Ali H. Demir
6 Mart 2007
Üniversiteler bilim üreten merkezler olma özelliği yanında toplumun yetişmiş insan gücü ihtiyacını da karşılayan yegane kuruluş olma niteliğini de taşımaktadır. Üniversiteler dünyadaki bilimsel gelişmeleri takip ederek bilim dünyasının gerisinde kalmamaya çalışırken içinde bulundukları toplumun insan gücü ihtiyacını da bilimsel kriterlere göre karşılama görevini yürütüyorlar. Üniversitelerin yetiştirdiği elemanlar toplumsal hizmetleri yürütmek amacıyla oluşturulmuş resmi ve özel kurum ve kuruluşlarda görev alarak veya bireysel olarak oluşturdukları işyerlerinde edindikleri bilgi, beceri ve yetenekleri kullanarak topluma hizmet etmekte, toplumsal ihtiyaçları karşılamaktadır. Bu yönüyle bakıldığında üniversitelerin yetiştirdiği her düzeydeki elemanların yeterlik düzeyleri ile toplumun ihtiyaçlarının yeterince karşılanması arasında sıkı bir bağlantı bulunmaktadır. Eğitime Dair konuları ele aldığımız için bu köşede özellikle öğretmenlerin yetişme durumları, öğretmen yeterlikleri, öğretmenlerin okullara gelinceye kadar aldıkları eğitimle okulda gösterdikleri başarı üzerinde durmaya çalışacağız. Öğretmenleri üniversiteler yetiştiriyorlar. Üniversiteyi bitirerek öğretmen olma yeterliğine sahip olan birisi ülkemizde çoğunlukla devlet okullarında görev alma şansı buluyor. Özel öğretim ülkemizde henüz yeterince gelişme göstermediği/gösteremediği için öğretmenlik eğitimi almış bir öğretmen adayı devlet kurumları dışında büyük bir iş sahası bulamıyor. Öğretmenlik eğitimi almış birisinin çalışabileceği alanların başında eğitim alanı gelmektedir. Eğitimin toplumsal bir görev olarak devletin üzerine verildiği andan itibaren öğretmen yetiştirme de önemli bir sorun olarak var olagelmiştir. Öğretmen yetiştirme konusunda ülkemizde çok değişik uygulamalar, modeller, sistemler kullanılmıştır. Halen de bir modelde karar kılınabildiğini söylemek zor. Öğretmen ihtiyacının fazla olmasına karşın yeterli eleman bulmanın zor olduğu dönemlerde eğitim alanında yetişmiş hemen herkes kolaylıkla görev alabiliyordu. Hatta yeterli öğretmen olmadığı için önceleri lise mezunlarından vekil öğretmen görevlendirilmeleri dahi sık sık yapılıyordu. Zamanla üniversite mezunu sayısı artınca lise mezunu yerine eğitim alanından mezun olup olmadığına bakılmaksızın üniversite mezunlarına kadrolu öğretmen olarak görev verilmesi uygulamaları görüldü. Bu dönemlerde ziraat fakültesi, iktisat fakültesi, veterinerlik fakültesi ve kamu yönetimi bölümü mezunların öğretmen olarak atandığı dönemler oldu. Bu tür atamaların yapıldığı dönemde hayvan, bitki yetiştirme eğitimi almış kişilerin insan yetiştirmekle görevlendirilmesi kamuoyunda eleştiri konusu yapılırken dönemin milli eğitim bakanı ve diğer yetkilileri başka çarelerinin olmadığını, lise mezununu vekil olarak vermektense üniversite mezununun atanmasının daha mantıklı olduğunu savundular. ınsan gücü planlamasının olmadığı her yerde her zaman görülen gariplikler bir dönem ülkemizde sık sık görülmekteydi. Günümüzde halen bu tür kişiler öğretmenlik mesleğinin içinde varlıklarını sürdürüyorlar. Ancak burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim ki eğitim alanının dışından gelmiş kişilerin arasından gerçekten çok başarılı öğretmenler de yetişmiş durumda. Öğretmenlik mesleği meslek öncesi edinilecek bilgi ve beceriler yanında kişisel gayretin de çok önemli olduğu mesleklerden birisi. Meslek içinde öğretmenleri motive eden, gelişmelerini sürekli kontrol eden, performansını takip ederek sürekli değerlendirmeye tabi tutan etkin bir sistem olmadığı için bir bakıma mesleğini iyi icra eden veya etmeyen personel ayrımını yapabilmek neredeyse mümkün olmamaktadır. Bu nedenle eğitim mezunu olup da gereken çabayı göstermeyen bir çok yetersiz öğretmenin varlığını görünce, alan dışından gelen ancak yoğun kişisel çabası sayesinde bilgi, beceri eksiğini kısa zamanda kapatan öğretmenlerin varlığını da inkar edemeyiz. Ancak bu durum meslek içinde etkin bir değerlendirme sisteminin olmamasından kaynaklanmaktadır. Artık günümüzde eğitim mezunlarının sayısı ihtiyaç fazlası hale gelmiş durumda. Bu nedenle öğretmen olmak isteyenlerin sayısı fazla olduğu için mevcutlar arasından seçme sınavları yapılmak zorunda kalınıyor. Belirlenen taban puanı geçemeyenler öğretmen olma hakkını da elde edemiyorlar. Bu uygulama öğretmenlik eğitimi alarak üniversiteden mezun olanlar açısından olumsuz gibi görünse de öğretmen kalitesinin yükselmesi açısından olumludur. Zira üniversiteyi bitirerek bir mesleği icra etme hakkını elde eden herkesin gerçekten o mesleğin gerektirdiği yeterliklere sahip olduğu ön kabulü doğru bir değerlendirme değildir. Üniversitede yapılan eğitimle doğrudan ilgili olan bu değerlendirmenin haklı veya haksız olduğu konusunda genel bir kanaate varmak için daha fazla veriye ihtiyaç olmakla birlikte öğretmenler açısından bu değerlendirmeyi rahatça yapabilme imkanına sahip olduğumuzu söyleyebilirim. Son dönemlerde KPSS sınavlarında taban puanların yükselmesi en azından mesleğe giriş aşamasında eleman kalitesinin yükselmesine yol açmıştır yargısı doğru bir yargıdır kanaatindeyim. Ülkemizde onlarca eğitim fakültesi yani öğretmen yetiştiren kurum bulunmaktadır. Her eğitim fakültesi öğretmen yetiştiren bir kurum olarak eğitim faaliyetinin en önemli aktörlerinden birisi olan öğretmeni yetiştirmeye çalışıyor. Bu fakültelerin tümünün tam anlamıyla istenen niteliklere sahip öğretmen yetiştirebildiğini söylemek oldukça zor. Aslında bu konuda yapılmış bir araştırma yok. Ancak üniversiteden mezun olarak okullarda görev alan öğretmenlerin öğretmenlik mesleğini icra ederken karşılaştıkları sorunlara ilişkin yapılan gözlemler bu konuda bir veri olarak kullanılabilir. Aslında bu konuda hem milli eğitim bakanlığının, hem de üniversitelerin etkin araştırma çalışmaları yapmaları gerekiyor. Bu tür araştırmaların kurumsal bir gelenek haline gelmesi eğitimin kalitesini arttırmada önemli bir eksiği kapatacaktır. Bilimsel çalışmalar bu şekilde toplumsal sorunlara da uygulanmış olacak ve sorunlar ancak o zaman daha sağlam bir şekilde çözülmüş olacaktır. O zamana kadar her şeyi el yordamıyla yapmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Üniversiteler sınavla aldığı öğrencileri bilimsel süreçlere göre hazırlanmış olan programlardan geçirerek yapacakları mesleğe yönelik temel kavram, uygulama ve gelişmeler konusunda yetiştirip mezun ediyor. Üniversitelerde görev yapan öğretim elemanları öğrencilerin yetiştirilmesinde önemli bir görev icra ediyorlar. Öğretim elemanlarının kalitesi yetiştirdikleri öğrencilerin kalitesine de doğrudan yansımaktadır. Ardından bu mezunlar yetiştikleri alanda faaliyette bulunan kurumlarda iş bulup çalışmaya başlıyorlar. Aslında mezunların başarısı öğretim elemanlarının da başarısını gösteren bir gösterge olarak kullanılabilir. Kullanılması gerekir. Öğretmenler atandıkları okulda göreve başladıkları andan itibaren eğitim, öğretim faaliyetlerini yürütmeye başlıyorlar. Görev yapılan okulun durumuna göre öğretmenlerin eğitim öğretim işlerinde aldıkları sorumluluğun boyutu da değişiyor. Öğretmen sayısı fazla olan okullarda göreve yeni başlayan bir öğretmenin alacağı sorumluluk daha az. Dolayısıyla karşılaşacağı sorunlar da daha az olacaktır. Ancak öğretmenlerin çoğu yeni başlamışsa veya okulda yardımcı olacak bir başka öğretmen yoksa o zaman okulun tüm işlerini yürütme görevi, okulda yapılması gereken eğitim, öğretim ve yönetim faaliyetlerinin tamamı yeni başlayan öğretmene düşmektedir. Okul çevresiyle bir bütündür. Dolayısıyla okul-çevre ilişkilerinin geliştirilmesi, okulla ilişkide bulunan kişilerin yönlendirilmesi öğretmen üzerine düşmektedir. Böyle bir durumda öğretmenin iyi bir iletişimci olması, insan ilişkileri konusunda gereken bilgi, beceriyle donanmış olması gerekir. Öğretmenlerin görev yaptıkları okullar toplumsal bir çevre içinde yer alır. Toplumsal çevrenin içinde ise bir çok farklı davranış durumuyla karşılaşmak mümkündür. Öğretmenlerin hangi alanlarda etkin beceri sahibi olmalarının tespiti de yine ayrı bir araştırma konusudur. Bu konularda da hem üniversite, hem de okulların işletilmesinden, geliştirilmesinden, kurulmasından sorumlu olan milli eğitim bakanlığının çalışma yapması gerekmektedir. Üniversiteler mezun ettikleri öğrencileri meslek içinde de takip ederek karşılaştıkları sorunları tanımalıdır. Üniversiteler öğrencisine meslekle ilgili bilgi, beceri ve diğer kavramları öğretirken alanda yaşanan sorunları dikkate almalıdır. Alanda yaşanan sorunlara yönelik geliştirilecek çözüm yolları öğrencilere meslek öncesinde öğretilirse üniversiteden mesleğe giren öğrenci karşılaştığı sorunları kolaylıkla çözebilir. Bu uygulamalar yaşanan sorunların azalmasına yardım eder. Ancak görüldüğü kadarıyla eğitim alanında yaşanan sorunlara yönelik olarak öğretmen adaylarının meslek öncesinde yeterince iyi yetiştirilemediğini, en azından alanda yaşanan sorunlara karşı öğretmen adaylarının hazırlıklı olarak okullara gelmedikleri çok rahat söylenebilir. Öğretmen okula geldiğinde karşılaştığı sorunlara karşı ne yapacağını bilemez halde kalmakta, bu durum öğretmeni başarısız kılmakta, meslek öncesinde edinilmesi gereken yöntem ve teknik bilgisi ve becerisi meslek içinde deneme yanılma yoluyla yapa yapa öğrenilmektedir. Bu ise birkaç yıl boyunca okula gelen öğrencilerin kaybedilmesine yol açmaktadır. Okullara yeni gelen yeni öğretmenler sorunlu öğrenci davranışlarıyla başa çıkma, okuma yazma bilmeyen öğrencilere okuma yazma öğretme, birleştirilmiş sınıflı okullarda görev yapma, farklı seviye grubundaki öğrencilerle birlikte çalışma, programları irdeleme, çevre şartlarını ve öğrenci seviyesini dikkate alarak çalışmaları belli bir program dahilinde planlayarak yürütme, okul yönetimi gibi alanlarda büyük sorunlar yaşamakta ve bu konularda üniversitede yeterli eğitimi almamaktan yakınmaktadırlar. Öğretmen adayı öğrencilerin hangi alanlarda zorluklar yaşadıklarının tespiti için mezunların takibi sisteminin kurulması, geliştirilmesi, güçlendirilmesi gerekirken ne yazık ki üniversitelerde bu konuda işletilen bir sistemin varlığından söz edebilmek mümkün görünmemektedir. Bu durum bilimsel çalışmaların ana merkezi durumunda olan üniversiteler için olumsuz bir görüntüdür. Aslında meslek içinde öğretmen niteliklerine yönelik etkin bir çalışma yapılabildiğini de söylemek mümkün görünmemektedir. Ancak bu konu üniversiteden ziyade Milli Eğitim Bakanlığının ilgi alanına giren bir durumdur. Bu yazımızda daha çok üniversitelerin çalışma alanına giren bir konuyu giriş niteliğinde ele almaya çalıştık. Bu çalışmalar kısa sürede bitecek türde olmayıp uzun vadeli, sistemli, planlı ve programlı aynı zamanda da iyi niyetli çabaları gerektirmektedir.