Mahmut Çepoğlu
22 Kasım 2007
Bir öğretmenler günü daha kutlanacak. Resmi törenler ve söylevlerle dopdolu bir gün geçecek. Her yıl olduğu gibi bol bol nutuklar, şehitleri anma, yeni göreve başlayanların yeminleri ve ayrılanlara bir teşekkür belgesiyle onları onura edilir. Yirmi beş ile otuz yıl arasında sınıflarda tüketilen bir ömür, yarı sevinç, biraz buruk, biraz hüzün ve ardından kocaman idare edenlere nefret duyulur.
Nutuklar devam etsin, yürek burkan, gözleri buğulandıran şiirler okuna dursun. Öğretmene saygın davranan büyüklerden örnekler verilir. Öğretmenin durumunu iyileştirme çabaları uzun uzun anlatılır. Fedakâr, cefakâr öğretmenler bir yıl daha aynı minval üzere eğitim ordusu saflarında hamleye devam diyecekler. Öz verili çalışmanın gayreti içinde olacaklar. Öğretmenler sıkıntılarını anlata dursunlar. Sendikal hakmış, insanca yaşamakmış, kim dinler bunları. Konuşursanız göreve son, sürgün olma yada peşi sıra cezalar gelir ardından “sakıncalı piyade” misali. Meydanlarda olanlardan da hiç bahsetme gereği duymuyorum.
Oysa öğretmen demokrasinin gelişmesinin öncüsüdür, laikliğin tohumunu okula başlayan çocuklarla birlikte yeşerten yine öğretmendir. ınsan haklarının değer bulduğu, tarih ve kültürün toplumla buluşturmasına yine öğretmen vesiledir. Çağdaş eğitim ve öğretime onlar sayesinde edineceğimiz gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Gençliğin emanet edildiği öğretmenlerin, tüm değerlere sahip çıkmasına rağmen, onlara kimse sahip sahiplenmiyor.
Ekonomik sıkıntılar her gün geçtikçe artıyor. Öğretmenler ikinci bir iş yapma zorunda kalıyorlar. Kimisi taksi şoförlüğüne, kimisi öğrencilerinin olmadığı bir semtte eskici, dahası bakkal, simitçi, yumurtacı, kimisi işportacı, pazarlamacı, kimi bir büroda sekreter ya da kalfa… Öteden beri bu böyledir ve halen devam etmektedir. Bir iş yerinde aynı okulda görev yaptığımız bir öğretmen arkadaşım o iş yerine hizmeti arasında birde bana çay getirmek vardı üzüldüm.
Çoğu meslekleri ben öğretmene yakıştırmamakla birlikte mecburiyetten susuyoruz. Hâlbuki öğretmen kendisini yenilemesini bilen, öğrencilerine karşı kendini hazırlayan bu nedenle dinlenecek zamandan, gece uykusundan feragat edendir. Çoğu öğrencilerine mahcup olmaması için çalıştığı iş yerinin bir köşesinden kendisini hazırlamak zorunda kalıyor. Ne kadar faydalı olabilir siz düşünün.
Bir mesleğe ve onu temsil edenlere değer verildikçe o meslek yücelir. Bazı meslekler kendiliğinden hem sosyal, hem dini yönden ulvi bir makama sahiptirler. ışte bu mesleklerden biride öğretmenliktir. Biz gerek millet, gerekse devlete olarak öğretmene layık olduğu değeri vermiyoruz. Öğretmene değer verişimiz onun hayat standardı, yaşam şekli ve verilen sendikal hakla belli eder. Dahası eğitime getirdiğimiz yenilikler ve yapılan kalite ile belli olur.
Hepinizin bildiği bir öz deyiş var. “Bana bir harf öğretinin kırk yıl kölesi olurum” diyen elbette ki bu meslekteki kutsiyeti bildiğindendir. Çağdaş, yaratıcı, aydın öğretmenler artık köle aramıyor. Öğretmenler ellerine verilen hamuru, demokrasi adına, insan hakları ile yoğurmak ve “muassır medeniyetler” seviyesine çıkarmak çabasındadırlar.
Napolyon Paris’ten geçerken kalabalığı yarıp ona ulaşmaya çalışan, ancak asker ve polis kordonundan geçmeyen öğretmenini görür ve bırakmasını söyledikten sonra; kendisine yaklaşan öğretmenine saygı ve sevgiyle bakarken Askerlere; “dikkat …! hazır ol …! Fransa geçiyor” komutunu veriyor. Oysa nice öğretmen suçsuz, gerekçesiz, sebepsiz yere, bir iftira yada bir yanlış anlaşma, asılsız bir ihbar mektubu ile ne cezalara, ne sürgünlere ne hükümlere maruz kalmışlardır.
Her öğretmenin yetiştirdiği meslek sahiplerinden anılarında birer anı mutlaka vardır. Bu anılarda doktor, eczacı, mühendis olduğu gibi politikada; bakan, başbakan vesaire mesleklerden de insanları yetiştirmişlerdir. Zaten tüm bu meslek sahibi insanlar öğretmenlerin eserleridir. Aldıkları bu eğitimi edindikleri bu makamdan topluma yararlı birer insan olarak hizmetlerini geri dönmemesinin üzüntüsünü yaşayan bir çok öğretmenin sıkıntısını bilirim.
Yinede sizlere “aleve, aydınlığı için teşekkür ediniz, fakat tükenmeyen bir sabırla gölgede duran lambayı tutanı unutmayınız.”