Sabri Dişli
12 Nisan 2007
Elimden geldiğince polemikten uzak durmaya çalışıyorum… Ama birileri şanlıurfa’yı Urfalılığı eleştirecek ya… ılla ki; Çiğköfte leğeninde boğacaklar Urfa’yı… ılla ki; sıra gecelerine bir atıfta bulunacaklar… Urfalıyı yiyip içip yan gelip yatmakla suçlayacaklar… 11 Nisan kutlamalarını bile eleştirirken değerlere saldıracaklar. Cümle âlem biliyor ki; Belediye benim kırmızı çizgim ekmeğim adına üst kimliğim. Bugüne kadar eleştiride, övgüde uzak durmaya çalıştım. Bundan sonra da uzak durmaya çalışacağım. Sırf yükselen değerlere yergi olsun diye kalem oynatanların 11 Nisan adına düzenlenen festivaldeki gerçekleri görmezlikten gelmelerini de içime sindiremiyorum. ışte bu yüzdendir kırmızı çizgiyi aşmam. Nedir talep? 11 Nisan geçmişteki gibi kutlansın… Kutlanmadı. Kutlanmıyor diyenleri geçen yıl da bu yılda bir baldır-bacak muhabbeti üzerinde oluşturdukları fırtınanın peşine koşanların hiç birini kültürel etkinliklerde göremedim veya göremedim. Örneğin Kurtuluş adlı sergi ve tiyatroda, söyleşide… Bir talepte; şehitler adına Mevlit… E, mevlit okutmak o kadar zor mu? Her şeyi Belediyeden beklemek doğrumu? Diyanette hafız, Kuran mı yok? Mevlidi ben yapacağım diyen bir babayiğit çıktı da engelleyen mi oldu? Efendim Piyango üzerinde… Hadi be… Bugüne kadar piyango bileti üzerinde Urfa resmi kaç kez yer aldı? Ha çok mu önemli… Değil. Zaten o biletler basılıyor. Urfa’nın adı geçmesi, resminin bilet üstünde olmasında ne beis var. Üstelik biletin üzerinde “peygamberler şehri” cümlesi yer almadığı halde cümlenin yer aldığını varsayarak görmeden karnından konuşmak art niyetlilik değil de nedir? Bakın şu kentin 2006 yılı ihracatında birinci kalem bulgur… Yani o kafanızda parçalanasıca leğenin içindeki bulgur! Ev kadınlarının en büyük geçim kaynaklarından biri ısot! Yani o bir türlü çekemediğiniz, bir tarafınızda yandırıp söndüremediğiz, isot! Sıra geceleri ismi altında bugün yüzlerce, hatta binlerce aile evine ekmek götürüyor. E, yozlaşmış. He, yozlaşmış, yozlaşmasına da… 11 Nisan’la ne alaka… Efendim sıra gecelerinden kalkmıyorlar ki! Yani biri çıkıp Karadeniz de Karadenizliye dese ki; ‘Yav o hamsinin başından kalkın’ o hamsiyi adama çiğ yuttururlar… Artık hamsiyi ağızlarından mı yuttururlar, başka yerlerinden mi bilemem. Kendi siyasi perspektiflerinden bakan, bakar körler. O leğenin altındaki art niyetinizi dışa vurun. Yapacaksanız siz bir etkinlik yapın da boyunuzu ensenizi gözünüzü görelim. ***** Yarasa uçak Urfa’da Urfa da uçak seferleri ‘gece yarısı ekspresi’ gibi… Gecenin 23.25’inde uçuruyorlar yolcuları… ındiği yer Ankara veya ıstanbul… Gecenin bir yarısında iniyorsun… Yolculuk sonunda varacağın ev bir yakınının evi, hatta en yakının, evladının evi… -Kocacığım babam Urfa’dan geliyor. Havaalanında Karşılar mısın? – “Tabi aşkım neden olmasın… Veya -E, avrat seni babay benim de babam sayılır. Saat kaçta havaalanına gideyim?” -01.30 da -“O ha… o ha ki ne oha!… -Başka saat yok muydu? -Yok!” -Urfa’ya inen uçaklar YARASA tipi, gece uçabiliyor(!) * Diyelim ki; nezaket takılıp, kimseyi rahatsız etmeme adına bir otele yerleşip, sabah gideceğin yere gidersin… Gece yarısı tarifesiyle bir taksi çevirir, otele yerleşir, uçuş bedelinden fazla bedel ödeyerek sabahı beklersin. Gecenin o saatinde, metropol kentte, kalacağın otel hakkında ahlaki tahkikat yapacak halin yok ya… şöyle orta boy tek yıldızlı herhangi bir “Mitil Palas’a” yerleşirsin. Odanın kapısı çalar; tık-tık… -Ne var? -“Abi bir şey lazım mı?” -”Git işine kardeşim. Bu saatte bir şey lazım ederse resepsiyonu ararım. -“Yok, abi yanlış anladın… Sevdirek mi?” -O ne lan!? Hadi ordan terbiyesiz herif! – “Ne kızıyorsun ağabey gecenin yarısında otele gelen neye gelir…” -Ya Sabır! -Git işine oğlum. Beni bu saatte senin meslektaşın sayılan yollu gönderdi… Havadan… Kapanın kaçtığı…. Kaçanın yakalanmadığı… Yakalanın serbest bırakıldığı şu koca kentte gece yarısı ne işim var? -Git be yavrum, git! Eğer o sevdireceklerinin içinde bizleri bu saatte uçmak zorunda bırakanlardan biri varsa (…)