Köşe Yazısı

Sarı gelin (1)

İbrahim Halil Okuyan

İbrahim Halil Okuyan

Tüm Yazıları Gör

Sevan İNCE; Ticari isleri iyi gitmediği için
21.Ocak.2009 tarihinde İstanbul Kadıköy’de kilisede intihar eden Ermeni asıllı
vatandaşımız.

 

Bitip tükenmek bilmeyen bir mücadele, sürekli “ayakta
kalma”
savaşı vermek. Bunun yanında “kusursuz” ürünler
ortaya çıkartmak ve vahşi piyasa koşulları içinde elde tutulan alanı korumak.

 

Bunlar da kolay değil.

 

Neler yaşadıneler hissetti ve böylesi
bir kararı
 nasıl aldı?

Bunu bilmiyoruz.

Hiçbir zaman da tam olarak öğrenemeyeceğiz.

 

TurkSail ailesinden işadamı Sevan İnce, 

21 Ocak Çarşamba günü bu kararını yürürlüğe koydu.

Sabah işyerinden ayrıldı, Kadıköy çarşı
içindeki Surp Takavor Ermeni kilisesine geldi, ceketini çıkarttı,
katladı, bir kenara koydu.

Mektubunu duvara iliştirdi, ardından “dede
yadigârı”
 silahı çıkartarak şakağına dayadı ve hayatına son
verecek
 hamleyi yaptı.

Ayrıntılara düşkünlüğü ile tanınan Sevan İnce bunu “kalitenin
vazgeçilmez unsuru”
 olarak görürdü.

Birkaç yıl önce kaybettiği babasından “miras” olarak
soyadından başka bir paket açılmış Samsun sigarası kalmıştı.

  

Boğaziçi Üniversitesi mezunu İnce,
sigara kullanmadığı için bu paketi  atmış ve işlerini büyütmek için
kollarını sıvamıştı.

Önce şapka, ardından balıkadam
giysileri
dalış ekipmanları üreterek sahasını genişletti. 

2000‘li yıllardaki ekonomik krizde çalkantılı
dönemlerden
 geçti.

Ticari hayatında inişler ve çıkışlar yaşadı..

Ancak her olumsuzluğu da “fırsat”a
döndürmeye çalıştı.

Yelken kıyafetleri ve aksesuarları, denizde
koruyucu giysiler
yangında kullanılacak solunum sistemleri

Hatta Çanakkale Savaşları‘ndan kalan ve
arazilerde gömülü top mermilerini toplayıp bunları çelikle eriterek
ortaya çıkarttığı sertifikalı “Gelibolu 1915¨ bıçakları… “Üretmek”
adına her konuya el attı ve hiç vazgeçmedi

 

Ta ki 21 Ocak 2009‘a kadar….

 

Sonunda belki bıktı, belki sıkıldı,
belki de yoruldu

Geçtiğimiz Çarşamba günü Kadıköy‘deki
kiliseye gitmek için ofisinden ayrılırken cep telefonunu almadı.

Üzerine bir paket kibrit koyup masada bıraktı.

Bir yerlerde işler beklediği gibi gelişmedi ve Sevan
İnce
‘yi böyle bir karara ve böyle bir sona getirdi.

 

Onun bu düşüncesine saygı duyan eşi Ani İnce,
ölüm haberi geldikten sonra organ bağışı için gerekli
işlemleri başlattı.

Aynı Sevan İnce bundan yaklaşık 2 yıl önce bir yazı
kaleme aldı ve de çok ders alınacak bir yazı.

Ermeni Acılım Protokolü imzalandığı bu günlerde daha
da anlamlı görüşler.

 

Sevan İnce’nin Sözde soykırım hakkındaki
görüşlerini içeren
6 Ekim 2006 tarihli yazısı:

“Biz 4 Ermeni arkadaş, geçen akşam dernekten çıkmış,

Galatasaray’da nargile keyfi yapıyorduk.

Laf döndü dolaştı malum konuya geldi.

Baktım, herkes aynı husustan dertli:

Ermeni asıllı bir Türk ve Sade bir T.C. Vatandaşı
olarak Dünya’ya ses nasıl duyurulur?
Ünlü bir sanatçı, politikacı veya bir dernek başkanı değilsin ki mikrofon
uzatıp röportaj yapsınlar.
Gazeteci değilsin ki fikirlerini köşenden dünyaya duyurabilesin.

İyi de, biz bu işten sıkıldık.

Bizim yerimize, bilir bilmez herkes konuşuyor.

Bir tarafta “Ermenilere soykırım
yapılmıştır” diyenler;

diğer yanda “soykırım yoktur” diyenler.

Şimdiki moda ise “tarihçilere
bırakalım”
 diyenler..

 

Soykırım yapılmıştır diyenlere bakıyorum, hepsi ya
kindar Ermeni diasporası mensubu veya bunlardan çıkarı olan siyaset erbabı.

 

Yoktur diyenlere bakıyorum, bu konuda derin bir
bilgileri yok ama adettir diye reddediyorlar.

Tarihçiler deseniz, neyi ortaya çıkartacaklar, Allah
Aşkına?

Soykırımın belgesi mi olur?

Ezkaza ortaya bir belge çıksa, muhakkak karşı bir de
belge çıkar, tartışma sonsuza kadar sürer gider.





Gerçeği, benden ve benim gibilerden başkası bilemez.

Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz.

 

Bizler Türk Ermenileriyiz.

 

Türk Ermenilerinin Harici Ermenilerden çok ciddi bir
farkı vardır.

 

Bizler, tehcir sırasında, ya Türkiye’de kalmışların
veya tehcir bitiminde Türkiye’ye geri dönmüşlerin torunlarıyızdır.




Bizler tek tip hikâye dinlememişizdir.

 

Diaspora Ermenisi sadece ölüm hikâyesi bilir.

 

Olaylardan sonra geri dönmemiş ve komşularının mahcup
yüzlerine tanık olmamıştır.

 

Onlar, bu ölümler için bütün Türk’leri suçlarlar.

 

Olayları sadece soykırım olarak nitelerler.

 

Türk Ermenilerinin ise daha bol ve daha değişik
hikâyeler vardır:
Mesela, dedem, Erzincan’daki çiftliklerinden abisinin alınıp götürülüşünü ve
onu kurtarmak için başçavuşa bir eşşek yükü altın fidye verdiğini anlatırdı.

Ne abi dönmüş ne de altınlar.
Anneannem, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci yapıldıklarını
anlatırdı.
Üniformalarını yabancı lisan konuşanlar getirmiş.
Büyükbabam, Kayseri’de tüm sülalesini kurtarmak için,

Çırpınan Osmanlı Yüzbaşı’sı Sinan’ı ağlayarak
anlatırdı.

Sayesinde o sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş.

 

Bizler, katliam hikâyeleri dinlediğimiz gibi, bir
Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne yatan Türklerin veya yurtlarına
geri döndüklerinde onlara tekrar kucak açan, Türk komşuların hikâyeleri ile de
büyüdük.

 

Onun için “bize sorulsun” diyorum. 

Kimse bizden daha objektif olamaz.

 

Devam edecek.

 

 

Saygılarımla.

 

İbrahim Halil Okuyan

İnşaat Yüksek Mühendisi

28.Ekim.2009 Şanlıurfa

 

 

1.255 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazısı

SARI GELİN (1)

İbrahim Halil Okuyan

İbrahim Halil Okuyan

Tüm Yazıları Gör

Sevan INCE; Ticari isleri iyi gitmediği için 21.Ocak.2009 tarihinde İstanbul Kadıköy’de kilisede intihar eden Ermeni asıllı vatandaşımız.


Bitip tükenmek bilmeyen bir mücadele, sürekli “ayakta kalma” savaşı vermek. Bunun yanında “kusursuz” ürünler ortaya çıkartmak ve vahşi piyasa koşulları içinde elde tutulan alanı korumak.


Bunlar da kolay değil.


Neler yaşadı, neler hissetti ve böylesi bir kararı nasıl aldı? Bunu bilmiyoruz.


Hiçbir zaman da tam olarak öğrenemeyeceğiz.


TurkSail ailesinden işadamı Sevan İnce, 21 Ocak Çarşamba günü bu kararını yürürlüğe koydu.


Sabah işyerinden ayrıldı, Kadıköy çarşı içindeki Surp Takavor Ermeni kilisesine geldi, ceketini çıkarttı, katladı, bir kenara koydu.


Mektubunu duvara iliştirdi, ardından “dede yadigârı” silahı çıkartarak şakağına dayadı ve hayatına son verecek hamleyi yaptı.


Ayrıntılara düşkünlüğü ile tanınan Sevan İnce bunu “kalitenin vazgeçilmez unsuru” olarak görürdü.


Birkaç yıl önce kaybettiği babasından “miras” olarak soyadından başka bir paket açılmış Samsun sigarası kalmıştı.


 


 


 


 


Boğaziçi Üniversitesi mezunu İnce, sigara kullanmadığı için bu paketi  atmış ve işlerini büyütmek için kollarını sıvamıştı.


Önce şapka, ardından balıkadam giysileri, dalış ekipmanları üreterek sahasını genişletti. 2000‘li yıllardaki ekonomik krizde çalkantılı dönemlerden geçti.


Ticari hayatında inişler ve çıkışlar yaşadı..


Ancak her olumsuzluğu da “fırsat”a döndürmeye çalıştı.


Yelken kıyafetleri ve aksesuarları, denizde koruyucu giysiler, yangında kullanılacak solunum sistemleri


Hatta Çanakkale Savaşları‘ndan kalan ve arazilerde gömülü top mermilerini toplayıp bunları çelikle eriterek ortaya çıkarttığı sertifikalı “Gelibolu 1915¨ bıçakları… “Üretmek” adına her konuya el attı ve hiç vazgeçmedi


Ta ki 21 Ocak 2009‘a kadar….


Sonunda belki bıktı, belki sıkıldı, belki de yoruldu


Geçtiğimiz Çarşamba günü Kadıköy‘deki kiliseye gitmek için ofisinden ayrılırken cep telefonunu almadı.


Üzerine bir paket kibrit koyup masada bıraktı.


Bir yerlerde işler beklediği gibi gelişmedi ve Sevan İnce‘yi böyle bir karara ve böyle bir sona getirdi.


 


 


 


 


Onun bu düşüncesine saygı duyan eşi Ani İnce, ölüm haberi geldikten sonra organ bağışı için gerekli işlemleri başlattı.


Aynı Sevan İnce bundan yaklaşık 2 yıl önce bir yazı kaleme aldı ve de çok ders alınacak bir yazı.


Ermeni Acılım Protokolü imzalandığı bu günlerde daha da anlamlı görüşler.


Sevan İnce’nin Sözde soykırım hakkındaki görüşlerini içeren 6 Ekim 2006 tarihli yazısı:


“Biz 4 Ermeni arkadaş, geçen akşam dernekten çıkmış, Galatasaray’da nargile keyfi yapıyorduk.


Laf döndü dolaştı malum konuya geldi.


Baktım, herkes aynı husustan dertli: Ermeni asıllı bir Türk ve Sade bir T.C. Vatandaşı olarak Dünya’ya ses nasıl duyurulur?
Ünlü bir sanatçı, politikacı veya bir dernek başkanı değilsin ki mikrofon uzatıp röportaj yapsınlar.
Gazeteci değilsin ki fikirlerini köşenden dünyaya duyurabilesin.


İyi de, biz bu işten sıkıldık.


Bizim yerimize, bilir bilmez herkes konuşuyor.


Bir tarafta “Ermenilere soykırım yapılmıştır” diyenler; diğer yanda “soykırım yoktur” diyenler.


Şimdiki moda ise “tarihçilere bırakalım” diyenler..


 


Soykırım yapılmıştır diyenlere bakıyorum, hepsi ya kindar Ermeni
diasporası mensubu veya bunlardan çıkarı olan siyaset erbabı.


 


Yoktur diyenlere bakıyorum, bu konuda derin bir bilgileri yok ama adettir diye reddediyorlar.


 


 


 


 


 


Tarihçiler deseniz, neyi ortaya çıkartacaklar, Allah Aşkına? Soykırımın belgesi mi olur?


Ezkaza ortaya bir belge çıksa, muhakkak karşı bir de belge çıkar, tartışma sonsuza kadar sürer gider.


Gerçeği, benden ve benim gibilerden başkası bilemez.


Bizler, hadiseleri birinci ağızdan dinlemiş kişileriz.


 


Bizler Türk Ermenileriyiz.


 


Türk Ermenilerinin Harici Ermenilerden çok ciddi bir farkı vardır.


 


Bizler, tehcir sırasında, ya Türkiye’de kalmışların veya tehcir bitiminde Türkiye’ye geri dönmüşlerin torunlarıyızdır.


Bizler tek tip hikâye dinlememişizdir.


 


Diaspora Ermenisi sadece ölüm hikâyesi bilir.


 


Olaylardan sonra geri dönmemiş ve komşularının mahcup
yüzlerine tanık olmamıştır.


 


Onlar, bu ölümler için bütün Türk’leri suçlarlar.


Olayları sadece soykırım olarak nitelerler.


 


Türk Ermenilerinin ise daha bol ve daha değişik hikâyeler vardır:
Mesela, dedem, Erzincan’daki çiftliklerinden abisinin alınıp götürülüşünü ve onu kurtarmak için başçavuşa bir eşşek yükü altın fidye verdiğini anlatırdı.


 


Ne abi dönmüş ne de altınlar.


 


 


 


 


Anneannem, köydeki Ermeni delikanlıların nasıl silahlandırılıp çeteci yapıldıklarını anlatırdı.


Üniformalarını yabancı lisan konuşanlar getirmiş.


Büyükbabam, Kayseri’de tüm sülalesini kurtarmak için, çırpınan Osmanlı Yüzbaşı’sı Sinan’ı ağlayarak anlatırdı.


Sayesinde o sülaleden kimsenin kılına zarar gelmemiş.


 


Bizler, katliam hikâyeleri dinlediğimiz gibi, bir Ermeni arkadaşı tehcire giderken askerin önüne yatan Türk’lerin veya yurtlarına geri döndüklerinde onlara tekrar kucak açan, Türk komşuların hikâyeleri ile de büyüdük.


 


Onun için “bize sorulsun” diyorum.


 


Kimse bizden daha objektif olamaz.


 


Devam edecek.


 


Saygılarımla.

233 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir