Cüneyt Gökçe
18 Aralık 2009
Beyefendi aslen Rizeli ve İstanbul’da ikamet ediyor. Askerlik görev yeri Siverek olarak belirlenen delikanlı çocuğunu askerlik ocağına teslim etmeye gelmiş. Ciğerparesini yalnız göndermeye gönlü el vermemiş; hatta çocuğun annesini yani kendi eşini de yanına alarak ailecek buralara gelmişler. Kuşkusuz, gelip görünceye kadar kim bilir içlerinden neler geçirmişler ve buraları zihinlerinde nasıl canlandırmışlar. İsterseniz bundan sonrasını bizzat kendisinden dinleyelim:
“Çok farklı duygularla indiğimiz Siverek’te ilk iş olarak ikindi namazımızı bir camide eda edelim istedik. Ancak vardığımız cami kapalı idi. Vakit sıkıştığından dolayı çaresizlik içerisinde rasgele bir evin kapısını çaldık. Bizi karşılayan hanımefendiye meramımızı ifade ettik. Bizi içeri aldı. Abdestlerimizi tazelememize yardımcı oldu. Zar-zor anlaşabiliyorduk ama canla başla ve severek bize hizmet ettiği her halinden belliydi. Meğerse o arada bey efendisine de haber verip eve çağırmış. Namazlarımızı eda ettikten sonra müsaade istedik. Ancak: ‘Kesinlikle müsaade yok; bir şeyler atıştırmadan nereye gideceksiniz. Bunun imkanı yok’ dediler. Sofralar kuruldu. Allah ne kısmet ettiyse üzerine kondu ve beraberce muhabbet içerisinde yemeğimizi yedik. Çay faslında muhabbeti koyulaştırdık. Tanıştık, kaynaştık.”
Şaşkınlığını gizleyemeyen misafir bey efendi sözlerine şöyle devam ediyor:
“Tam bu esnada kendimden utandım. İçimden geçirdiğim ham hayallere üzüldüm. Nasıl da birbirimizden koparılmaya gayret edilmiş; oysa bizi değişik özelliklerde yaratan yüce Mevla tanışıp kaynaşmamız için bizleri farklı meydana getirdiğini söylüyor. Nasıl da peşin hüküm ve ön yargılarla kandırılmışız. Güzelim memleketi hayalistanımızda mezaristan yapmışız. Kırk yıl ahbap edasıyla birbirimize sarıldık. Kaynaştık da kaynaştık. Kendi köyümüzde ya da mahallemizde ve kendi akrabalarımız arasında göremediğimiz bir insanlık örneğiyle karşı karşıya idik. Ev sahibi beyefendiye:
— Çayımızı da içtik, meyvemizi de yedik; artık izin verseniz de çocuğu teslim etmeye gitsek, dedik. Beyefendinin kısaca ve kararlı cevabı şu oldu:
— Tamam da beraber gideceğiz…
“Her ne kadar: ‘Zahmet etmeyin, tarif etseniz yeter’ dediysek de bizimle beraber şehrin içindeki birliğe kadar geldiler. Adından Şanlıurfa’ya gitmek istediğimizi ifade edince bizi uğurladıktan sonra evlerine döndüler. Ancak o şekilde rahat etiler. Anlaşılan huzur ve saadeti hizmette görüyorlardı. Çok mutlu oldukları simalarından rahatlıkla okunuyordu. İki saat kadar sonra cep telefonumun zili çaldı. Yine kadirşinas Siverekli dostumuzdu. Şanlıurfa’ya ulaşıp ulaşmadığımızı, rahat edip etmediğimizi, yerleşip yerleşmediğimizi soruyordu. Aman Allah’ım, bu güzel adet, bu ne yüce insanlık, bu ne asil davranış!”
Evet kıymetli okuyucu, bu asil davranışa daha ne ilave edelim ki!
Anlaşılan ülkenin huzurunu ve ilerlemesini istemeyen birileri, bu insanları hayali senaryolarla birbirlerine düşman yapmışlar. Ürkütmüşler, korkutmuşlar. Oysa hepimiz birbirlerini kenetleyen ve birbirlerine destek veren aynı binanın temel unsurları gibiyiz. Et-tırnak hükmündeyiz. Ancak, birilerinin kendilerini “birinci sınıf ve imtiyazlı vatandaş” olarak ilan etmesi huzurumuzu bozdu. Kardeşliğimize zarar verdi.
Aman ha, biz birimiz için varız!