Cüneyt Gökçe
12 Ocak 2007
ınsanlar farklı imkân ve statülerde olduklarından kimisi alıcı rolünde olur kimisi satıcı; kimisi amir olur kimisi memur; kimisi çalışan olur kimisi işveren; kimisi ev sahibi olur diğer bir kısmı da kiracı… Gönül arzu eder ki, bütün sınıflar arasındaki ilişkiler insana yaraşır ve yakışır bir düzeyde devam etsin. Satıcı, müşterisini bir veli-i nimet olarak görsün; ev sahibi, kiracısını ailesinin bir parçası olarak değerlendirsin; zengin, fakirin sayesinde zekât görevini ifa edebildiğini düşünsün; amir, hizmet ettiği insanların hizmetçisi olduğunu unutmasın. Böylece kâinat bir insanlık ve kardeşlik beşiği olsun. Öte yandan, müşteri de satıcının emek ve hizmetini değerlendirsin; kiracı, oturduğu eve gözü gibi baksın; fakir de konumunu bilsin ve izzetini korusun. Bazen, bu ilişkilerin olumsuz örneklerine rastlanıldığı gibi; bazen de çok güzel örnekleriyle karşılaşmak mümkündür. Önemli olan herkesin, güzel ve olumlu örnekleri çoğaltma adına üzerine düşeni yapmasıdır. Güzel örneklerden bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyorum. şöyle ki: Efendim, avantaj ve dezavantajıyla birlikte Marmara Üniversitesi ılahiyat Fakültesi 1. sınıfına başladığımda evli idim. Dolayısıyla ilk birkaç ay dışında o da tam yerleşene dek- evi ailecek ıstanbul’a taşımak gerekiyordu. Yıl 1979. Aralık ayının 19’u. Okula yakın bir semtte bulduğumuz bir eve o zamanki parayla, 1500 (bin beş yüz) lirayla anlaşarak- yerleştik. 19 Aralık 1980 tarihinde, yılımız dolduktan sonra aynı bahçenin içerisinde komşu olarak beraber oturduğumuz ev sahibimizle aramızda şu diyalog cereyan etti: Fazıl ağabey, şu kiramızı bir konuşsak; bu yıl ne ödeyeceğiz? dediğimde, ev sahibim Fazı Bey’in cevabı şu oldu: Ne kirası, ne artışı… Olmaz, kabul etmem; sen zaten öğrenci adamsın. Artış-martış lafını bir daha duymayayım! Bu defa biz ısrar ediyoruz: Olmaz Fazıl ağabey, biz rahat edemeyiz; mutlaka makul bir artış yapmanız lazım. Yok, olurdu da; olmazdı da… tartışmaları uzun sürdü. Sonunda ısrarlarımıza dayanamayan ve kararlı olduğumuzu gören Fazıl Bey, tartışmaya son noktayı koydu: Tamam, evladım; madem çok ısrar ediyorsun, bu yıl 2000 (iki bin) lira verin; ancak önümüzdeki yıl artış talebinde bulunmayacağına dair söz ver! Fazıl ağabey, seneye kadar Allah Kerim; o tarih bir gelsin de bakarız, dediysek de Fazı Bey söz alma konusunda ısrarlı ve şöyle diyor: Olmaz, kesinlikle söz vereceksin; tabii ki, Allah Kerim. Ama sen bu şekilde devam ettireceğine ve artış talebinde bulunmayacağına dair söz ver! Evet, yanlış okumadınız. Ev sahibim, içinde oturduğumuz evinin kirasını artırmayacağımıza dair benden yani kiracısından söz istiyor. Dolayısıyla, 19 Aralık 1979 ila 19 Aralık 1980 tarihleri arasında aylık 1500 (bin beş yüz) liraya oturduğumuz evin kirasını 19 Aralık 1980 ila 19 Aralık 1981 tarihleri arasında 2000 (iki bin) lira olarak ödemeye başladık. 19 Aralık 1981 tarihinde yine ev sahibimizle şöyle bir muhabbetimiz oldu. Dedim ki: Fazıl ağabey, şu kirayı konuşsak mı? Yüz hatları değişen ve kızdığı her halinden belli olan Fazıl Bey bir sene önceki sözümü sert ve sitemli bir şekilde hatırlatarak, dedi ki: Evladım, hani sen söz vermiştin; kira artış talebinde bulunmayacaktın; bu mu senin sözün! Ben duymamış olayım… Bu defa karşı atak sırası bende: Tamam, Fazıl ağabey, madem ısrar ediyorsun, bu sene de 2000 (iki bin) lira vermeye devam edelim ancak, seneye 3000 (üç bin) lira yapacağına dair söz ver! 19 Aralık 1982 geldiğinde “Ağabey, kirayı konuşalım mı?” deme ihtiyacı duymadan doğrudan doğruya 3000 (üç bin) lira gönderdim. Evladım, sana ağır gelir; öğrencisin, dediyse de bu kez muhabbet içerisinde biz ona verdiği sözü hatırlattık. Fazıl Bey’in evindeki kiracılığımız hep bu minval üzere devam etti. Bizi hiçbir zaman “kiracı” olarak görmediler. Onlara göre biz ailelerinin birer ferdiydik. Orada kaldığımız sürece Fazıl Bey’den baba şefkati; hanımı Nuriye Hanımefendi’den de anne şefkati gördük. Bizlere “evlat”, çocuklarımıza “torun” gözüyle bakıyorlardı. Doğrusu, gerçek hayatın bir kesiti olan o komşuluğu unutabilmemiz mümkün değildir. Allah her kiracıya bu tür “ev sahipleri” nasip etsin! Tabii ki, güzel evler de bahşeylesin!