İbrahim Halil Okuyan
2 Temmuz 2010
Bu yazı dizisinde yaklaşık 100 yıldır hayatımızda önemli yer alan petrol ve bunun için ödenen bedelleri yakından incelemek istiyoruz.
Yaşadığımız coğrafyaya kan ve gözyaşı getiren petrol.
Geçmişten günümüze siyasal, stratejik ve ekonomik mücadelenin odağında yer alan Orta Doğu, Dünya Enerji Merkezi olmasıyla her zaman uluslararası gündemi belirleyen gelişmelere sahne olmuştur.
Zira dünya petrol rezervlerinin yüzde yaklaşık yüzde 68’i doğal gaz rezervlerinin ise yüzde 40’ı bu bölgede bulunmaktadır.
Tek başına 262 milyar varil petrol rezervine sahip olan Suudi Arabistan’da dünya petrol rezervinin yüzde 25’i bulunmaktadır.
Bu oran ABD’nin on katı, Rusya’nın ise beş katıdır.
Irak ise 115 milyar varil petrolüyle dünya petrol rezervinin yüzde 11’ine sahiptir.
Her iki ülkenin de nüfusları 25 milyonun üzerindedir.
İran’a gelince bu ülke 135 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervleri ile dünya petrol rezervlerinin yüzde 12’sine sahip bulunmaktadır.
İran bu konuda Suudi Arabistan’dan sonra dünyada ikinci sırada gelmektedir.
İran, yaklaşık yüzde 15,4 doğal gaz rezerviyle de bu alanda Rusya’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.
Basra Körfezi’ndeki diğer ülkelerden Kuveyt’in ve BAE’nin ise yaklaşık 100 milyar varil petrole sahip olduğu bilinmektedir. 2 milyon dolayında nüfusu olan bu iki ülkenin yabancılar çıktığında geriye 500,000 dolayında bir yerli nüfusu kalmaktadır.
Dolayısıyla 1,1 trilyon varil olan toplam kanıtlanmış rezervler içinde 700 milyar varil petrole sahip olan bu beş ülkenin kanıtlanmış rezervlerinin oranı yüzde 65-67’dir.
Bölgedeki petrol rezervlerinin ekonomik değeri ise petrolün ortalama 60 dolar olması halinde 96 TRİLYON DOLAR dolayındadır.
Öte yandan, petrolün Dünya Enerji Tüketiminde yaklaşık yüzde 40’la halen birinci sırada yer alması (ulaşım sektöründe bu oran yüzde 97) ve hızla artan petrol fiyatları bölgeyi küresel mücadelenin en temel unsuru haline getirmektedir.
İngiltere ve Norveç dışında ciddi bir enerji kaynağına sahip olmayan Avrupa ülkeleri petrol gereksinimleri açısından yüzde 55-60 dolayında bu bölgeye bağımlıdır.
Bu bağımlılık Japonya ve Çin için yaklaşık yüzde 70 dolayındadır.
ABD ise petrol ithalatının yüzde 25’ini bu bölgeden gerçekleştirmektedir.
20 milyon varil günlük petrol tüketimiyle Dünya petrol tüketiminin yüzde 25’ini gerçekleştiren ABD, bu gereksiniminin yüzde 55’ini dış pazarlardan karşılamaktadır.
Petrol fiyatlarındaki 10 dolar artış ABD’nin gayrisafi milli gelirinde 165 milyar dolarlık bir kayba yol açmaktadır.
Petrol fiyatlarındaki 1 dolar artıştan İran 1 milyar dolar, Rusya 2 milyar dolar, Suudi Arabistan ise 3 milyar dolar kazanırken, ABD 4 milyar dolar gelir kaybına uğramaktadır.
Bunların sonucu olarak, Ortadoğu herkesin söz sahibi olmak istediği bir çatışma alanındır.
Hiç şüphesiz, 20.yy’ın ortasından bugünlere kadar geçen süre, Amerika Birleşik Devletleri’nin aşağı yukarı her alanda hegomanyası (Hegomanya: bir devletin bir başka devlet üzerinde kurduğu baskı. İkinci devletin bağımsızlığını büyük ölçüde ortadan kaldırır.) altında geçmiştir.
Hatta birçok kişi içinde bulunduğumuz bu süreci “Amerikan yüzyılı” olarak tanımlamıştır.
Her ne kadar SSCB bu yüzyılın ilk yarısında ABD’ye karşı bir denge unsuru olduysa da, 1980’lerin sonundan itibaren ABD tartışmasız tek süper güç olmuştur.
2000’lere geldiğimizde ise, Avrupa Birliği’nin sadece bir “birlik” olmaktan sıyrılıp, birleşik devletler yapısı altında tek bir federal devlet olma arzusunun en önemli işareti olarak tek para birimine yani Euro’ya geçmesi ile ABD karşısında yeni bir potansiyel rakip çıktı.
Tarihin garip bir cilvesi olarak, bugün ABD ’nin karşısına yeni bir rakip olarak çıkan Avrupa Birliği’nin temelleri esasında
2. Dünya Savaşı ertesinde yine bizzat ABD tarafından ortaya konan Marshall Planı (yardımları !?) tarafından atılmıştı. Marshall Planı’nın unutulmaz sloganı olan ve aşağı yukarı bugünkü AB üyesi ülkeleri hedef alan “şartlar ne olursa olsun birlikte hareket etmeliyiz” sloganı ile Avrupa ülkelerine özellikle Sovyet bloğuna karşı bir olma çağrısı yapan ABD, bu birliğin bir gün olup kendisi ile rekabete gireceğini elbette tahmin edemezdi.
Bu makalede, 2. Dünya Savaşı ertesi uygulanan Marshall planı ile 2000’li yıllarda yaşanan Irak savaşı ve sonrası ABD politikaları irdelenmiş ve benzerlikler tartışılmıştır.
A. MARSHALL PLANI
A.1 -MARSHALL PLANI’NIN AMACI VE ESASLARI
2. Dünya Savaşı ertesinde Avrupa ekonomisi tam anlamıyla yıkıma uğramıştı.
ABD savaşa müdahil olmuş olsa bile savaşın daha ziyade Avrupa kıtası üzerinde yaşanmış olması sebebiyle, Amerika insani kayıplar dışında kendi topraklarında maddi kayıp yaşamamıştı.
Üstelik savaş ekonomisi, Amerikan sanayisinin çarklarını savaş boyunca döndürmüş ve savaş sonrasına işler durumda olan bir ekonomi bırakmıştı.
Avrupa ise ekonomik faktörlerin neredeyse hepsinden yoksundu.
Uzun yıllar süren savaş insanları yormuş, savaş sonrası gelen ekonomik sorunlar iyice bıkkınlık yaratmıştı.
Bu psikolojik durum Avrupa’yı Sovyetlerin komünizm propagandasına karşı çok açık ve zayıf bırakıyordu.
Bu ABD için çok büyük bir tehlikeydi.
Öte yandan, ABD sanayisi savaş sırasında ulaştığı ve dünya çapında rakipsiz olan büyük üretim gücünün desteği ile dış piyasalara, özellikle de Avrupa’ya mal satmak arzusundaydı. Fakat Avrupa, Amerikan mallarını almak istese dahi bunun karşılığında ABD ’ye verecek yeterli doları yoktu.
Sonuç olarak, hem Avrupa’nın bu yoksun halinin sonucunda Avrupa’da komünizmin yayılmasından korkan (beklide bu korkuyu yaratan ABD idi.), hem de Avrupa’ya enjekte edilecek bu dolarların enikonu kendi sanayisine geri döneceğini hesap eden ABD, 1947’deki bir toplantıda Marshall Planı’nın temellerini atmış, Çekoslovakya ’nın 1948 Şubatı’nda Sovyetlere şok bir şekilde kaybedilişinden iki ay sonra plan resmi olarak yürürlüğe koyulmuştu.
Emme Basma Tulumba misali; bir tas suyu feda etmesen suyu su cekemessin misali.
Bu arada Yunanistan ve Türkiye’ye, acil yardım adı altında, planın resmiyete dökülmesini beklemeden, Truman doktrini bağlamında komünizm ile mücadele için 1947 Ocak’ında para yardımları başlatılmıştı.
Tablo a.1 ‘de Marshall planı çerçevesinden her ülkeye ne kadar yardım yapıldığını gösterilmiştir.
Bu tablodan görüleceği üzere, Marshall planı çerçevesinde en büyük yardımı ABD ’nin en sadık müttefiki İngiltere almıştır.
ÜLKE TOPLAM
İngiltere__________________3,297
Fransa___________________ 2,296
Almanya__________________ 1,448
İtalya____________________ 1,204
Hollanda__________________ 1,128
Belçika ve Lüksemburg________ 777
Avusturya__________________ 488
Danimarka__________________385
Norveç____________________ 372
Yunanistan__________________366
İsveç______________________347
İsviçre_____________________250
Türkiye____________________ 137
İrlanda____________________ 133
Portekiz____________________ 70
İzlanda____________________ 43
Tablo a.1: Marshall planı çerçevesinde yardım alan ülkeler.
Marshall Planı’nı sadece komünizme karşı bir sigorta olarak görmek büyük yanlışlık olur.
Marshall planı esasında Bretton Woods Toplantıları‘nda ortaya konulan ve ABD hegemonyasını kabul ettirmeye çalışan yeni ekonomik düzenin önemli bir aşamasıydı.
Bu gün dayatılan “YENİDÜNYA DÜZENİ” sloganına benzer bir slogan.
Devam edecek.
Saygılarımla.