İbrahim Halil Okuyan
3 Haziran 2009
VERİLER
22-24 Mayıs tarihlerinde, bir tur firmasıyla, komşu ülke Suriye’ye bir gezi yaptık.
Suriye’nin para birimi Suriye Lirası. 1 dolar 50 Suriye Lirası.1 TL 30 Suriye Lirası yaklaşık olarak. Suriye’de kredi kartı kullanımı çok sınırlı kısaca yok.
Alışverişlerde pazarlık yapılmalı. İlk fiyattan bazen yüzde 60-70 e kadar ucuza alabiliyorsunuz. Dükkânlarda genelde genç insanlar var.
Resmi dil Arapça. İngilizce, Fransızca ve Türkçe bilen kişilere de sık rastlanıyor.
Suriye halkının büyük bir bölümü Sünni, bir kısmı da Şii Müslüman’dır. Özellikle büyük şehirlerde kalabalık Hıristiyan cemaatleri yaşamakta dır.
Kanaatim odur ki; bir toplumda çeşitli dini görüşte insanlar varsa daha geniş bir hoşgörü ortamı olmakta ve aynı dinin hâkim olduğu memleketlerdeki dinsel bölünmeler (cemaatler) olmamaktadır.
Bu topraklardaki insanlar Osmanlı bayrağı altında 400 yıl beraber yaşadığımız insanlardır. Beklentim odur ki yakın zamanda Avrupa da olduğu gibi bu ülkelerle aramızdaki sınırlar sadece fiziki olarak kalır ve iç içe yoğun bir ticari ilişkilere gireriz. Suriye’nin pek çok ihtiyacını karşılayabiliriz. Böyle bir durum Şanlıurfa ekonomisine çok önemli katkılar sağlar.
Suriye’de Cuma ve cumartesi günleri resmi tatil günü.
Suriye petrol yönünden kendine yeten bir ülke.
İhracatının büyük bir kısmı da petrolden.
Özellikle Hama şehri civarında petrol rafinerileri ve termik santraller gördük.
Elektrik fiyatları çok ucuz.
Son yıllarda Türk firmalarına yerli ortak olmadan da fabrika kurma izni veriyorlarmış.
Benzin Türkiye’deki fiyatın % 20 si civarında. Ancak enerji çok hor kullanılıyor.
Klimalar çok eski modeller, Kullanılan ampuller çok enerji tüketen cinslerden.
Araçlar genelde Japon, Çin ve Kore arabaları.
Biz neden bu komşu ülkeye kendi arabalarımızı satamıyoruz?.
Suriye’de, Rusya’nın etkileri görülüyor.
Askeri araçları gördüm çok hantal ve eski.
Dış borçlarının fazla olmadığını söylediler bu çok olumlu bir husus.
ŞAM
Şam, (Arapça: (Dimeşk) ya da Eş-şam), Suriye’nin en büyük şehri olup, aynı zamanda başkentidir.
Dünya tarihi boyunca, hiç aralıksız en uzun süre kullanılan şehir olarak anılır.(Antik Tarihe göre) Merkez nüfusu yaklaşık 4 milyon olup civar nüfus ile birlikte 6,5 milyona ulaşır.
1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Suriye’yi ele geçirmesiyle oluşturulan Şam vilayetinin merkezi haline gelen Şam kenti, hac yolu üzerindeki toplanma noktası olması nedeniyle de ticari yönden önemini korumuştur.
Fransız sömürgesi yıllarında çok sayıda tahribata ve yağmalamaya uğramıştır.
1946 yılındaki ayaklanmayla Fransız sömürgesinden kurtulmuş ve Suriye’nin başkenti olmuştur.
Emeviler, devrinde dünyanın kültür ve medeniyet merkezi olması sebebi ile mimari yapısı bi hayli gelişkindi, kent mimarisinde Arap, Yunan ve Roma etkileri görülürdü.
Dünyadaki ilk modern park örnekleri burada görülmüştür ve buradan ispanyaya ve oradan Avrupa’nın tamamına taşınmıştır.
Fakat uğradığı Moğol saldırılarından dolayı çoğu eserini kaybetmiştir.
Osmanlılar, şehri ele geçirdikten sonra buraya pek çok tarihi bina kazandırmışlardır. Ve şehrin en güzel yapıtlarından biri olan tren garını Osmanlılar yapmıştır.
Modern Şam,2000 li yıllarda aşırı gelişme gösteren Şam şu anda iki bölümden oluşmaktadır, Yeni Şam ve Eski Şam. Eski Şam şehir merkezinde tarihi yapıların olduğu klasik kesimdir. Yeni Şam ise merkezin etrafını saran yer yer merkeze biraz uzak modern yapıda binalar ve şehir düzenlemesine sahip yerlerdir.
Öğle zamanı Şam civarında güzel bir otele yerleştik.
Ve hemen Şam’daki gezi programı başladı.
İlk ziyaret yeri, Muhyiddin-i Arabi hazretlerinin türbesinin olduğu cami idi.
“Muhiddin-i Arabî ” :Mükemmel bir dini ve fenni ilim tahsili yapan, İspanya Endülüs doğumlu Muhiddin-i Arabî Hz.leri, kendisinden yüzlerce sene ortaya çıkacak olan telgrafın çalışma tekniğini bildirmiştir.
Yüzlerce yıl sonra Edison kendisinden “üstadım ”diye bahsetmiştir.
Şam’da kalbi para sevgisi ile dolu bir gurup kimseye;
” Sin, Şın’a gelince, Muhiddin’in kabri ortaya çıkar. Sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır.” Dedi ve bu sözü tarihe geçti.
Ama onu anlamadılar ve şehit ettiler.
Ona düşman olanlar, mezarının üzerini çöplerle doldurdular. Aradan yıllar geçti.
Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han Şam’a geldi. Kabrini buldurup üzerindeki çöplerden temizletti. Üzerine bir türbe yaptırdı.
Muhiddin Arabî’nin ölmeden önce sizin taptığınız benim ayağımın altındadır dediği yeri kazdırdı. Kazılan yerden bir küp altın çıktı.
Böylelikle Muhiddin Arabî’nin “siz Allahü Teâlâ’ya değil de paraya tapıyorsunuz” dediği anlaşıldı.
“Sin, Şın’a gelince” sözünün de ne anlama geldiği böylelikle ortaya çıkmış oluyordu.
Muhiddin Arabî Arapça olarak Sin harfiyle Selim’i; Sın harfiyle ise Şam’ı ifade etmişti. Kehanetinin tüm ayrıntıları böylelikle ortaya çıkmış oluyordu…
İslam düşünürleri ve âlimleri arasında ayrıcalıklı bir yeri olan Muhiddin Arabî, geçmiş ve gelecek hakkında verdiği bilgilerle de kendisinden söz ettirmiştir.
Geçmiş ve gelecekle ilgili bilgilerin de yer aldığı 500’den fazla eseri bulunmaktadır.
“Maddi hayata meyledenler için hayat deniz suyu içmeye benzer, içtikçe susarlar, susadıkça içerler”.
“Hakikatte Arş ve Beytullâh, Allah’ı bilen arifin kalbidir.”
“ Hakk’ın Rahmeti bizim günahlarımızdan büyüktür”.
Muhiddin Arabî’nin sözlerinden örnek olarak verilebilir.
Ve sırada “Seyyide Zeynep (r.a.) camii ve türbesi”(bir rivayete göre makamı).
Seyide Zeynep (r.a.) :Peygamber Efendimizin torunu, Hz.Ali ve Hz.Fatma’nın kızları, İmam-ı Hasan ve Hüseyin’in kız kardeşidir. Kerbela vakasını bizzat yaşamış, Yezide kafa tutmuş ve çok acılar çekmiş, bütün yakınlarının ölümünü izlemiş bir insan.
Camii daha uzaktan insanı büyülüyor. Kubbesi altından ve 5 ton. İçinde de 2 ton altın ve gümüş kullanılmış. İçerisinde duvarlar tamamen kristallerle kaplı. Minareler muhteşem. Ahşap işçiliği inanılmaz insan büyüleniyor olmaz böyle bir şey.
Seyyide Zeynep Türbesi ve Camii, geniş avlusu, çeşmeleriyle ferah ve elbette İran kültürüne aşina olanları şaşırtamayacak denli şâşaalı. Kristallerden yansıyan gümüşî parıltı, büyük bir kubbe, süslü revaklarla çevrili avlu, 1365 yıldır dinmeyen yası hafifletmek ister gibi…
Türbede her daim izdiham var. Herkes, Seyyide Zeynep’in demir parmaklıklarla çevrili kabrine dokunabilmek için çabalıyor; ama parmaklıklara sıkı sıkıya tutunanları oradan ayırmak epey güç. Gözyaşları içinde dua ediyor, yanlarında getirdikleri kumaş parçalarını, türbeye sürtüyor, parmaklıklara çaput bağlıyorlar.
Artık ayrılma vakti geldiğinde ise yüzleri yine türbeye dönük, giriş kapısına doğru ilerliyor ve son bir hürmet gösterisi olarak kapıyı öpüyorlar.
Türbenin önü de en az içi kadar kalabalık. Kur’an okuyan kadınların sesi, Farisî ağıtlara karışıyor.
Seyyide Zeynep Türbesi’nde çalışan görevliler, avluda meyve yiyenleri ve fotoğraf çekenleri sertçe uyarıyor, ayakkabıları numaralı dolaplara kilitliyor, giriş ve çıkışların düzenli olması için kadınları yönlendiriyor, hâsılı tertip ve nizam adına Şam halkının pek de aşina olmadığı hatta belki de hoşlanmadığı kuralcı bir yaklaşım sergiliyor.
İran’dan gelenler vardı, sanki bugün olmuş gibi yas tutuyorlardı.
“HANGİ GÜZEL YÜZDÜR Kİ TOPRAK OLMADI!..
HANGİ CEYLAN GÖZDÜR Kİ YERE AKMADI!..”