İbrahim Halil Okuyan
23 Temmuz 2011
Kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan olayları,
Zaman ve yer göstererek anlatan,
Bu olaylar arasındaki ilişkileri,
Daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını,
Karşılıklı etkilenmeleri,
Her milletin kurduğu medeniyetleri,
Kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.
Tarih Toplumların ve İnsanlığın Hatıra Defteridir.
İnsanoğlunun bıraktığı her iz bir sonraki kuşağın yolunu aydınlatır.
Yeni kuşağın yapması gereken sadece bu izleri doğru yorumlamaktır.
Böylece öncekilerin yaşadıklarını tekrar yaşamak zorunda kalmadan yaşam standardını daha ileri götürebilirler.
Bu Sebeple, Milletler için “Tarih Hafızası” çok önemli bir kavram.
Biz kimiz? Neler yaptık? Neler yapabiliriz?
Sorularının cevabı Tarihten bulunabilir ancak.
Geçmiş Zaman, Gelecek Zaman Tohumlarının Ambarı hükmünde olduğu gibi,
Gelecek zaman da, Geçmiş Zamanın bir Tarlası veya onu yansıtan bir Aynasıdır.
Tarihini bilen, Tarihini örselemeden günümüze taşıyan,
Tarihinden Güç ve Kuvvet alan Milletler,
Binlerce Irmaktan Beslenen Denizler Gibidir.
Denizlerin kuruması mümkün mü?
Demek ki tarihin önemini bilmemiz ve tarihimizi gelecek nesillere aktarmamız ve onlara öğretmemiz gerekiyor.
Tarihiyle bağlarını kopartmış milletlerde grup bağları çözülür, Egoizm başlar, Yalnızlıklar artar, Adaletsizlikler çoğalır,
Millet Düşman Kamplara bölünür.
Geçmişi bize öğreten tarih olduğuna göre,
Milli hasletlerimizin korunması ve ayakta kalabilmesi için, Tarihte bizi güçlü ve ileri bir duruma getiren unsurları bulup çıkartmak,
Onların ilmi etütlerini yapmak zorundayız.
Geçmişteki başarısızlardan korkmamak lazım.
Hatırlama refleksi insanı tehlikelerden koruduğu gibi gelişmesini de sağlayan bir yetenektir.
Eğer hatırlama yeteneğimiz olmasaydı dün sokakta takılıp düştüğümüz kasise bugünde takılıp düşerdik.
Kendimizi tanımamız ve kendi değerlerimize dönmemiz şarttır.
Kendimizi tanımamız ise Tarihimizi bilmeden ve Tarihin sesini duymadan olmaz.
Geçmişini Bilmeyen Geleceğini Tayin Edemez.
Konuyu kişisel olarak ta örneklemek amacıyla bir öykü ile açıklayalım.
“Ayaz Gibi Olmak
Ayaz gibi olabilene ne mutlu…..
Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış.
Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmut’un kölesi olmuş.
Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş.
Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki,
Bütün sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş.
Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar.
Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler.
Bu duygular içinde, özellikle sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.
Bir gün sultanın huzurunda bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş:
Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun?
Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.
Sultan kulaklarına inanamamış.
İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim demiş.
Duvara küçük bir delik yaptırıp,
İçeride olanları seyretmeye hazırlanmış.
Kölenin sessizce içeri girdiğini,
Kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş.
Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu.
Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonrada açmış.
İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise!
Aynanın karşısına geçmiş.
Kendi kendine, daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun? Diye sormuş.
Bir hiçtin sen…
Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah,
Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütuf etti.
Asla Nereden Geldiğini Unutma!
Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler.
Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla.
Ayaz, hatırla!
Sandığı kapatmış,
Kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş.
Hazine dairesinden çıkarken birden sultanla yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini ayazın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.
Ve sultan Mahmut:
Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi… Kalbimin Hazinedarısın.
Bana benim de önünde bir hiç olduğum “Kendi Sultanımın Huzurunda” nasıl davranmam gerektiği dersini verdin demiş.”
Kıssadan Hisse
Geçmişini İyi Bil Ki, Geleceğe Sağlam Basasın.
Nereden Geldiğini Unutma Ki,
Nereye Gideceğini Şaşırmayasın… Mevlana.
500 yıllık tarihleriyle (!) Dünya Lideri Amerika’nın yanında, İnsanlık Tarihi kadar geçmişi olan,
Tarihin başladığı olan bu topraklarda,
Geçmişten alınacak ”Çok Ders” olmalı.
Saygılarımla.
İbrahim Halil Okuyan
İnşaat Yüksek Mühendisi
23.Temmuz.2011 Mersin