Cüneyt Gökçe
10 Ocak 2016
Kültürümüzde
âlim, fazıl ve saygın hoca efendilere bir saygı ifadesi olarak “Seyda”
denilmektedir.
Bugünkü
yazımızda Seyda’m ile ilgili bir hatırayı siz değerli okurlarımla paylaşmak
istedim:
Seyda’nın
yanında oturuyor sohbetini dinliyorduk. Komşu köyden bir beyefendi,
bulunduğumuz meclise girdi; selam verip oturduktan sonra Seyda’ya hitaben:
Seyda,
satılık bir ineğiniz varmış; özelliklerinden bahseder misiniz; satın almak
istiyorum, dedi. Seyda: Evet doğrudur, cevabını verdikten sonra ineğin
özelliklerini şu şekilde sıraladı:
Birincisi,
ineğimiz doğum yaptıktan sonra buzağısını reddediyor; hiç yanaştırmıyor.
İkinci
özelliği, çok az süt veriyor.
Üçüncüsü,
akşam dönüşünde sığır sürüsünün gerisinde kalıyor.
Dördüncü
özelliği ise, bir ara ayağı kırılmıştı, hayvan kırıkçısına tedavi ettirdik…
Bu
ifadeleri Seyda’dan duyan vatandaşın hemen kalkıp gitmesini veya en azından
inek alışverişi muhabbetinden vazgeçeceğini bekliyorduk. Ancak yanılmıştık.
Seyda’nın bu samimi açıklamalarını duyan misafirin karşı cevabı şu oldu:
Tamam
Seyda, kabulümdür…
Geçekten
şaşırmıştık… Belli bir fiyatta anlaştılar. Ödemesini yaptıktan sonra ineğini
önüne katıp köyüne doğru gitti. Bir-iki ay sonra yine Seyda ile beraber oturuyorken
aynı adam güler yüzle tekrar çıkageldi. Selam-kelamdan sonra aşk ve heyecanla
şu sözler ağzından döküldü:
Seyda,
ineğimiz çok güzel bir yavru dünyaya getirdi. Mübarek hayvan yavrusuna o kadar
bağlı ki, sanki kırk yıllık ahbabı. Ayrıca, bugüne kadar böyle sütü bol ve
bereketli bir ineğe sahip olmamışız. Sürünün arkasında kalması da söz konusu
değil. Geriye tedavi ettirdiğinizi söylediğiniz ayak meselesi kaldı ki, bunun
ne bize ne de ineğe hiçbir zararı yok; farkında bile değiliz… Seyda, Allah sizden
razı olsun. Sayenizde çoluk-çocuk refaha kavuştu. Evimiz bereketlendi…
İyi
niyetli ehl-i kalp vatandaş teslimiyetinin mükâfatını aldığı gibi, Seyda da
dürüstlük, şeffaflık ve doğruluğun serfirazlığını yaşıyordu. Başı dimdikti.
Gönlü rahat, kalbi rahat, vicdanı rahattı. Bu rahatlıkla beraber çevresine de
çok büyük, anlamlı ve güzel bir ders vermişti…
Alışverişlerimizde
muhatabımızı kandırmamak ve yanıltmamak ıslamiyet ve insaniyetin gereğidir.
Malımızın taşıdığı özellikleri, abartmadan ve kusurunu gizlemeden anlatmak
önemli bir sorumluluktur. Bu çerçevede bazen dolambaçlı ve yorumlanabilir
açıklamalara başvurulduğu gibi; bazen muhatabı ikna için gereksiz yeminlere
müracaat edilir. Bazen de hiç gereği yok iken gerçekle ilgisi olmayan rakamlar
alış veya maliyet bedeli olarak belirtilir.
Müşterinin
tatlı ya da ekşi nar istediğini kestiremeyen pazarcı, bir bakarsınız ki,
“tatlı” ya da “ekşi” açıklaması yerine orta yollu bir cevap seçer ve sattığı
narların “normal” olduğunu söylemekle yetinir. Bu doğrudan doğruya bir yanıltma
ve kandırmadır.
Bir
başkası da biberler “tatlı mı, sivri mi?” sorusuna karşılık “orta” cevabını
tercih eder. Unutmayalım ki, kandırmaya çalıştığımız varlık her şeyden önce bir
insan. Hem de “asgari” değil “azami” müştereklerimiz olan bir yaratık. O bizim
kardeşimiz, o hemcinsimiz. ınsan olması hasebiyle saygıdeğer bir varlık.
Yaratanından dolayı sevilmeyi hak eden bir varlık. Onu kandırmak her şeyden
önce kendimizi kandırmak demek… Dünyamıza, ülkemize ve memleketimize
saygısızlık yapmak demek… Unutmayalım ki, sakladığımız gerçekler “er-geç”
ortaya çıkacak ve önümüze konacaktır. Bu yüzden en azından zor durumda kalmamak
ve mahcup olmamak için şeffaf ve dürüst olmak durumundayız. Gerçek anlamda
dürüstlükten sadece fayda görülür; zarar söz konusu olmaz. şeffaf ve dürüst
olmamız dileğiyle…