Mahmut Çepoğlu
1 Mayıs 2006
Bu günkü yazımı, yedi yıla yakındır emekli olduğum, öğretmenlik mesleği ve onun çilekeş olduğu kadar, şefkat, muhabbet dolu meslektaşlarıma ayırdım. Ülkemizde en ücra köye kadar giden, devletin tek temsilcisi öğretmenler olduğunu bilmeyen yoktur. Ekmek parası elbette önemlilidir. Ancak öğretmenlerin ekmek parasından önce, insan yetiştirme erdemini ön planda tuttuklarını, göreve bilinci ve sorumluluğunun ifadesi olsa gerek. Soğuk, sıcak, dere tepe demeden doğanın sarp koşullarını umursamayıp vazifenin kutsiyetini yerine getirmek için en büyük fedakarlığı yaparlar. Doğanın vahşi acımasız koşulları bir yana, kurtlara yem, eşkıyaya, çeteye, teröre hedef olduğu yetmez, dört duvar arasında bir başına yaşadığı korkular elbette vardır. Ancak hiçbir şey öğretmenin bir şeyler öğretememenin korkusunun yerini tutmaz. Ellerine bir yumak hamur verilmiş, “al şekil ver” demenin dağlardan ağır sorumluluğunu bilir, ona göre hizmet eder. Karda, yağmurda, çamurda, tipide fırtınada en çok çile çeken olmasına rağmen o bunların farkında bile değildir. Ülkenin sosyopolitik ve sosyoekonomik yapısı göz önünde alındığında özgür düşünme, insan haklarını insanca yaşamın erdemi, hak, hukuk, adalet sorgusundadır yüreği…Fedakarlıkları hep kendinden bilirler. Demokrasinin gereği onun ikinci yapacağı bir iş insanca yaşamanın mutluluğuna varmak, bunu yapabilmek için de örgütsel mücadeleye katılmak, bunu mecburiyet ve zorunluluğu bilindiği halde suçlu bulunması ayrı bir darbedir… Dünya konjöktörüne baktığımızda yaşamaya yön veren örgütsel dayanışma gerçeğini inkar etmek mümkün değildir. Maalesef bunu ülkeyi idare edenler henüz kavrayamamışlar. “Ben varım benden başka kimse yok” zihniyeti ülkeyi ne hala soktuğu meydanda. Meslekleri gereği çektikleri eziyet sıkıntı yetmez, bu kez sürgün edilmeler başlar. Sebebi örgütsel mücadeleye katılma onları desteklemedir. Yarının büyükleri dediğimiz çocuklarımızı, cumhuriyetin sahipleri olan gençliği yetiştiren öğretmenlerin, eğitim, öğretim için aştıkları yollar, bu kez sürgün için yürekler bir kerbela yeridir. Birileri koltuklarına rahat otursun, siyasilerin geleceği garantiye alınsın diye… Sürgünden öteye yol yoktur. sosyal demokrat, solcu, devrimci, idealist öğretmenler yine göç yollarında…Önemli olan sürgün edilmek değil; onların bilgi ve birikimlerinden faydalanmaktır. Onlar nereye gitseler inandıkları davayı sürdüreceklerini herkesin bilmesi gerçeğini kabul etmek lazım. Sürgün öğretmenin ruhsal yapısına yapılan acımasızca bir müdahaledir. Kaos yaratmadır. Kaotik ortamları seven beyinler, at gözlüğüyle olaylara baktıkları için yaşamın gerçeklerinden soyutturlar. Önce insan olmanın erdemine varmak gerek…Önemli olan birilerinden olmak değil, topluma, millete ve onun çocuklarına faydalı olmaktır. Bunu yapanlar kim olursa olsun, isimleri ne olursa olsan kıymeti harbiyesi yoktur. Verim, hizmet, geleceğin mimarlarından beklediğimiz yenilikler, başarılar varken onlar sürgünle susturulmamalı, elleri kolları bağlanmamalı. Okullar çete bataklıklarına dönüşmüşken; yaralama, öldürmeye varan olan olaylar yaşanırken, öğretmeni sahiplenip ondan yardım bekleneceği yerde; onu mesleğinin güzelliklerinden uzaklaştırmanın rahatsızlığı hepimizin içinde… Özlük haklarının yetersizliği, yaşanan stres, meydana getirilen gerilim, kaotik ortam, toplumsal sıkıntılara neden olmakta ve sanki hepsi öğretmenler için vardır imajı bizleri fazlasıyla rahatsız etmektedir. Hayat, dirim, eğitim ve öğretim, toplumsal yaşam, mesleki birliktelik, örgütlü çalışma gönüllü birlikten geçer. Eğitime ivme kazandırma; eğitime yönelik projeleri gerçekleştirmekle birlikte, handikapları aşma, negatif davranışları terk etme, örgütlü mücadelenin her çeşidine, türüne ve rengine saygı göstermekten geçer. Bu örgüt dinci, bu örgüt ülkücü, bu solcu deyip bölme kimisini kendine yakın bulma, kimisini düşman görme gibi bir saplantı içine girmemek gerekir. Hepsi bu memleketin evladı. Hepsi insanca yaşama uğraşımı vermektedirler.