakın il ilçe ve köylerde oturanlar yapardı. ılimize en yakın Suriye hududu var. Bu sınırdan öteden beri hatırlıyorum. ıpek, eski giysiler, ( ceket, pantolon, palto v.s) el feneri getirildiği gibi, çay, gazyağı, şeker, cığara ve cığara kağıdı gibi tüketilen maddeler çoğunluktaydı. ışte bundandır ki biz çaya hala “kaçak çay” ismini vermekteyiz. Çayı “tekel” yada “kaçak” deyip birbirinden ayırt etmekteyiz. Hudut boyunda yapılan kaçakçılık bir yürek işidir. Cesaretli ve gözü pek insanların seçtiği bir meslekti. Aslında ekmek parası, nafaka, kör boğaz uğruna yapılmayacak şeyler yoktur. Hani “boğazını bıçağa sürtmek” deyimi tam bu kaçakçılık mesleği için söylenmiştir. Kaçakçılık mesleğinde korkuya yer yoktur. Onun için kaçakçılar oturduğu kahvelerde, odalarda, topluluklarda, cemaatlerde saygı görürlerdi. Hududu geçerken başından geçen olayları anlatırken övündüğü gibi, sıkıntısını, can korkusunu anlatmadan edemezlerdi. Yol arkadaşlarına yaptıkları yardımları, kahramanlıkları anlatmadan edemezlerdi. Herkes onları can kulağıyla dinler. Kimisi yapılan işlerin yanlışlığından ders alırken, kimileri onların yaptıklarına hayran kalır, maceraya özenenler de hani yok değildi. Hele ihbar konusu geçince adeta kin, nefret gözlerinden fışkırır. ıhbarcının haber alması ve vermesi ile birlikte jandarmanın, polisin takibinden kurtulmak başlı başına bir maharetti. ıhbarcılar toplumda tanınır bilinirlerdi. “Yuva yıkanın yuvası olmaz” derlerdi. Halkımız ihbarcılarla dostluk kurmaz, çocukları dahi onların çocukları ile oynamazlardı. Çoğu zaman yaptıkları işin bedelini canlarıyla öderlerdi. ıkinci bir kaçakçılık vardı ki bu hudut boyunda değil, ülkemizin sınırları içinde yapılırdı. Yöremizde en çok bu tütün içildiği için, bunun kaçakçılığı yalnız ilimize mahsustur diyebilirim. Bu tütün ülke içindeki çeşitli illerde ekilen tütünün yine gizli yollardan kaçakçılık tabir ettiğimiz şekilde atlarla, daha sonra çeşitli vasıtalarla ilimize kadar ulaştırılırdı. Bu tütün kaçakçılığı da hudut boyundaki kaçakçılıktan geri kalan yanı yoktu. Dağ yolları kullanılır, karakollar aşılır, jandarmalardan saklanılır, kimi zamanlar çatışmaya girilir, derken şehir içi yollarda, satışlarda bu kez polisin kovalaması başlardı. Bu serancamda vurulmalar, yaralanmalar, trafik kazaları ile biten ölümler çoğu aileyi gözü yaşlı, gelinleri dul çocukları yetim bıraktı. Tütünün, çayın satıldığı mekanlar aşağı çarşı tabir ettiğimiz, şehrin tarihi ve otantik yapıları ile çevrili alanlardı. Eski elbiseler dükkanlara girdikten sonra kimse karışmazdı. Ama çay, tütün öyle değildi. Tütün ve çay satıcıların şehir içindeki kovalamalarına defalarca tanıklık ettim. Zaman geldi çay, tütün kaçakçılığı tarihe karıştı. şimdi “kaçak çay” diye tabir edilen çay artık ithal edilmekte. Konteynirlerle, çay, çuval çuval tütün, deste deste cığara kağıtları sokak başlarında faturalı satılmakta. Bizim koçlu kaçakçı diye tabir ettiğimiz oyun nasıl tarihe karıştıysa hala alışamadığımız yasak dolu levhalar bir gün mutlaka toprağa gömülecektir. Eski kaçakçılar başlarını kaldırsalar inanmayacaklar. Demek ki istenirse bazı şeyler yapıla biliniyormuş. Hangi Urfalı iş adamının kimliğini yoklasan kaçakçılıktan bir iz bulursun. Bu günlerin huzuru mutluluğunu onlara sormak lazım… Türkiye’nin yolu aydın ufuklara doğru açılması hepimizin arzusu…