Remzi Mızrah
25 Mart 2009
Yukarıdaki başlık Türkiye genelinde uygulanmaya başlanan “Türkiye Okuyor” kampanyasının Urfa’da gerçekleştirilen ayağı. Aslında iyi etmişler. Toplum olarak okumaya pek sempatiyle yaklaştığımız söylenemez.
Şanlıurfa okuyor kampanyasıyla; vatandaşların okumayla tanışması, okuma alışkanlığının toplumsal tüm katmanlara yaygınlaştırılması amaçlanmakta. Bu anlamda il Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından hazırlanan bir bildiriye nette dolaşırken rastladım. Bu bildiride; Şanlı-urfa’daki okuma alışkanlığının geliştirilmesi için bayağı bir tedbir ve yapılacak faaliyet sıralanmış. Kampanya çok iyi niyetli, hedeflenen amaçta gayet insanca, ama ben yinede bu tür kampanyalarının, geniş kitleleri etkileyecek toplumsal bir kitap sevgisini,okuma alışkanlığını oluşturmada pek etkili olacağını zannetmiyorum..
Neden derseniz bu, okuma alışkanlının geniş kitlelere kazandırılması amacıyla o kadar çok faaliyet var ki. Hiç biride kesin çözüme ulaştırmadı bugüne kadar. Faydası yok mu elbette var ama uzun soluklu, uzun vadeli planlamalar olmadığı için, kendi oluştuğu dönemin şartları ortadan kalkınca bu faaliyetlerde ya unutuluyor ya da yeni bir isimle tekrar başa dönülüyor.
Okumanın önem kazandığı ve eğitimin toplum hayatında sistemli bir şekilde ele alınmaya başladığı 1900’lü yılların başından bu yana, yönetimler geniş kitlelere okumayı sevdirmek için çeşitli arayışlar içine girmişlerdir.
İşte Milli Eğitim Müdürlüğünün Şanlıurfa okuyor adıyla ulusal bir okuma programının bir alt faaliyeti olan “Şanlıurfa Okuyor” kampanyası da bunlardan biri. Birkaç yıl önce Milli Eğitim Müdürlüğü böyle bir okuma faaliyetini “Okuma günleri” adı altında gerçekleştirmişti. Hatta okuma günlerinde çocuklara muz ve süt ikram edilerek faaliyet cazip bir hale getirilmişti.
Kitap okuma alışkanlığının kazandırılması için bir merkezden yönetilen geniş kapsamlı bu faaliyetlerin yanında, çeşitli kurum ve kuruluşların sivil toplum örgütlerinin kamuoyunun dikkatini çekecek mekânlarda toplu kitap okuma faaliyetleri, kütüphanelerde en çok kitap okuyana ödül verme çalışmaları, çeşitli yarışmalarda gösterilen başarının kitapla ödüllendirilmesi de kullanılan diğer yöntemlerden bir kaçı. Bunların birçoğu yapıldı. Hatta “Kitap Okuma” bir ceza olarak bile kullanıldı bazı mahkemeler tarafından.
İşte bu bilgilerin ışında Milli Eğitim Müdürlüğünün kampanyasıyla ilgili kafama takılan bazı noktaları tartışmak gereği duyuyorum.
Şanlıurfa okuyor bildirisinde okuma alışkanlığının toplumun geneline yaygınlaştırılması için bayağı bir faaliyet sıralanmış; Okullara asılan dövizlerle her akşam kitap okumaya davet, hastanelerde kitap ve kütüphane hizmeti verilmesi, otellerde camilerde kahvehanelerde mini kütüphaneler kurulması, kitabın ve okumanın önemini belirten dövizler hazırlama ve kamuya açık yerlerde yapılacak olan toplu kitap okuma etkinlikleri.
Yukarıda sayılan kitap okutma yöntemlerinin tamamı bir şeyler yapabilmek çabasıyla ortaya konan ürünler ama teknik olarak bu faaliyetlerin insanlara okuma alışkanlığını kazandırmayacağı ortada. Belki çok geniş kesimler olmasa da birey olarak bazı kazanımlar olacaktır ama bireysel başarı sınırını aşamayacaktır bu çabalar.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki insanla okunan kitap arasındaki dostluk bir gecelik ilişki gibi olamaz, okumaktan alınan zevkin süreğenleşmesi ve okurla kitabın birbirine bir ömür boyu yakın olması sağlanmadıkça, okuma bir hobi olmaktan çıkarılıp toplumsal bir ihtiyaç haline getirilmedikçe yapılan faaliyet ne kadar iyi niyetli olursa olsun hedeflenen başarıya ulaşılamayacaktır.
Okuma alışkanlığı bildiğimiz gibi aileden başlar. Çocuk en yakınında okuyan, eli kitaplı bir anne baba örneği görmediği için kişiliğinin en önemli dönemi olan okul öncesi dönemi kitabı tanımadan keşfetmeden geçiriyor. Öncelikle toplumda eli kitaplı ebeveyn örneklerini çoğalt-makla başlamak gerekiyor böyle bir mücadeleye. Ailede kitapla tanışan bir çocuğa okuma alışkanlığı kazandırmak daha kolay olsa gerek. Yani öncelikle okuma alışkanlığının yetişkin bireylere sistemli şekilde verilmesi gerek.
Ve okul dönemi.
Çocuğa temel okuryazarlık eğitiminin verildiği yani okumanın anahtarını kazandığı, kütüphaneyi görmeye başladığı, kütüphane kullanma becerisinin kazandırıldığı dönemler. Ama hali hazırda okullarımızdaki kütüphanelere baktığımız zaman büyük bir karamsarlık içine giriyoruz. Kütüphanesi olmayan bir sürü okul var.
Kütüphanesi olanlar ise ya her zaman açık değil veya okulun en izbe en kuytu yerinde hizmet vermeye zorlanıyor. Çünkü derslik ihtiyacı doğunca en başta feda edilen birimler okul kütüphaneleri olmakta.. Öncelikle kütüphanelerin okulun önemli bir birimi olduğunu kabul etmemiz, koleksiyon geliştirmek için bir bütçe ayırmamız en önemlisi de bu birimleri sağlıklı bir şekilde işletecek kütüphanecileri istihdam etmemiz gerekiyor. Öğrencinin gelişiminde önemli bir faktör olan okul kütüphanelerini nöbetçi öğrencilerle götürmek soruna çözüm olmaz. Okulun kütüphanesinin olması da bu anlamda çok önemli değil. Önemi olan bu birimi sağlıklı işletecek kütüphanecilik formasyonuna sahip elemanlar görevlendirilmesi ve sürekli açık olmasını sağlayacak tedbirlerin alınmasıdır. “Kütüphane Bilgisi” bir ders olarak müfredata girmek zorunda. Gelişmiş ülkeler bunu büyük oranda çözmüş durumda hatta bu ülkelerde okullardaki kütüphane birimleri o kadar gelişkin ki “Okul Kütüphanesi” tanımlaması yerini çoktan “Eğitim Araçları Merkezi” veya “Öğretim Araçları Merkezi” kavramına bıraktı bile. Bizde de bazı liselerde Kütüphane Bilgisi dersi müfredata konmuş ama bu dersleri vermek için “Kütüphaneci Öğretmen” İstihdam edilmesi yoluna gidilmemiştir. Kütüphanecilik alanında lisans eğitimi almış kütüphaneciler yerine dersler seçmeli olarak ve Türkdili edebiyatı hocaları tarafından verilmiştir. Okul kütüp-hanesi sisteminin gelişkin olmaması halk kütüphanelerini de olumsuz etkilemiş, halk kütüphaneleri öğrencilerin akınına uğramıştır.
Okuma refleksi toplumsal genlerimizde dominant bir etkiye sahip değil. Tarihsel sosyal, politik bir sürü nedenden dolayı okumayla barışık bir görüntü vermiyoruz veremiyoruz. Bu toplum okumayla kitap geç tanışmış bir toplumdur. Gazete okuma oranımız çok düşük, televizyon izleme, bilgisayar başında vakit geçirme oranımız çok yüksektir. Gazetenin girmediği binlerce hane vardır. Basılan kitap sayısı gelişmiş ülkelere göre çok geridedir. Kitap bizim için bir ihtiyaç değildir. Çok önemlide değildir. Hatta sıkıcı bir eylemdir. Zaten okumanın bir ceza olarak kullanılması da bunu doğruluyor.
Açıkçası okuma alışkanlığının geniş kitlere kazandırılması çok kolay bir şey değildir. Uzun soluklu, gayet iyi planmış, yeterli finans desteğine sahip bir proğramınız yoksa bu tür kampanyaların etki olanı çok geniş olmaz.
Yapılması gereken öncelikle yetişkinleri okumayla tanıştırmak, sonra okullarda öğretmenleri okumayla tanıştırmaktır. Daha sonra bilgi teknolojisiyle donatılmış, kütüphanecilik formasyonuna sahip görevlilerin kontrolünde işlevsel okul kütüphaneleri oluşturmaktır. Kütüphanecilik Bilgisinin zorunlu ders olarak müfredata konulması da bu anlamdaki çabalara önemli bir katkı yapacaktır.
Reşat Nuri Güntekin’in dediği gibi “……….. Kafayı kitap okumaya alıştırmak, parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelirdi. Okumak bir kitaptan alınan elemanlarla, kendine manevi bir dünya yapmak, onun içinde tek başına yaşayabilmek demektir. Bu ta çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklar ve egzersizler neticesidir”