Ali H. Demir
12 Şubat 2008
Okul öncesi eğitime yönelik yapılan yasal düzenlemelerin çerçevesi 1973 yılında çıkarılmış olan Milli Eğitim Temel Kanununa dayanır. Bu temel kanun eğitim öğretim hizmetlerinin planlanması, kurulması, düzenlenmesi, işletilmesi, yönetilmesi ve değerlendirilmesine yönelik ilkeleri, amaçları, kuralları, öğretim kademelerini ve isteme yönelik temel hususları açıklamaktadır. Dışardan gelip de ülkemiz eğitim sistemi üzerinde bir çalışma yapmayı düşünen her araştırmacının ilk ele alması gereken ana unsurları yine bu kanun açıklar. Bilindiği gibi yasal düzenlemeler ülke meclisleri tarafından toplumsal hayatın ihtiyaç duyduğu her tür alana yönelik olarak hizmetlerin nasıl, kim tarafından yürütüleceğini belirleyen önemli belgelerdir. Hukuk kuralları diye isimlendirilen yasal düzenlemeler bu hizmetleri yapması gereken resmi kurum/kuruluş/örgütlerin de çalışma düzeni üzerinde büyük etkiye sahiptir.
Okul öncesi eğitimin kapsamına ilköğretim çağına gelmemiş çocuklar girmektedir. Bu çağ genel olarak 4-6 yaş arasını kapsamaktadır. şu an için isteğe bağlı bir öğrenim kademesi olarak düzenlenmiş olan okul öncesini zorunlu hale getirme yönünde planlar yapılmaktadır.
Okul öncesi eğitimin amaçlarına bakıldığında öğrencileri fiziksel, zihinsel ve duygusal yönden geliştirme, ilköğretime hazırlama, şartları elverişsiz çevrelerden ve ailelerden gelen çocukların istenen seviyeye getirilmesini sağlamak ve son olarak da çocukların Türkçe’yi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamak olarak belirlendiği görülmektedir. Okul öncesi eğitim özellikle şartları elverişsiz yörelerdeki çocukların sosyo ekonomik, sosyo kültürel açıdan geliştirilmesinin hedeflendiği söylenebilir. Zira aile ortamında yeterli ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitsel her tür imkanlara sahip olan bir çocuk için fiziksel, duygusal, zihinsel gelişim geriliğinin görüleceği normal şartlarda söylenemez. Bu nedenle okul öncesi eğitimin özelikle ekonomik, sosyal, kültürel yönden geri kalmış yerlerde kurulması, geliştirilmesinin gerekliliği ortaya çıkar. Ancak ülkemizdeki 2006-2007 öğretim yılında resmi ve özel anaokulu ve anasınıflarının yani okul öncesi eğitim kurumlarının iller itibariyle dağılımlarına bakıldığında ıstanbul, ızmir, Ankara, Konya, Bursa, Mersin illerinde okul öncesi eğitimde kurumlaşmanın en fazla olduğu yerler olarak sıralandığı, okul öncesi okullaşmanın en az olduğu illerin ise Tunceli, Bilecik, Karabük, Çankırı, Kilis olduğu görülmektedir. Bu sıralamada illerin doğu veya batı olarak karışık şekilde sıralandığı rahatlıkla görülebilir. Ancak illerin çağ nüfuslarının oranları bu sıralamada can alıcı bir öneme sahiptir. Zira nüfus yoğunluğunun az olduğu, genç nüfusun, okul öncesi çağ nüfusunun sayısının az olduğu yerlerde okul öncesinin düşük olması gayet normaldir. Bu konuda daha sağlıklı yorumlar yapabilmek için okul öncesi çağ nüfusunun yoğun olduğu illerdeki oranlar üzerinde durmak gerekir. Buna rağmen eldeki verilere göre rahatlıkla söylenebilecek şey okul öncesi eğitimin kuruluş amaçlarının tersine ekonomik, sosyal, kültürel yönden gelişmiş yerlerde yoğunlaştığı, ekonomik, sosyal, kültürel yönden kısmen daha geri bölgelerde ise oldukça düşük olduğudur. Okul öncesi eğitimin kuruluş amaçlarının tersine olan bu durum aslında sadece okul öncesi eğitim için geçerli değildir. Örnek olarak dünyadaki orta öğretimin dağılımına bakıldığında mesleki eğitimle genel orta öğretim arasında da benzer bir terslik olduğu ülkemizde görülmektedir. Bu durum eğitim yöneticilerimizin acilen çözmeleri gereken problem alanlarından birisini oluşturmaktadır.
Okul öncesi eğitimin özellikle sosyo kültürel, sosyo ekonomik yönden geri kalmış yörelerde bir an önce zorunlu hale getirilip %100’lere varan bir orana çıkarılması gerekmektedir. Zira öğretim kademeleri arasında okul öncesi eğitim döneminin önemi artık inkar edilmez bir gerçek. Özellikle de eğitimin niteliği konusunda ciddi adımlar atılması gereken, bölgeler arası dengesizliklerin siyasal sorunlara kolaylıkla dönüşebildiği ülkemizde bu önem daha da büyük boyutlardadır. Aslında bu öneminden dolayı okul öncesi eğitimin sorun olmaktan çoktan çıkarılması gerekiyordu.
Ülkemizdeki okul öncesi eğitim kurumlarındaki yıllar itibariyle okullaşma oranlarına bakıldığında 1985-1995 arasındaki oranların % 4,1 ile % 7,6 arasında değiştiği görülürken bu oranların dünya sıralamasında çok gerilerde olduğu açıkça görülür. Aynı dönemde 1997 yılı itibariyle gelişmiş ülkelerdeki oranların % 40 ile %100 arasında değiştiği yönündeki verilere bakılınca ülkemizdeki durumun hala içler acısı denebilecek durumda olduğu söylenebilir. Planlı kalkınmanın başladığı 1960’lı yıllardan bu yana hala bu düzeylerde kalmamızın gerekçeleri üzerinde ilgililerin ciddi bir şekilde düşünmesi gerekiyor.