Konuk Yazar
11 Mart 2015
“ŞARMUTA” adlı yazısını yeniden yayınlıyoruz.
Sıcak bir rüzgâr esti köyün üzerinde.
Toprak damları yalayıp kerpiç duvarlara çarptı, yavaşça odanın içerisine
doldu.
İbrahim,
yastığını kolunun altına almış, uzandığı yer döşeğinde genç eşi Hacer’i
dinliyordu. İnce belini ve siyah saçlarını büyük bir keyifle seyrettiği Hacer,
yine Şemse’den bahsediyordu. Çok güzel kızdı. Evlenme yaşına gelmişti ama
dikkat etmiyordu. Komşunun oğlu Ali ile sık sık konuşuyordu ve bu
yüzden bütün köyün diline düşmüştü. Bunun bir çaresine
bakılmalıydı .
Şemse, İbrahim’in
geçen yıl kaybettiği eşinden olan onbeş yaşındaki kızıydı. Kendisinden yalnızca
birkaç yaş büyük olan üvey annesi Hacer’in bu duygularından habersizdi. İri
siyah gözleri ve gül yanaklarıyla herkesin dikkatini çektiği köyde yürürken
kekliğe benzetilirdi. Akşam üstleri sırtına yüklenmiş olan evin ağır
işleri bittiğinde, çoğu zaman hava kararmış olurdu. Erkenden damdaki
tahtların üzerine yatakları serip ağabeyi İsa’nın yakınına uzanır, uyumadan
önce saatlerce gökyüzünü seyrederdi. Yaz geceleri kendisini çok yakın
hissettiği gökyüzünde yıldızlardan resimler çizer, hayaller kurardı. En
çok da, yıldızlardan kurulu salıncaklara binip Ali’yle gökyüzünün
derinliklerinde kaybolmayı severdi. Her gece gümüş telli duvağıyla bindikleri
atlar onları mavi dünyaların kapısına bırakırken gözleri kapanır, hayâlleri
rüyalarına karışırdı.
***
Sabahleyin
babası şehre gideceklerini söylediğinde çok sevinmişti. Her seferinde yaptığı
gibi, parlak elbiselerini giymiş, iri siyah gözlerine sürme çekmişti. Az sonra
evinin önünden geçeceği Ali’nin kendisini bu haliyle göreceğini
düşündüğünde kalbi çarpıyor, bütün vücudu iğneleniyordu. Bu nedenle arka
koltuğuna bindiği araba ters yönden şehir yoluna çıktığı için çok üzülmüştü. Kapının önünde kendilerini uğurlayan Hacer’e gülümseyerek el
sallamış ama yüzündeki donuk ifadeye bir anlam verememişti.
Şemse, arabada
hiç konuşmayan abisi ve babasının asık yüzlerinin nedenini doktorun yanına
girdikten sonra anlamıştı. Salonda beklerken büyük şaşkınlık
içindeydi. Hamilelik testinin sonucunu öğrenmek için İbrahim tekrar doktorun
yanına girdiğinde İsa’ya ‘iftira’ diye fısıldamış, içeriden çıkan
babasının büyümüş ve kanlanmış gözbebeklerini görünce küçük
yüreğine korku düşmüştü. İbrahim, ağzından alev çıkarcasına:
– ‘Bu
orospuyu arabaya götür! ‘ dedi, İsa’ya.
Şemse, kızgın
bakışlar altında merdivenlerden yuvarlanırcasına inerken, İbrahim bir yandan
Hacer’in kadın sezgisini ve söylediklerini hatırlıyor, bir yandan
da ne yapacağını düşünüyordu.
Yarım saatlik
yol, dayak, küfür ve hakaretlerle geçti. Köye arka yoldan girip kimseler
görmeden arabadan indiler. Gözyaşlarının akıttığı sürmeyle Şemse’nin yüzü
simsiyah olmuştu.. Hacer durumu öğrenince dişlerini sıkarak :
–
‘Bizim yüzümüzü de kendi yüzü gibi kara etti’, dedi.
İbrahim’in yüzü
ve kafası karmakarışıktı, derin derin nefes alıp veriyordu . İsa’ya
:
– ‘Onu küçük odaya kapat ‘ dedi..
Az sonra,
kendilerine haber salınan aşiret büyükleri birer birer geldiler.
Yerlere serili döşeklerin üzerine oturup aşireti, namusu, usulü, kanunu,
mahkemeyi konuştular. Saatler süren tartışma bittiğinde acı kahvelerini içip
evlerine döndüler.
İsa odaya
girdiğinde, babasının gözleri bir noktaya takılıp kalmıştı. İsa’ya bakmadan :
– ‘Bu işi temizlemek sana düşer,’dedi.
İsa hiç
sesini çıkarmadan yere bakıyordu.
– ‘Uykusu derinleştiğinde sabaha karşı av
tüfeğiyle gebertirsin’ diye devam etti İbrahim.
İsa yine
cevap vermedi.
– ‘Biraz dolaşacağım’ deyip
ayağa kalktığında babası :
– ‘Tüfek dolapta’ diye seslendi.
İsa dışarı
çıkınca İbrahim kapıyı kapattı ve kendini yerdeki döşeklerin üzerine
bıraktı, başını yastığa gömdü. Hacer ona yaklaştı, yanına oturdu,
başını okşamaya başladı. İnce parmaklarını teselli bekleyen İbrahim’in
saçlarında ve ıslanmış yanaklarında gezdirirken etli küçük dudaklarından
dökülen fısıltı İbrahim’in kulaklarında yankı yapıyordu:
– ‘Bu dünyada insan şerefiyle yaşamalı’.
***
Geç saatte İsa
odaya döndüğünde İbrahimle Hacer yan yana oturuyorlardı. Başı eğik,
düşünceli bir şekilde yavaşça kapının eşiğine çöktü. Kimse konuşmuyordu.
Göz göze geldiklerinde babasının baş işareti üzerine dizleri titreyerek ayağa
kalktı, küçük odaya yöneldi. Kapıyı sessizce açtığında Şemse nin uyuduğunu
gördü. Ara yerdeki dolabı açtı, bir süre seyrettiği tüfeği aldı, odaya girdi.
Ay ışığı yarı
açık pencereden yatağın üzerine vurmuş, içeriyi belli belirsiz aydınlatmıştı.
İsa, derin bir uykuya dalmış olan Şemse’yi uzun uzun seyretti. Çocukken
oynadıkları oyunları, paylaştıkları sevinçleri, kavgalarını, hasta yatağında
annelerinin onları nasıl sarılıp kokladığını hatırladı. Yatağa yaklaştığında
ayışığının Şemse’nin saçlarında parçalanıp dağıldığını ve çocuk yüzünü
aydınlattığını gördü. Şemsenin saç tellerinde yıldızlaşan pırıltılar, onu
yaz geceleri Şemse’yle birlikte seyrettikleri yıldızlı gökyüzüne alıp götürdü..
Sonra birden bir
sıkıntı çöktü üzerine. Tavan döndü, duvarlar yerinden oynadı, yıldızların
ışıltısı söndü. Boğulacak gibi oldu.Tüfeği yere bıraktı, Şemse’nin alnına bir
öpücük kondurdu ve pencereden dışarı çıkarak gecenin karanlığında kayboldu.
İbrahim ve Hacer,
İsa’nın geciktiğini görünce küçük odanın kapısına yaklaşıp kulak verdiler. Ses
seda yoktu.. Kapıyı yavaşca araladıklarında uyumakta olan Şemse’yi, yerdeki
tüfeği, ve açık pencereyi görüp donakaldılar. İbrahim’in içinde kızgınlık ve
hiddet biri birine karıştı. Hacerle birlikte diğer odaya geçip şaşkınlık
içerisinde oturdular.
İbrahim gözlerini
yere dikmişti..
– Aşayir usülü nasıl çiğnenir?
dedi Hacer.
Cevap
almayınca devam etti :
–Yarın eşyalarımızı toplayıp köyü de terk
edelim , kimsenin yüzüne bakamayız artık’.
İbrahim gözlerini
kaldırıp Hacer’e baktı. Nefes alırken göğsü hızla kalkıp iniyordu. Yerinden
hızla kalkıp sessizce küçük odaya girdi, yerden tüfeği alıp Şemse’nin göğsüne
boşalttı. Yatak kıpkırmızı olmuştu. İbrahim o an Şemse’nin kurşunla parçalanan
göğsünden küçük beyaz bir kuşun kanatlarını çırparak yükseldiğini ve açık
pencereden dışarıya süzüldüğünü gördü. Pencereden dışarı baktığında yıldızlarla
dolu lacivert gökyüzünden başka bir şey göremedi. İbrahim, ‘herhalde hayal görmüş olacağım’
diye düşündü.
Büyük odaya
döndüğünde sersem gibiydi.
***
Sabahın erken
saatlerinde Şemse küçük odada cansız yatarken bitişik odada toplanan aşiret
meclisi, namusunu temizlediği için İbrahim ‘e övgüler diziyorlardı.
Aşiret düzeni töreyle ayakta dururdu. Yüzlerce yıl böyle durumlarda ne
yapılmışsa yine öyle yapılması çok tabiiydi ve namus da ancak böyle korunurdu.
İbrahim bu nedenle takdir edilmeli ancak kanun karşısında başka bir sorumlu
bulunmalıydı. Toplantıya katılanlar uzun tartışmalardan sonra , Ali ve
ailesi hakkında daha sonra bir karar verilmek üzere İsa’nın suçu üzerine
alması konusunda anlaşmaya vardılar.
Saklandığı
yer bulunduğunda Mahmut Ağa, aşiret meclisinin kararını İsa’ya bildirip
uzun uzun aşireti, namusu, töreyi anlattı.
– ‘Namus meselesi zaten, fazla bir ceza
almazsın. Bütün ihtiyaçların fazlasıyla karşılanır. Af maf çıkar çok da
yatmazsın. Bu senin görevin üstelik, minnet değil. Şunu da bileceksin, bundan
da kaçarsan köyde oturamazsın.’ Dedi.
Görüşme
bittiğinde İsa baskılara dayanamayıp, suçu yüklenmeyi kabul
edeceğini söyledi. İbrahim karakola giderek oğlu İsa’nın bacısını öldürüp
kaçtığını söyledi ve saklandığı yeri ihbar etti. Jandarmalar İsa’yı saklandığı
yerden alıp karakola götürdüler.
***
İsa, gün boyu
karakolda kaldı. Kendisinden istenilen şekilde verdiği ifadeyi iki defa
değiştirdi. Akşama doğru hıçkıra hıçkıra her şeyi olduğu gibi
anlattı.
Bunun üzerine
İbrahim yakalandı, suçunu itiraf etti, tutuklanarak ceza evine kondu.
***
Aşiret büyükleri,
başta Mahmut Ağa olduğu halde Avukat Ahmet Bey’in yanına geldiklerinde
İbrahim’in ağır bir ceza giymeden bu işten sıyrılması için yardım istediler. Bu
bir namus işi olduğuna ve çevredeki herkes İbrahim’i haklı
bulduğuna göre avukat bu haklılığı hakime anlatmalıydı.
Ahmet Bey,
dosyayı incelediğinde otopsi raporunda yalnızca ölüm sebebinin belirtildiğini
ancak hamilelikle ilgili bir bulguya yer verilmediğini gördü. Eğer kızın
zinası ya da hamileliği kanıtlanırsa cezada indirim yapılması söz konusu
olabilecekti. Bunun için de mezarın açılması zorunluydu. Talep üzerine,
bir kadın-doğum uzmanı eşliğinde mahkeme heyetiyle birlikte mezarın başına
gidildi.
İlk kazma vurulup
tozlar savrulduğunda Mahmut Ağa nefret dolu bakışlarla toprakla gelişigüzel
örtülmüş mezara bakıyordu. Mezar açıldığında gerginlik doruğa çıkmıştı. Öteki
dünyaya yüzünün karasıyla gitsin diye gözlerinden akan sürme yıkanmadan, parlak
elbiseleriyle bir battaniyeye sarılarak gömülmüş olan cesette Şemse’nin masum
güzelliği ceylan gözlerini çevreleyen yüzünde donmuş kalmıştı.
Avukat, peygamber
soyundan geldiklerini iddia ederek çevrede itibar sağlamaya çalışan aşiret
lideri Mahmut Ağa’ya, Şemse’nin neden yıkanıp kefenlenmeden gömüldüğünü sordu.
Mahmut Ağa yüzünü buruşturarak :
– “Şarmutalar yıkanmaz” dedi.
Doktor inceleme
yaparken dakikalar yıl gibi uzuyordu. Zabıt kâtibi doktorun beyanını tutanağa
geçirdiğinde ise herkes donakalmıştı.
– “Maktule bakiredir!‘
Mahmut Ağa
avukata, avukat ona, hakim de ikisine bakıyordu. Mahmut Ağa’nın eli ayağı
buz kesmişti. Avukatın kulağına eğildi, yavaşça:
– ‘Gördün mü olanları’ dedi, ‘Zavallı İbrahim, bir kadın yüzünden kim
bilir kaç yıl hapis yatacak.’
***
Ne,
pencerelerinde geceler boyu beyaz bir kuş aradığı hapishanede delirerek akıl
hastanesine yatırılan İbrahim’i ; ne kan bedeli ödeyerek köyü terkeden
ve canını kurtaran Ali ile ailesini; ne korkusundan köyü
terkedip İstanbul’a kaçan İsa’yı ve ne de baba evine gönderilen Hacer’ i,
aradan yıllar geçtiğinde kimseler hatırlamadı.
Ama Harran
Ovası’nın bütün genç kızları Şemse’nin acısını ruhlarında duyup masum
sevdâsını yüreklerinde yaşattılar. Gül endamlı Şemse’nin parçalanan
göğsünden havalanan küçük beyaz kuşu görmek umuduyla her ikindi
haberleşip hep birlikte gökyüzünde dolanan kuş sürülerine el
salladılar. Bir araya geldiklerinde, kimselere görünmeden
gözyaşı döktüler. Ağladılar, ağladılar, ağladılar..
Not: Şarmuta,
Arapça kötü yola düşmüş kadın anlamını taşır. Olay 1970’li yıllara ait bir Urfa
Ağır Ceza Mahkemesi dosyasından alınmıştır.
10.03.2015 01:05:37
Yine Teşhis Cehalet Ve Buna Bağlı Olarak Toplum Baskısı.Çözüm
Eğitim,Eğitim,Eğitim.Cehaleti Ortadan Kaldırmamız Gerekir.Ben Gelenek Ve
Göreneklerin Çok Büyük Etken Olduğuna İnanıyorum.Normalde İnsanlara
Sorsanız,Mutlu Bir Şekilde Yaşamayı,Özgür Olmayı Seçer.Ne Yazikki Toplumun
Nüfuzlu İleri Gelenlerinin Ortaya Koyduğu Töreler Gereği Kendi Hayatını Değil,
Sunulan Hayatı Yaşamışlardır.Ve Ayıp Ve Yasaklar Topluma Bu Acıları
Yaşatmıştır.Bahsi Geçen Baba Belkide İnamıya İnanmıya Yavrusunu Vurmak Zorunda
Kalmıştır.Oysa İnsanın İnsanı Sevmesi Kadar Doğal Şey Olabilirmi.Tabi Sosyolojik
Bir Olay.Toplumu İlgilendiren Bu Konuyu Paylaştığınız İçin Teşekkürler Müslüm
Bey.
Bu Trajediyi Yöredeki Her Kes Okumalı Okumayanlara Da Zorla
Dinletmeli.Allak Bullak Olan Yüreğim Derinden Sızladı…Müslüm Ağabeyim Kalemine
Yüreğine Sağlık.
Öz Urfalı
09.03.2015 15:31:28
Okurken Ağlamamak İçin Kendimi Zor Tuttum. Hala Günümüzde
Bu Tür Olaylar Oluyor Malesef İnsanların Bu Olaydan Ders Alması Lazım
Mahmut Temizoğlu
09.03.2015 13:15:33
İnanın Okurken O Kadar Duygulandımki Gözümden Akan Yaşları
Görenler Hayrola Bir Şeymi Oldu Diye Sordular, Malesef Şemselerin Örneği Ne
Yazıkki İlimizde Çok Urfada Hani Bir Söz Vardır “Deyilerki”İşte Bu Deyilerki
Varya Bir Çok İnsanın Hayatına Malolmuştur, Yurtlar Yuvalar
Dağılmıştır.
Sayın Akalın Bu Trajediyi Allah Bir Daha Kimseye
Yaşatmasın.Ama Bu Zihniyet Taşıyan’insan’ların Halen Günümüzde Var Olduğunu
Düşünerekte İrkiliyorum.
BEKİR YAVUZ
08.03.2015 17:48:52
Sayın Akalın Bu Gerçek Hayatta Yaşanmış Trajediyi Biz
Okurlarınızla Paylaşmış Olmanız Ve Günün Anlam Ve Önemine Oldukça Anlam Ve Değer
Katmıştır Güçlü Kaleminizle Biz Okurlarınıza Gerçek Hayatta Yaşanmış Ve
Toplumuzun Aydın Çağdaş Bir Seviye Gelmesi İçin Çok Çaba Sarf Etmemiz
Gerektiğini Görüyorum,Bu Trajediyi Bizlerle Paylaştığınız İçin Ayrıca Çok
Teşekkür Eder Elinize Yüreğinize Sağlık Bu Vesile İle 8 Mart Kadınlar Günü Kutlu
Olsun