Bülent Okutan
24 Kasım 2008
Henüz öğlencilerin zili çalmamıştı. Okulun öğretmenleri giriş kapısının önünde ki gölgeye attıkları sandalyelerde, çaylarını yudumlayıp, sohbet ediyorlardı.
‘Ah yavrum yine düştü’ diye haykırdı Nimet öğretmen. Elindeki sigarayı yere atıp, sertçe basarak söndüren İsa, yerinden doğruldu ve merdivenleri üçer beşer inerek karşı patikaya koşmaya başladı. Hacer’in koltuk değenekleri, kitapları yerdeydi, doğrulmaya çabalıyordu. Öğrencisini kollarından tutup kaldırırken, değenekleri yerine yerleştirdi İsa öğretmen. Bir çırpıda kitapları topladı ve patikayı birlikte inip okulun bahçesine girdiler.Yüzüv Bu böyle olmazdı. Hacer okumayı çok istiyordu ama okul yolu, o dik yokuş, onun önündeki, görünen en büyük engeldi. Düşe kalka dedikleri bu olsa türünden, bir zorluk işte.
Bahçedeki banka yönelen İsa kararını vermişti, artık bir şeyler yapmanın zamanı gelmişti de, geçiyordu bile.
Yan yana oturdular. Öğretmeni pantolonundaki tozları silkelerken, küçük kız ışıl ışıl, fakat yaşlı, simsiyah gözlerine yayılmış gülümseme ve hayranlıkla izliyordu onu.
Dönüp sordu ;
-Hacer kızım, biliyorum okumak istiyorsun. Ama sakatlığın ve bu kazalar bizi çok üzüyor. Baban hiç baktırmadı mı bir doktora? Düzelme imkanı yok mu ayaklarının?
-‘Baktıramadı öğretmenim. Babam inşaatlarda bekçilik yapıyor. Yeşil mi ne bir kart lazımmış alamadık. Özele de gücü yetmiyor’ diye yanıtladı varoşun küçük aydınlık yüzü.
‘Sen sınıfa git ben geliyorum’ dedikten sonra soluğu Müdürün odasında aldı çiçeği burnunda eğitimci. O gün için izin isteyerek dersliğe döndü. Hacer’den babasının çalıştığı inşaatın yerini öğrendikten sonra da okuldan ayrıldı. Otomobili Serçe markaydı. Haşarı öğrencilerinin taktığı isimle ‘Serçedes’ yani. Kentin lüks semtlerinden birinin yolunu tuttu. Zor olmadı inşaatı bulması.
Tahta bir kanepe de uzanmış olan Hüseyin Efendi, tabakası önünde tütün sarıyordu. Karşısında kızının öğretmenini görünce alel acele toparlanıp ayağa kalktı. Ne olmuştu da muallim buralara kadar gelmişti diye endişelendi bir an?
Durumu anlatan İsa, arabaya aldığı yaşlı inşaat bekçisi ile halk arasında Fak-Fuk-Fon olarak tabir edilen Vakfın yolunu tuttu. Aynı zamanda gazeteci olmanın da verdiği avantajlarla mesai bitiminde Yeşil Kart hazırdı.
Sabah erkenden okulun bulunduğu gecekondu semtindeydi yine beyaz Serçedes. Baba-kız giyinmiş onu bekliyorlardu.
Devlet Hastanesine doğru yola çıktılar hep birlikte. Hastanenin taş binasının girişindeydi Ortopedi servisi ve doktoru da İsa’nın yakın dostu. Muayene sonrası yüreklere su serpen açıklama geldi;
-Yürüyebilir, ama protez ile. O da burada yapılamaz. Diyarbakır’a sevk edeyim. Heyete girsin. Protezi yaptırın. Değnekleri atar.
Sevk ile birlikte kendine de yol için gerekli üç günlük raporu alan İsa öğretmen, baba kızı yine sabah erkenden buluşma sözüyle, evlerine bıraktıktan sonra okula geçti. Müdüre durumu anlattı. Raporu alan Müdürün yüzünde ki umutsuz ifadeyi de ardında bırakıp, bu kez kendi evinin yolunu tuttu.
Öğlene doğru Diyarbakır Devlet Hastanesindeydiler. Koridorlar hınca hınç doluydu. Gelirken Başhekimi tanıyan birinden, icazetli yola çıkmıştı İsa. Başhekimin sekreterine durumu anlattı. Biraz bekledikten sonra da içeri alındılar. Bu seferki Tıp Adamı hiç de iç açıcı konuşmuyordu. Görüntüye göre haklıydı da. Defalarca gidip gelmeler, sorunun çözümü için aylardan bahsediliyordu.
O önde, baba-kız arkada, ayaklarını sürüyerek çıktılar odadan. Serçedes’te sessizlik hakimdi. Aniden aracın kapısını açan İsa öğretmen, ‘geliyorum’ diyerek yeniden hastanenin kapısından içeri girdi. Ortopedi bölümündeki bir doktora durumu anlatıp, protezi yapabilecek özel kuruluşlardan bir kaçının adresini aldı. Dağkapı semtindeydi ilk çalacakları kapı.
İşyeri sahibi onları görünce konuştuğu telefonu kapatıp eliyle buyrun oturun anlamında yer gösterdi. Hemen konuya girdi . O anlattıkça medikalcinin yüzündeki hayret ifadesi artıyordu. Sözün bittiği yerde, bu kez o genç adam, yüreğinin güzelliğini sergileyip konuşmaya başladı;
-Hocam senin yaptığını kimse yapmaz. Bu cihazı takarız. Ama yaklaşık beş milyardır. Ben senin hayrına katkıda bulunmak için yarısını istemiyorum. Kalanını ödeyebilir misiniz? Nereden ödesindi ki İsa? Zaten maaşı eski tabi ile dört yüz milyondu.
‘Hayır’ kelimesini söylemeye cebi gibi, sesi de yetersiz kalınca, başını olumsuz bir tavırla salladı.. Ama işi bilen biriydi protezci. Anlatılanların tek kelimesini kaçırmamıştı;
-Hocam aynı zamanda gazeteciyim demiştin sanırım. Biz geldiğiniz ilin Valiliğine sürekli engelli araç ve malzemeleri veriyoruz. Bu indirime onlarda sıcak bakar. Ailenin durumu da ortada, bunu ayarlayabilirseniz çocuğu yürütürüz el birliği ile.
Açılan bir telefon, Valilikteki duyarlılık derken sorun çözülmüştü. Geceyi ucuz bir otelde geçirdikten sonra, sabah ölçüsü alınan Protezin yapıldığı atölyede soluğu aldılar. Özenle takılan cihaz, olumlu sonuç vermişti. Hacer yürüyordu artık.
Öğlene doğru yola çıktılar. Serçe otomobil, markası gibi, kuş olmuş uçuyordu. Saat üç gibi de kente, ardından okula vardılar. Peşinden koşan haylaz öğrencilerin önünde, okulun bahçesine girdi Serçedes. Teneffüs saatiydi ve bahçede cıvıl cıvıl çocuklar, merdiven başında çaylarını yudumlayan öğretmenlerle, aşina bir tablo hakimdi okula. Önce İsa indi otomobilden, sonra Hüseyin Efendi. Hacer arkadaydı. Cama ellerini siper edip içeri bakan öğrencileri uzaklaştıran yorgun öğretmen, kapıyı açarak elini uzattı. Titreyen bacaklarından sağdakini uzattı Hacer, ardından diğerini. Beton zemine sağlamca bastığından emin olduktan sonra dikeldi ve ayağa kalktı. Heyecandan terlemiş küçük elleri, öğretmeninin avuçlarındaydı.
İlk defa yürüyordu işte bu bahçede, tüm arkadaşları gibi. Üstelik koltuk değeneksiz. Merdivenin başında İsa öğretmen ellerini bıraktı, başını usulca okşayarak ‘Hadi kızım sınıf a çık, bende geliyorum’ dedi.
Nimet öğretmenin yanaklarından ardı ardına iki damla göz yaşı süzülürken, Hacer’in sınıf arkadaşları öğretmenle-rinin etrafında çoktan sevgi yumağı oluşturmuş, ceketinin eteklerini çekiştirip, onu alkışlamaya başlamıştı bile.
Merdivenleri çıkarken zil çaldı. Öğrencilerine başıyla sınıfa işareti yaptı. İkinci kattaki dersliğin kapısına geldiğinde bir an duraladı. İçerdeki mutluluk tablosunu hayal etti. Aniden dönüp öğretmenler tuvaletine yöneldi. İki gün çok zor ve stresli geçmişti. Yorgundu, doluydu. Kapıyı kapatır kapatmaz sarsıla sarsıla, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Başarmıştı.
Hayatında ilk kez mutluluktan ağlıyordu…