
Bülent Okutan
22 Kasım 2008
Salondakilerin hepsi pür neşe idi. Ayda bir düzenlenen bu kaynaşma toplantılarında bir araya geliyor ve yoğun geçen haftaların stresini, onun yanında atıyorlardı.
Narin elleri ile tabakasını açıp bir sigara çıkardı ve dudaklarına götürdü. Arkasında ki küçük masada oturan yaveri Kılıç Ali her zamanki gibi atak davranıp, kibriti uzatarak sigarayı yaktı. Çektiği derin nefesi savururken çevresindeki konuklarını tek tek süzdü. Hepsi gerideki kısa yaşamın değişik evresindendi. Cepheden, meclisi mebusandan, kabineden, harbiyeden.
Önünde ki Rakı bardağına uzandı. Üçüncü bardağıydı. Bir yudum aldı, yüzünü buruşturarak yutmaya çalıştı. Beyaz örtüye bardağı usulca geri koydu. O içince masadakiler de sanki ondan cesaret almışcasına, önlerinde bulunan kadehlerde ki değişik içecekleri,birbirlerinin ardı ardına bir solukta yudumladılar.
Köşedeki camlı komodinin üzerinde ki Gramafonda dönen taş plaktan çıkan cızırtılı şarkı sözleri, salondakilerin gürültüsü, kaşık çatal sesleri arasında belli belirsiz duyuluyordu;
Şahane gözler şahane
Hüsnüne yoktur bahane
Süleyman olsam Cihane
Gönül eylenmez asla
Gözleri, yarısı boşalmış Rakı bardağına takıldı bir an ve hayıflanarak düşüncelere daldı. Çok içtiğini söylüyorlardı.
Çevresindekilere dönüp bakarken iddiayı içinden yanıtladı ;
-Nerede çok içiyorum? İçtiğim günde iki bardak. Üçüncü zul oluyor bana. Üç bardak içmek mi çok?
Aniden düşen omuzlarını dikleştirerek doğruldu ve düşüncelerinden de sıyrıldı. Tabakasını ceketinin yan cebine koydu. Ertesi akşam yeni atanan Büyükelçilerle tanışma yemeği vardı, dinlenmeliydi.
Herkese iyi geceler diledikten sonra odasına çekildi.
—————
Protokol Yemekleri için kullanılan salon hınca hınç doluydu. U şeklinde ki masanın etrafında dünyanın dört bir yanından gelmiş temsilciler, kulakları uğuldatan bir gürültü ile konuşarak, birbirlerini tanımaya çalışıyor, ülkelerini övüyorlardı. Tek bir koltuk boştu ve sahibini bekliyordu.
Aniden çift kanatlı kapı ardına kadar açıldı. Ve yaverlerinin arasında o salona girdi. Salonda ki o gürültü yerini büyük bir sessizliğe bıraktı. Firesiz tüm gözler salona giren kusursuz asaletin üzerinde geziniyordu. Zarafeti, şıklığı anlatabilecek gibi değildi.
Masanın başına geldiğinde Türkçe ‘Hoşgeldiniz’ dedi. Konukların tümü ayağa kalkarak gelen lidere saygılarını gösterdiler. O yerine geçip oturuncaya kadarda öyle beklediler.
Garsonların koşuşturmacaları başlamıştı. Misafirler arasında ki sohbette kaldığı yerden devam etti.
Beyaz eldivenlerini çıkarıp önüne koyarken, başını kaldırıp etrafına baktı. Gür kaşların altında ki çakmak çakmak yanan masmavi gözler tek tek konukları süzmeye başladı. Yumuşak-sert bakışlarla karşılaşanlardan çoğu küçük bir tebessümle yanıtladı ilgiyi. Tam karşısına denk gelen bir konukla bakışırken gözleri birden onun gözlerine kilitlendi. Çünkü beklediği tebessümü almak bir yana, öfkeli bir yüzdü, karşısındaki ve kinle bakıyordu. Geriye doğru başını çevirdi. Yaveri söyleneni duymak için eğildi;
-Kılıç sor bakalım şu karşıda oturan nerenin Sefiriymiş? Ve niye öyle kötü kötü bakarmış bana? Anla gel.
Kılıç Ali masanın etrafından dolanarak direk konuğun yanına gitti. Tercüman yardımı ile bir süre konuştuktan sonrada geri dönüp eğilerek izahta bulundu;
-Paşam o İngiliz Sefiriymiş. Öyle bakmasının sebebi de Çanakkale Conk Bayırındaki Muharebe de babasını öldürmüşsünüz.
Çakır gözler yeniden konuğa döndü. Bakışlardaki yumuşak sertlik, yerini sadece sertliğe bırakmıştı. İnce hatlı dudaklarına küçük bir gülümseme yayıldı ve yeniden başını geriye yaverine uzattı;
-Anladım Kılıç. Tekrar yanına gidip hoş geldin dileklerimi ilet ve sor bakalım babası orada ne arıyormuş?
——————————-
Bu gün 10 Kasım. Onu yine sevgiyle, yasla, saygıyla anıyoruz ve yüreklerimizde yaşatmaya devam ediyoruz.
Hepimiz mi?
Sanmıyorum. Sadece onu anlayanlar. Anlamayanlar ise onunla uğraşmaya devam ediyorlar. O güzel lakabını bırakıp Mustafa diye adlandırıyor, Aşk Mektupları, evlenip boşanması, içkisi ile uğraşıyorlar. Nasıl öldüğü bile tartışma konusu. Ölümüne üzülmek yerine.
Yeni iddia Sirozdan değil de, Kanserden öldüğü yolunda. Günümüz Tıp Adamları da olabilir deyip gerekçeyi şöyle açıklamışlar ;
-Bir insan bedeninin yıllarca savaşlarda en kötü hijyenik şartlarda yaşaması, en kötü beslenme şartları içinde bulunması, artı aşırı yorgunluk, stres.
Kimin için ve niye?
Cevap veremeyenler var biliyorum.
Eeeee hala ne konuşuyorsunuz, onu tartışıyorsunuz.
Burada aklıma Fenerbahçeli Semih’in o Milli maçta, son dakikada attığı gol sonrası, rakip taraftarların tribününe koşarak ‘sus’ işareti yaptığı geldi nedense.
Yeter susun artık. Bırakında, hiç değilse huzur içinde uyusun.
Çünkü biz Türkiyeliler Atatürk’ü verdiği için Allah’a, geri kalan her şeyi Atatürk’e borçluyuz.
Teşekkürler Gazi. Ruhun Şad Olsun. Seni çok seviyorum.