Cüneyt Gökçe
22 Ocak 2010
Hucurat suresinde yer alan önemli prensip ve ilkelerden bir tanesi de inanç kardeşliğine işaret ve bu kardeşliğin gereği olarak da sulh içinde yaşamaya vurgu yapmak hususu gelmektedir. Diğer taraftan toplumu sıkıntıya sokan ve düşmanlık tohumlarını eken önemli bir hastalık daha vardır ki, o da insanların birbirlerini küçümsemeleri, hafife almaları ve tepeden bakmaları hususudur. Ayrıca kötü isimlendirmeler ve lakap takmalar da ciddi problemlere yer açar ve düşmanlıklara sebebiyet verir. Bu tür hatalarda bulunanların hemencecik pişmanlık göstermeleri ve Allah’tan af dilemeleri gerekir. İlgili ayetlere bir göz atalım:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. Ey iman edenler, bir kavim bir başka kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi kendi kendinizi yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi ‘olmadık-kötü lakaplarla’ çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tövbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.” (Hucurat: 10-11)
İnsanların bir birleriyle ilgili kötü zan içinde olmaları, birbirlerinin kusurlarını araştırmaları, birbirlerini arkadan çekiştirmeleri onları birbirlerinden uzaklaştırır. İşte ayet-i kerime:
“Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın(arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat: 12)
Gıybet ve dedikodunun ölmüş eti yeme olayına benzetilmesi çok dikkat çekicidir. Bu eylem o kadar çirkin bir özelliğe sahiptir ki, iğrençliğin en üst dozajıyla vurgulanmış. Şunu da unutmayalım ki, kişinin arkasından rahatsız olacak şekilde kendisinden söz edilmesi gıybettir. Bu dedikodu yalan ise o zaman iftira olur.
İnsanlar gerçek mahiyetleri ve Allah katındaki durumları ise şu net ifadelerle dile getirilmektedir:
“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve ’birbirinizi tanımanız ve tanışmanız’ için sizi halklar ve kabileler şeklinde kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün ve kerim olanınız, ırk, renk, soy ve servetçe değil takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurat: 13)
Şu halde insanların mensup oldukları ırk, renk, dil ve coğrafyaları dolayısıyla övünmeleri doğru olmadığı gibi; övünmeleri de doğru değildir.
Allah bütün insanları aynı anne-babadan yarattığına göre O’nun nezdinde, detay mensubiyetler değil; asıl nispetler bir anlam ifade eder. Bu durumda insanların, kendilerini ırk, dil ve renkleri dolayısıyla üstün ve ayrıcalıklı görmeleri İslam’a aykırıdır. Hz Peygamberin de işaretiyle Arap’ın aceme, acemin de Arap’a her hangi bir üstünlüğü söz konusu değildir. Üstünlüğün ölçüsü takvadır, sorumluluk bilincidir, takvadır.
Uzun sözün kısası, birbirimizle kaynaşmaktan başka çaremiz olmadığı gibi; birbirimize düşmanlık yapma lüksümüz de yoktur.
Kardeşiz, biriz, beraberiz.
Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için…