Remzi Mızrah
14 Eylül 2009
Birkaç gündür televizyon ekranlarından, gazete sayfalarından İstanbul’u vuran sel felaketini içimiz yanarak izleyip duruyoruz. Bu doğal afete 31 insanımızı kurban verdik. Can kayıpları yanında çok dillendirilmese de önemli bir ekonomik kayıpta söz konusu.
İkitelli-Silivri bölgesini etkiyen bu felaket ilk değil. İsmini halk arasında saygı gören bir Hıristiyan azizinden alan Ayamama deresi daha öncede 1995 ve 2004 yıllarında taşarak can ve mal kaybına sebep olmuştur.
Derenin bu defaki taşkınlığı, yılların ihmalini içinde barındıran alt yapı eksikliği- yanlış şehirleşme ve son 80 yılın en yüksek yağış oranıyla da birleşerek ülkemize son zamanların en büyük felaketini yaşatmıştır. Sonuç 31 can kaybı ve milyarlarca liralık ekonomik kayıp.
Sel felaketleri Anadolu’nun birçok bölgesinde görülmektedir. Tarihi şehrimiz Urfa’da sel felaketinin sel tehlikesini her daim var olduğu bir yerleşimdir. En yakın zamanlısını üç yıl önce Ceylanpınar ilçemiz yaşadı.
Sel baskınları Urfa için çok yabancı olmadığı bir doğal felakettir. Tarihsel süreçte bu coğrafya sel felaketini birçok kez yaşamıştır. İlk sel felaketinin tarihini kronikçiler MS 201 yılı olarak kayıt altına almışlardır. Daha sonra sırasıyla MS 303, 413, 525, 667, 740, 835 ve 1103 yıllarında can ve mal kaybına sebep olan 7 sel felaketi daha yaşanmıştır Urfa’da.
Bu baskınların en büyüğü 22 Nisan 525’teki sel baskınıdır. Bu baskında şehirdeki çok sayıda bina yıkılmış ve 30.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu felakette şehir büyük zarar görünce imparator Justinianus şehirde imar faaliyetlerinde bulunmak için İstanbul’dan mühendisler göndermiştir. Yapılan çalışmalarla nehrin akış yönünü değiştiren, bugün Karakoyun diye bildiğimiz hendekler kazılarak yapay bir dere yatağı oluşturulmuş, taşkınların önünü kesmek için İmpatorun adıyla anılan ünlü su bendi yapılmıştır. Daysan nehri sur dışından akıtılarak sel riski büyük oranda azaltılmıştır. Bu bend şehri uzun bir süre sel baskınlarından korumuşsa da daha sonraki dönemlerde gerekli onarımlar yapılmadığı için şehir tekrar su baskınlarıyla karşılaşmıştır.
Tarihte kayıtlı bu bilgiler doğal felaketlerden biri olan sel baskınlarının bizim içinde pek uzak olmadığını göstermektedir. Bu tip felaketlerin sayısı ve şiddeti son yarım yüzyılda büyük bir artış göstermiştir.
İnsanoğlunun doğaya acımasızca müdahalesi çevre felaketlerinin önünü açmış, iklim değişikleriyle birlikte düzenini bozduğumuz tabiat ana bizi cezalandırmaya başlamıştır. Bir yılda yağması gereken yağışın önemli bir kısmının 48 saat içinde düşmesinin başka bir izahı olamaz.
Felaketin yaşandığı İkitelli-Silivri bölgesinde 1978 yılında da çok büyük bir sel baskını olmasına rağmen, yeşil alanların fazla olması, dere yatağında yapılaşmaların olmaması baskının etkisini azaltmıştır.
Kısacası biz doğaya karşı saygımızı kaybedip dengesine müdahale ettiğimiz sürece doğada bize karşı saygısını yitiriyor işlediğimiz suça karşı bizi cezalandırıyor. Ne kadar ağır bir suç, o kadar ağır bir ceza ilkesi işlemeye başlıyor.
Son bir hatırlatma Halepli bahçe Daysan nehrinin eski yatağıdır, bu nedenle burada çeşitli kesimlerce dile getirilen arkeopark projesinin çokta isabetli olmadığını düşünüyorum.
“Su Akar, Yatağını Bulur” atasözü boşuna söylenmemiştir herhalde.
Siz ne dersiniz?