İbrahim Dülger
16 Ocak 2008
Uzun bir kış gecesinde birlikte oturduğumuz konuklarla tatlı bir sohbete dalmışken, etrafın karanlığa gömülmesiyle, havada asılı kalan son sözler, açıkta kala kalan ağzımız…
Gözler perdelere takılıp hep bir ağızdan “ acep umum mu?” sözüyle hanımın telaşla muma koştururken, siz biraz daha mahçup bir edayla perdeyi aralayıp çevre binaları gözlemliyorsunuz. “Umummuş”
Zifiri karanlığa gömülen şehirde birer birer yanan ve çoğalan ışıklar.
Uzakta köyler ışıklar içinde…
Genellikle kış mevsiminde: yaşadığımız elektrik kesintileri; kalorifer,klima, elektrik sobalarının kullanımının fazlalaşmasından kaynaklanmaktayken; yazın da klimaların çoğalması nedeniyle yaşanmakta zaman zaman…
şehrin bazı bölgeleri ışıklanmaya başladı, sıra bize de gelir umuduyla konukları teselli ediyorum. Elektrik arızayı arayan kızım sürekli meşgul sesi veriyor derken “Ne zaman ulaşılabiliyor ki?” diyor konuklardan biri. Geçen araçların içeri düşen farlarının huzmeleri birbirimizi görmemizi sağlarken, elektriğin geldiğini sanıp sevinmemize neden oluyor.
Karanlık hareketlerimizi ve görüşümüzü kısıtlıyor diye eskiden sıkılırken; şimdilerde tutkuyla izlenen diziyi de izlememize engel olduğu için daha sinirli çoğunluğumuz. Ufaklıklardan biri özel bölüm diye ilerleyen saatlerde yeniden veriliyor deyince sinirler biraz daha yatışıyor.
Zar zor bulunup ocakta yakılan mumların içeriye girişiyle duvarlarda oluşan heybetli gölgelerimiz ve mum kokusu geçmişe götürüyor bizi. Hani şimdilerde “nostalji” geçmişe özlem deniyor ya!
şimdilerde özel günlerde mumun yarattığı loş ışık yüz mimiklerimizi biraz da sakladığı için mi, bizi gizleyip gizem kattığı için mi ? Belki de karşımızdakine daha açık kur sözlerini söylerken romantik hava da verdi ortama…
Bazen de çocukların yaş günlerinde pastalara dikip üflediklerimiz çocuklarda büyümeyi, yaşlılarda sembolik dikilip söndürülen bir adet mum karşı yakaya bir adım daha yaklaştığımızın sembolü gibi.
“Gelmedi” hayıflanma sözleri ile suyu soğuduğu için çatırdayan kalorifer borularının sesleri duyulmakta. Eyvah birazdan içeri soğuyacak ta!
Evlerde kullandığımız her aracı çalıştıran elektrik olmayınca, yaşam dururken, eskiden elektriksiz yaşadığınız döneme götürüyor hemencecik sizi.
Gittikçe azalan sönmeye yakınlaşan mum ışığının yerine, ardiyede bir gün olur da lazım olur diye sakladığımız gaz lambası aklımıza geliyor. Hemen el yordamıyla bulunan bir zamanların nazlı mı nazlı aydınlatma aracı … Unutulmuş olmanın verdiği boynu büküklükle sehpanın üzerine konuveriyor.
– Gazı var mı?
– Fitili var mı?
– En önemlisi camı (kannesi) var mı?
Sözleri arasında çok nadide ve kırılgan olan camı özenle saklandığı yerden getirip takılınca etraf bir daha aydınlanıyor.
Geçmişte yoksul, varlıklı herkesin evinde kullanılan gaz lambalarının tek farkı ; gövdesinin çini , camının ve fitilinin daha iri oluşuydu. Komşunun büyük numaralı kanne kullanması varlıklı oluşunun en önemli göstergesiydi.
Daha önceden alınmış gaz yağı stok olarak evlerde tenekelerde bulunursa da, günlük gelirle geçinen daha yoksul evler için sokakları gezerek günlük ihtiyacı karşılayan:
– Gaz yağı, Gaz Yağııııı…….diye incelen sesi daracık sokaklarda yankılanan gezgin satıcımız, Gaz Yağcı Ahmet vardı…
Tahta saplı koca tenekesiyle sokak sokak dolaşan, tenekeleri taşımaktan taşlaşmış adaleleri ve damarları görünen o çalışkan insanı , her gaz yağı kokusu burnuma geldikçe anımsarım. Bir damlasını heder etmeksizin lambamıza veya bir litrelik rakı şişelerine teneke bir huniyle özenle boşaltırdı. Litresinde kazandığı bir iki kuruş kârla kıt kanaat bir hayli kalabalık ailesini geçindirirken , bir harabe evde yaşar , yaşadığı hayattan da hiç şikayetçi olmazdı rahmetli.
– Kaçımız şimdi öyleyiz?
Her gün annemizin camını özenle parlattığı, yanmadığı zamanlarda üzerine geçirilen dantel giysisi, aşağıya doğru şişen şekliyle süslü bir kadını andırırdı, gaz lambaları…
Ardından onun da ışığını geçersiz kılan markasının önünde “LUX” kelimesi nedeniyle halk arasında adlandırılan pompalı petrol lambaları yoksul ailelerin kullanımı için gerçekten LUX ‘tu. Ancak babaların yakabilme önceliği olan bu biraz daha teknolojik aracın yakılışı biz çocuklar için seyirlik bir oyun gibiydi. Dikkatlice babamın ellerine bakar, o olmadığı zaman yakma ayrıcalığına sahip olmayı düşlerdik. Gömleğini düşürmeden…
Yandığında pırıl pırıl, ateş topuna dönen gömleğini hayretle izlerdik. LUX ‘ün yanışıyla pabucu dama atılan gaz lambası boynu bükük halde fitili de oldukça kısılarak sıranın kendisine gelmesini beklemek üzere duvara asılırdı. Oldukça bol gaz tüketen bu aydınlatma aracını her gece yaktığımızı sakın düşünmeyin: Bu özel günlerde veya yemeğe gelen misafirlerle yaşadığımız bir ayrıcalıktı.
Fanus dediğimiz gaz lambaları, ışığı rüzgardan etkilenmediği için daha çok avluda ve dış mekanlarda kullanılırdı. Elle tutulan askısında sağa sola sallandığı için kararan biraz da hoyratça kullanıldığı için camı ateşten dumandan islendiği için, ışığı daha az ve sarı tonda olan bu aracı geceleri misafirliğe gittiğimiz sokaklarda kardeşler arasında elde tutup grubun önünde gitme ayrıcalığına sahip olma çekişmeleri; babanın sert bir bakışı ile fener elinizde ve o gün aile içindeki iş bölümünde çalışkanlığınızı kanıtlamışsanız size ait olarak çözümlenirdi.
Hanımın “ buzdolabının fişini çekmiş miydin?” sözüyle irkilerek o geçmiş 40-50 yıl önceki yaşamdan 2008 yılına zaman tünelinden geçer gibi gelişimiz ile yaşadığınız haz kursağınızda kalır.
Öyle ya hanım da haklıydı. Ani gelebilecek yüksek akımla ışığa kavuşurken; maaşınızın birkaç misli değeri olan bu elektronik araçlarınızı kaybedebilir, veya tamiri için yüklüce bir para vermek zorunda kalabilirsiniz. Geçmişte başınıza geldiği gibi…
Bedelini de kimseye ödetemezsiniz. Sanırım bu konuda yasal bir düzenleme yapıldı. Dağıtım şebekesi uğranılan zararları tazmin edecek diye!
Kim biliyor?
Nasıl uğraşacaksınız?
Kol kırılıp yen içinde kalıyor.
Aşırı kış, yağmurla biraz şiddetli esen rüzgar bize bunları yaşatıp, zarara uğratırken, yükü arttıkça eskiyen elektrik hatlarını değiştirmek akıl edilmiyor mu?
Veya bu çile tepkisiz kalındığından mı?
Yanı başımızda dünyanın sayılı barajı, ve biz her kış bu şANLI şEHıRDE gün içinde birkaç kez, bazen gün boyu yaşamaktayız bunu. Urfa tabiriyle “mum dibine şûle vermez ” misali…
Kimimiz ısınamadığı için hasta, araçları bozulduğu için zararda, bilgisayarında gerekli işleri yapamadığı için zaman kaybına uğrarken; eskiye özlem duymak için çok sebep yok mu sizce?
Faturalarında; bakım onarım, tüketim endeksi ÖTV, KDV, yuvarlama teknik donanım gibi ıvır zıvır alt alta yazılmış ve yuvarlanarak faturalanmış, ücreti ödemenin yanında, kaçak kullananlar cezalandırılır kocaman yazılı faturaları, saatlerce kuyrukta bekleyip asık suratlı veznedarın da küsuratı işine geldiği şekilde cebine yuvarlamasına da ses çıkarmadan, sorumlu vatandaş olma edasıyla öderken, elektrik kesintilerinden yakınmaktan başka çaremiz kalmıyor GAP ‘ ın başkentinde…
Tüketici olarak ; sürekliği sağlanmış, akımı düşük olmayan, araçlarımızı bozmayan, elektriği kullanmak hakkımız değil mi?
-Kızım hala meşgul mu?
TEDAş ?
-Evet baba .
Bir an gelip etrafı gündüz gibi aydınlatınca gülümseyen yaşlıların “Allah kimseyi karanlıkta komasın”, “Karanlığımızı aydınlık etsin”, “Elektriği bulanın yeri mekanı cennet olsun” diye duaları peş peşe yuvarlanırken; ufaklık “Edison ampulü bulan, ama Müslüman değil” deyince “Bir şey olmaz Allah af eder kulunu” diye cevaplarken. Tekrar sönen ışıklarla beraber çekilen uzun ”La Havle Vale” sözleri ….
ınsanların 21. yüzyılın başında, Türkiye ‘de, şanlıurfa’ da , Eyyup’un diyarında, biraz daha sabırlı olmamız gerektiğinin de mesajıydı sanki bu…
Velhasıl konuklarla iyi başladığımız gecemiz, mahcubiyetimizle son bulurken, hanımın merdivenlere ışık olsun diye koyduğu; zaman zaman aşırılan mumun ışığında , konukları “artık gelmez” sözleri arasında uğurlarken soğuyan evde, uyumak en iyi çözümdü…
* Bu yazıyı yazarken, kesinti olacak diye elimiz yüreğimizde fareyi sürekli kaydete yönlendiriyoruz