Köşe Yazısı

NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR

Mahmut Çepoğlu

Mahmut Çepoğlu

Tüm Yazıları Gör

Hep hayıflandığımız, bir ah..! çekerek “nerede o eski bayramlar” dediğimiz. şimdi o günleri yad ederek geçiriyoruz. Aslında o anılar arasında bir çok kişi o bayramlarda çok iyi yaşadıklarından değil; çocukluk yıllarına duyulan özlem ve o günlere göre yaşanan mutluluktan başkaca bir şey değildir.

O günün şartlarında zaman ve mekân içinde bir çok eksiklik, yokluk hasret ve özlemler yüreğimizi burkardı. Ona rağmen şimdiki yaşamın verdiği sıkıntı, insanların yaşadığı stres, insanların çocukluk yıllarına dönüp bu kaygı ve tasalardan uzak durmak düşü olsa gerek. O dönemin güzelliği sadece çocuk veya genç oluşumuzun gereğidir.

O zamanlar her yaşta insanlar kendi dünyalarında bir mutluluk çemberindeydiler. O günün bu günlere ulaşan apayrı bir özelliği ve güzelliğini sıralamaya imkân yok. Tek güzellikler değerlerdi işte o değerlerin eksikliği bizi geçmişte onları aramamıza neden olmaktadır. Kendine has bir mutluluk vardı, o dönemde anlatamadığımız. Bu günkü çocukların, gençlerin yaşantısıyla karşılaştırdığımızda nice hasretler çıkar yolumuza… Örf adetlerin topluma gülen yüzü, komşu ziyaretleri, dost ahbapların hal hatırını sorma, bayramlaşmalar mutlu aile ve akraba tabloların erdemi yanı yansırdı yüzlere…

O dönemdeki çocukluk yıllarına geliyorum. Gün boyu ev ziyaretleri bayramlaşmalar, el öpmeler, kimisinden hayır dualar, kimisi avucumuza bir iki şeker sıkıştırır, bazen birkaç kuruş alınca keyfimize diyecek olmazdı. şekere olan özlem bitmemişti. Bayramda alınan birkaç kuruş harçlık, fırsat kaçırılmadan şekere, ezmeye, palızaya verilirdi. Hele akide şekerin çöp üstündeki yalaması nasılda renklendirirdi o çocukluk yıllarını.

Tek eğlencemiz leyliye(salıncak) binmekti. Eski kalın civi ve kalın sicimlerle bağlanmış her gidip geldiğinde zirrrik… çırrrık… ses çıkaran, aha…! şimdi düşecekmiş gibi sallanan salıncaklar. Sonradan kiralık bisikletler çıktıda üç teker, derken düşe kalka iki tekerlekli bisikletin pedalını çevirmeye başladık. Bisiklet artık bayram yerinin vaz geçilmez bir tutkusu olmuştu. Çünkü kendi başımıza bizim bir bisikletimiz olmazdı, bisikletsiz büyümenin verdiği yürek burukluğunun yaşamımızdaki yeri çok derin.

Bu bayramlar artık o eski bayramlara benziyor. Bayram günü çıkıp bir kenar mahalleyi gezdim. Ezme yoktu, palıza hiç yoktu. Kimse adını bile bilmiyordu. Halkalı şekerin, ezmenin akidenin yerini çikolatalar gofretler almıştı. Cipsi adını o zaman bilmemiz mümkün değildi. şimdi tüm bakkallarda torba torba cipsi .. O doyamadığımız draje şekerlerin yerini bonibon doldurmuş….

Çocuklar şekere bile dönüp bakmıyorlardı. Her bayram avuçlarımızda kırmızı tadı ve kokusu renklendiren kınayı., kınalı elleri bulamadım. Evet … yeni elvan elvan giysiler vardı. öpmeler devam ediyordu. Ama çocukluğumuzdaki gibi değildi. Zaten seyyar satıcıların kuşattığı çocukların cıvıl cıvıl serçe sürüsü gibi kaynaştığı “bayram yeri” dediğimiz bir yer de yoktu artık. Ne leyli ne kiralık bisiklet vardı. Sokak aralarında top koşuşturmalar her günkü gibi devam ediyordu.

Bayramlardan önce rengarenk giysiler, prıl pırıl ayakkabıları giymeye kıymazdık. Kaçacakmış gibi bayram gecesi baş ucumuza indirdiğimiz ve günün ışımasıyla ilk işimiz onları giyip sokağa fırlamak olurdu. Çoğu zaman onlarla uzanırdık karınlık gecelerde tatlı rüyalara. şimdi öyle mi kimse bayram demeden giyiyor. Onun için kenar mahalleyi seçtim. O eski yoksulluk dönemimizdeki bayramları görmek için. O yoksulluklar yine vardı. Ama utancından insanların arasına çıkmadıkları belliydi. Onları arayıp sorma gereğini duyanlar var mı bilmiyorum?

Ben eski günlere dönme arzusunda olanların içinde mutlu olmadıklarını kabul ediyorum. Dünya hayli değişimlere uğradı. Yaşamı eskisinden çok farklı. Bizim adını bile o yaşta bilmediğimiz televizyon başında çizgi filmlere doymuyor çocuklar. Ya şu kafeler, atari salonları bitirmiş çocukların beyinlerini…ınsan bayramı nasıl görürse öyle sever. Geçmişte değil yaşadığımız anda mutlu olmalıyız. O mutluluğu geleceğe taşıyıp yaşatanlar bahtiyar insanlardır.

300 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazısı

NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR

Mahmut Çepoğlu

Mahmut Çepoğlu

Tüm Yazıları Gör

 

Hep hayıflandığımız, bir ah..! çekerek “nerede o eski bayramlar” dediğimiz. şimdi o günleri yad ederek iç  geçiriyoruz. Aslında o anılar arasında bir çok kişi o bayramlarda çok iyi yaşadıklarından değil;  çocukluk yıllarına duyulan özlem ve o günlere göre yaşanan mutluluktan başkaca bir şey değildir.

O günün şartlarında zaman ve mekân içinde birçok eksiklik, yokluk hasret ve özlemler yüreğimizi burkardı.  Ona rağmen şimdiki yaşamın verdiği sıkıntı, insanların yaşadığı stres, insanların çocukluk yıllarına dönüp bu kaygı ve tasalardan uzak durmak düşü olsa gerek.  O dönemin güzelliği sadece çocuk veya genç oluşumuzun gereğidir. Yoksa bugünün olanakları geçmişten daha fazla, teknoloji bir hayli fazla, oyuncaklar bile çok farklı…

O zamanlar her yaşta insanlar kendi dünyalarında bir mutluluk çemberindeydiler. O günün bu günlere ulaşan apayrı bir özelliği ve güzelliğini sıralamak olanaksız. O günün şartlarında farklı güzellikler ve farklı değerler vardı. O değerlerin bu gün erozyona uğraması bizi geçmişte onları aramamıza neden olmaktadır. Kendine has bir mutluluk vardı o dönemde anlatamadığımız. Bu günkü çocukların, gençlerin yaşantısıyla karşılaştırdığımızda nice hasretler çıkar yolumuza… Örf adetlerin topluma gülen yüzü, komşu ziyaretleri, dost ahbapların hal hatırını sorma, bayramlaşmalar mutlu aile ve akraba tabloların erdemi yanı yansırdı yüzlere…

O dönemdeki çocukluk yıllarına geliyorum.   Gün boyu ev ziyaretleri bayramlaşmalar, el öpmeler, kimisinden hayır dualar, kimisi avucumuza bir iki şeker sıkıştırır, bazı bazı  birkaç kuruş alınca keyfimize diyecek olmazdı. şekere olan özlem bitmemişti. Bayramda alınan birkaç kuruş harçlık, fırsat kaçırılmadan şekere, ezmeye, palızaya verilirdi. Hele akide şekerin çöp üstündeki yalaması nasılda renklendirirdi  o çocukluk yıllarını.

Tek eğlencemiz leyliye(salıncak) binmekti. Eski kalın civi ve kalın sicimlerle bağlanmış her gidip geldiğinde zirrrik… çırrrık… ses çıkaran, aha…! şimdi düşecekmiş gibi sallanan salıncaklar. Sonradan kiralık bisikletler çıktıda üçteker, derken düşe kalka iki tekerlekli bisikletin pedalını çevirmeye başladık. Bisiklet artık bayram yerinin vazgeçilmez bir tutkusu olmuştu. Çünkü kendi başımıza bizim bir bisikletimiz olmazdı, bisikletsiz büyümenin verdiği yürek burukluğunun yaşamımızdaki yeri çok derin.  

Bu bayramlar artık  o eski  bayramlara benziyor.  Bir bayram günü çıkıp bir kenar mahalleyi gezmiştim.  Ezme yoktu, palıza hiç yoktu. Kimse adını bile bilmiyordu. Halkalı şekerin, ezmenin akidenin yerini çikolatalar, gofretler almıştı. Cipsi adını o zaman bilmemiz mümkün değildi. şimdi tüm bakkallarda torba torba  cipsi .. O doyamadığımız draje şekerlerin yerini bonibon doldurmuş….  

Çocuklar şekere bile dönüp bakmıyorlardı. Her bayram avuçlarımızda kırmızı tadı ve kokusu renklendiren kınayı., kınalı elleri bulamadım. Evet … yeni elvan elvan  giysiler vardı. El öpmeler devam ediyordu. Çocukluğumuzdan kalma bir şey bulamadım. Zaten seyyar satıcıların kuşattığı  çocukların cıvıl cıvıl serçe sürüsü gibi kaynaştığı “bayram yeri” dediğimiz  bir yer de yoktu zaten. Ne leyli, ne kiralık bisiklet  vardı. Sokak aralarında top koşuşturmalar her günkü gibi devam ediyordu.

Bayramlardan önce rengarenk giysiler, prıl pırıl ayakkabıları giymeye kıymazdık. Kaçacakmış gibi bayram gecesi  baş ucumuza indirdiğimiz ve günün ışımasıyla  ilk işimiz onları giyip sokağa fırlamak olurdu. Çoğu zaman onlarla uzanırdık karınlık gecelerde tatlı rüyalara. şimdi öyle mi kimse bayram demeden giyiyor. Onun için kenar mahalleyi seçtim. O eski yoksulluk dönemimizdeki bayramları görmek için. O yoksulluklar yine vardı. Ama utancından insanların arasına çıkmadıkları belliydi. Onları arayıp sorma gereğini duyanlar var mı bilmiyorum?

Ben eski günlere dönme arzusunda olanların içinde mutlu olmadıklarını kabul ediyorum. Dünya hayli değişimlere uğradı. Yaşamı eskisinden çok farklı. Bizim adını bile o yaşta bilmediğimiz televizyon başında çizgi filmlere doymuyor çocuklar. Ya şu cafeler, atari salonları bitirmiş çocukların beyinlerini. ınsan bayramı nasıl görürse öyle sever. Geçmişte değil yaşadığımız anda mutlu olmalıyız. O mutluluğu geleceğe taşıyıp yaşatanlar bahtiyar insanlardır.  

 

 

220 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Köşe Yazısı

Nerede o eski bayramlar?

Bülent Okutan

Bülent Okutan

Tüm Yazıları Gör

Yoldaki arabaları yine saymıştı. Renolar Muratlar’dan fazlaydı. Hep uyanıklık eder dükkanın önünde kardeşi ile arabaları paylaştırırken Renoları kendine ayırırdı. Saatlerce sayarlardı. Artık rakamlar yüzleri bulduğunda açık farkla önde olur ve kardeşi yarışmaktan vazgeçerdi. ıkisi de bilmezdi Tofaş firmasının Murat 124 üretiminde durma noktasına geldiğini, Renault’un ise 12 modelleri ile ülkede trendi yakaladığını. Oysa Emniyet Müdürü’nün makam arabası bile uçuk mavi bir Renault 12 idi. Takvimler 1972’yi gösterirken.

Tüm aile pek sık inmezler di çarşıya hep beraber. Anca bayramdan bayrama. Kardeşleri ile elele, hele de önde anne babası giderken, o çarşılar ona bir başka güzel gelirdi.

şekerci Ahmet’in oralara geldiklerinde kalabalık daha bir kendini hissettirmeye başlamıştı. Evden çıkarken ıslatıp yana yapıştırdığı saçlarının gözlerinin üstüne düşen kahkülünü geri ittirdi. Bir gün önce alınan ayakkabı da hamlığı ile topuklarını vuruyordu. Vursun du. Yeniydi ya. Parlıyordu ya. Ne önemi vardı.

Çerezci Ab-ı Hayat, önünde biriken çocuklara külahlara doldurduğu bembeyaz şekerli nohutları yetiştiremiyordu. Önde giden anne ve babasına yetişebilmek için biraz daha hızlanırken yolun soluna doğru dönüp baktı. Karşı kaldırım da, bu taraftan farksızdı. Kalabalık, şık ve mutluydu. Dikkatli bakınca anladı herkesin giysisi yada kundurası yeni değildi. Ama hepsi temizdi, hepsi ütülüydü ve hepsi sanki insanların güler yüzü ile uyumlu birer ışıltıya sahipti. Yani hiçbir şey göze kötü görünmüyordu. Geçen bayram da böyleydi diye aklından geçirdi. Hızla geçerken en büyük amcasının dükkanı takıldı gözüne. O da oradaydı işte. Yine simsiyah saçları geriye taralı ve yine şen şakrak komşuları ile sohbetteydi. Onu hep öyle hatırlardı. Bayram kurban bayramıydı, sokaklar koyun doluydu ama o sanki tüm bunlara inat yine bir büyük Yayın balığını dükkanının tavanına çangalla asmıştı. Yayın balığı neredeyse, sokaklarda yağlı kuyruklarını sağa sola sallaya sallaya boğazlanmaya götürülen koyunlardan bile büyüktü. O büyük amcaydı, sattığı ise o çocuk gözlerine göre en büyük balıktı. Dükkanın ismi bile en büyüktü. ıSTANBUL BAKKALıYESı. Urfa’da ıstanbul Bakkaliyesi. Yüzüne bir gülümseme yayıldı, gözlerini ayırmadan amcasının dükkanının önünden geçti. Bir o yana baksaydı amcası, el sallayacaktı. Ama bakmadı. Müşteri vardı. Olsundu az sonra aynı mekanda buluşacaklardı. Balık kokan ellerini öpecek, balık kokan kağıt beş lirayı alıp cebe indirecekti.

Hekimdede’nin ara sokaklarına girdiklerinde aklına bir soru takıldı. Bütün şehitlik, Bahçelievler, Bamyasuyu (O zamanlar Yenişehir yoktu) sakinleri, aileleri ile 58 meydanına doğru küçük gruplar halinde yürüyordu. Niye herkes aynı yöne gidiyor diye düşündü bir an. Herkesin dedesi, babaannesi aynı yerde mi oturuyordu ki? Kabaltını geçince daha bir heyecanlanmaya başladı. Gelmişlerdi artık. Kenara çekilip ellerini önünde kavuşturdu. Babası öne çıkıp kapının eniğine uzandı. Demir el sac kapıya vururken, o gözlerini devşirip sokakların arasından gökyüzüne uzanan Ulu Camiye baktı. Aynı anda yan evin kapısı önünde de bir aile beliriverdi. Onlarda bir an ayna gibi kendisini, ailesini gördü. Yüzler de ki tebessüm aynıydı. Sanki bu bayram günleri Urfa’da herkes birbirine benziyordu. Siyah demir kapının arkasından bildik bir ses yükseldi ; “Kim o”

Yabancı bürokratlarla, yüz yüze yada telefonda ıstanbul şivesi konuşurken hiç pot kırmayan gazeteci babası bir anda değişivermişti işte. “Aç ane bizıh” dedi. Geçen bayram da böyle olmuştu. Kapı açıldı ve o küçük aile içerde ki güler yüzlü sülale ile önce gözleri sonra bedenleriyle buluştu. O günlerde her şey bir yere kadar değildi. Siyahta olsa o günlerde açılan o kapılara kadardı.

(Anlattığım öykü gerçektir. Neredeyse 34 yıl önceki bir bayram sabahı, gözümün önüne getirdiğim ve toparlayabildiğim bir anıdır. Bu yazıyı ne tamamlar biliyormusunuz. AH NEREDE O ESKı BAYRAMLAR!…

308 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir