Cüneyt Gökçe
24 Temmuz 2010
2010 yılına başladığımızda henüz Muharrem ayı devam ediyor ve hazin etkisi sürüyordu. Çünkü 2009’un sonlarına doğru Kerbela şehitlerini anmıştık. O gün geleneksel aşure aşımızla onların ruhunu şad etmeye; onlara layık olmaya gayret etmiştik.
Evet, Hz. Hüseyin’i unutmak mümkün müydü? O gün derin bir muhasebede bulunmuştuk. Hikmetini anlamasak da, o anlamsız ve zulüm dolu muharebeyi hatırlarken Hz. Hüseyin’i şehit edenlerin hangi yüzle dedesinden medet umacaklarını –istemeden de olsa- düşünmeye başlamıştık. Onlara olan bağlılığımızı bir kez daha güncelleme imkânı bulmuştuk.
16 Ocak’ta Safer ayına “merhaba” dedik. Güzel bir başlangıç oldu, Dayanışmamızı gözden geçirerek eksiklerimizi tamamlama fırsatı bulduk. Unuttuğumuz fakir, miskin, kimsesiz ve muhtaçları hatırlamaya; onlarla kaynaşmaya çalıştık. Onları üzmeden ve rencide etmeden yardım elimizi onlara ulaştırmaya gayret ettik.
Henüz yeni başlayan taptaze bir hicri yıl, güzel bir adımdı bizim için. Envanterimizi gözden geçirdik. Stoklarımızı kontrol ettik. Neler yapabileceğimizi bir daha düşünerek insanlığa yararlı hizmetlerin planlamasını yaptık. Kulluk bilincimizi güncelleştirerek yepyeni bir dizayn ve formatla işe sarıldık.
25 Şubat’ta bizi onurlandıran Mevlid-i Nebevi ile bir parça teselli bulduk. O’nun doğumuyla birlikte dünyanın elde ettiği huzuru ve kimsesizlerin duyduğu gururu bir defa daha hatırlayıp O’na ümmet olduğumuzdan dolayı şükrümüzü tazeledik. O’na layık bir fert olamadığımızın farkındaydık ancak O’nun engin hoşgörüsünden de haberdardık. Bu bizim için önemli bir dayanak oldu. En azından söz ve biatimizi mahcubiyet içinde de olsa yineledik. Çünkü O’nun getirdiği din “ümitsiz” olmayı kesin bir dil ile yasaklamıştı. Bu yüzden ümitsiz olamazdık. Hatta yalnız hicri takvime göre değil; miladi takvimi de fırsat bilerek 16-20 Nisan tarihleri arasında da O’nu anlamaya ve yaşamaya çalıştık.
Bir de baktık ki, 13 Haziran günü üç ayların ilki olan Receb-i şerif bize kucak açtı; dört-beş gün sonraki regaibi bizlere hatırlattı. Dolayısıyla 17 Haziran’da kandiller zincirinin ilk halkasında prova yaptık. Dua ve yakarışlarımız semavat ve arzı çınlattı. Gözyaşlarımız sel olup aktı. Kendimize, yakın çevremize, çoluk-çocuğumuza ve mazlum ümmete bolca dua ettik. Yeni başlayan manevi mevsimin bütün ümmete güzellikler getirmesini diledik. Yüce Allah’ın şanlı dergâhına ellerimizi açtık ve boş dönmeyeceğine inandık.
Dualarımız sadece bizim için değildi; çünkü biliyorduk ki, kendimiz için isteyeceğimizi kardeşimiz için de istemek durumundayız. Bu yüzden her zaman olduğu gibi, gençlerimize hayırlı kısmetler, evlenmiş kardeşlerimizi sonsuz mutluluklar, borçlu kardeşlerimize kolaylılar, hasta dostlarımıza şifalar ve öğrencilerimize de başarılar ihsan etmesi için Rabbimize yalvardık.
8-9 Temmuz Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece iki bayramı birden idrak ettik. Hem Cumayı hem de Miraç Kandili ile aynı gün ve gece müşerref olduk. Bu da bize müminin miracını hatırlattı; bu yüzden ibadetlerimizi gözden geçirdik. Miracın hatırası olan namaz ibadetimizi göz önünde bulundurarak –deyim yerindeyse- Rabbimizle olan ilişkilerimizi kontrol edip eksiklerimizi tamamlaya ve O’nun rahmetine sığınmaya gayret ettik.
26-27 Temmuz ise Berat kandilini doyasıya yaşamaya gayret edeceğiz.. Berat gecesinin “berat”ımız olması için Yüce Allah’ın Dergâh-i izzetine sığınarak bildiğimiz bütün duaları sarf edeceğiz. Genel tuttuğumuz duaların karşılıksız kalmayacağı inancıyla yakarışlarımızı gece boyu sürdüreceğiz.
Bunca hazırlıktan sonra 10 Ağustos günü yatsı namazını müteakiben ilk teravihimizi kılıp 11 Ağustos günü Ramazan-ı şerife “merhaba” diyeceğiz. 5 Eylül günü, bin aydan hayırlı olan Kadir gecesiyle müşerref olduktan ve 9 Eylül günü başlayan Ramazan-ı şerif Bayramını idrak ettikten sonra, Muharrem ayının ikinci yarısı başlayan 2010 yılını yine Muharrem ayı ile uğurlayacağız.
Bütün bu sürece hazır mıyız; ne dersiniz!