Reşat Kızılateş
9 Haziran 2008
Bugüne kadar klavyenin başına geçtiğimizde daha çok dünya sorunlarıyla ilgili bir şeyler karaladık hep. Ama son zamanlarda bazen Urfa’nın bir sorununu Türkiye’nin bir sorunu gibi işledik bazen de Türkiye’nin bir sorununu Urfa’ya indirgedik.
Ama itiraf etmeliyim ki dış politika ve dünyadaki gelişmeler konusunda tuşlara daha hızlı dokunuyor parmaklarım…
Biz gazeteci değiliz.
Sadece düşüncelerimizle beyin fırtınası yaratıp ülkemizin gelişmesine okyanusta bir damla misali katkı sunmak istiyor, insanları düşünmeye sevk etmek istiyoruz…
Bugün, aslında küresel krizin çıkmasında kapitalizmin ‘bunalım yaratma stratejisi’nin rolünü; gündemde bir değişiklik olmazsa daha sonra da ‘velilere de karne verilmesi’ konusunda birkaç satır yazmayı planlamıştım.
Birden aklıma “son zamanlarda Urfa’nın hep eksilerini mi yazdık acaba,” düşüncesi geliverdi.
Sonra şunu da düşündüm: “Zaten Urfa’nın bir marka olma yolunda ilerlediğini sürekli yazan arkadaşlarımız var. Onlar çok güzel yazıyor. Biz yine markalaşma yolunda yaşanan yanlışları, olumsuzlukları yazmaya devam edelim. Acı da olsa bu gerçekler bizim gerçeğimiz…”
Bir büyüğümüz derdi ki : “hangi işte olursa olsun, hiçbir zaman ‘asayiş berkemal’ demeyin. ınsan olan yerde mutlaka hata olacaktır. Asayiş berkemal dediğiniz zaman yanlışlarınızı göremez ve olduğunuz yerde kalırsınız.”
ışte bu yüzdendir ki bugüne kadar yazılarımızın çoğunda Urfa’yı, yani kendimizi eleştirdik hep!
Bardağın dolu tarafından çok, boş tarafını öne aldık…Bize göre yanlış, eksik, olumsuz olan ne varsa görebildiğimiz kadarıyla irdeledik.
Çuvaldızı kendimize batırma düşüncesini taşıdık bir konuyu irdelerken.
Yerini bulsun veya bulmasın iyiyi, güzeli, doğruyu bulmak için kafa yorduk kendimizce.
Olması gereken de buydu aslında…
Urfa’nın hak ettiği yerde olmadığını söylerken defalarca, bunda yıllardır herkesin payı olduğunu söyleyip durduk satırlarımızın gittiği yere kadar…
Elbette Urfa gelişiyor, değişiyor… Elbette bu yolda birçok insanın emeği ve uğraşı var. Bunlar inkar edilemez. Geçmişten günümüze birçok yöneticimiz görev aşkıyla çalışmıştır bu memlekette! Hala bunun mücadelesini verenler var!
Ama iyi niyetli çalışmalar yetersiz kalmış demek ki!
Geldiğimiz nokta birkaç yılın birikimi değil, yılların bize bıraktığı bir miras…
Kim istemez modern bir kentte, kişi başına düşen gelirin 20 bin dolar olduğu mutlu bir toplumda yaşamayı…
Daha geçen hafta Maraş örneğini verirken (Antep’ten vazgeçtik) gördüğümüz manzaranın Türkiye adına verdiği sevinç, Urfa adına verdiği üzüntü içimizde bir düğüm oluşturacak ki olayın sıcaklığıyla aynen şöyle demiştik bu köşede:
“Lafa gelince kendini Urfa’nın ileri geleni sayanlar yatırıma gelince geri durmaktadır. Ya kolay para kazanma yolu tercih edilmekte ya da başka memleketlerde iş yapılmaktadır…
Elinde tespih sallamakla, üç gün sonra yiyeceği yemeğin hesabını yapmakla, hep aynı kişilerden oluşan sıra sohbetlerinde zaman tüketmekle bir yere varılmıyor…”
Bu sözler hem bir özeleştiri hem bir serzenişi barındırıyor haznesinde…
Bir Urfalı olarak “Urfa neden bir Kocaeli, bir Denizli, bir Kayseri, bir Antep olamıyor” un ezikliğini duyuyorum
Bir ülkede tüm bölgelerin aynı oranda gelişemeyeceği gerçeğini de göz ardı etmiyorum…
Amerika’da da böyle, Almanya’da da böyle, ıtalya’da da…
Ama yine de “neden olmasın!” diyorum…