Ebru Okutan Akalın
13 Mart 2009
CHP Şanlıurfa Belediye Başkan adayı Nazan Odabaşı ile hayatını, siyaseti ve projelerini konuştuk…
“Şanlıurfa’da yerel yönetimler başta olmak üzere hayatın her alanında kadın bakış açısına ihtiyaç var”
Bize önce kendinizden söz eder misiniz?
1960 Şanlıurfa Siverek Doğumluyum. İlk Okul ve Orta Okulu İstanbul’da Liseyi Siverek’te okudum ondan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini kazandım ve İstanbul’a gittim. Üniversiteyi bitirdikten sonra 12 yıl iplik fabrikasında ihracat departmanında çalıştım. Daha sonra kendime bir konfeksiyon atölyesi kurdum. Fason çalıştım. 92 yılında evlendim işi bıraktım. Daha sonra 94 yılında Abim vefat etti. Ağabeyim’in vefatından sonra babamın yalnız kalmaması için Urfa’ya geldim Urfa ile İstanbul arasında mekik dokur vaziyette idim.
Urfa’da un fabrikamız vardı. Ağabeyimden kalan boşluğu doldurmak için çok çabaladım. Fabrikada çok büyük teknolojik değişiklikler yaptık. Unların daha kaliteli güzel çıkması için laboratuar kurduk. İstanbul da un pazarlamaya başladım. İlk zamanlar olur mu olmaz mı diye düşündüğümüz un satışında sonra o kadar güzel şeyler oldu ki günde 23 kamyon un sattığım oldu. Ticaret hayatını çok seviyorum. Başarmayı seviyorum. Ne iş olursa olsun yani bu çaycılıkta olsa odayı temizlemekte olsa… Ne olursa olsun her şeyi dört dörtlük yapmak hedefim. Ama yakaladığım zaman zaman dört üçlük olabiliyor tabii ki ama benim hedefim hep dört dörtlük olmaktır.
Çalıştığım işlerde her zaman teknolojiyi kullanmayı çok seviyorum. Teknolojik donanıma çok önem veriyorum. Bilgisayarın insanları birbirine yaklaştırdığını, birçok bilgiyi çok daha çabuk ulaştırdığını, insanlar arasındaki dayanışmayı çok kolaylaştırdığına inanıyorum.
Siyasete ne zaman ilgi duymaya başladınız?
2002 yılında babamı kaybettim ve babam vefatından önce bana kızım sen neden siyasete girmiyorsun diye sordu. Ben de şaka yapıyor diye düşündüm. Ama ben her zaman toplumun sorunları ile ilgili bir bireydim. Yani nerede ne varsa. Mesela bir otobüse binsem o otobüsteki insanları yerleştiririm bir genci kaldırıp bir yaşlıyı oturturum. Bir kavga varsa millet kaçarken ben araya girer ayırırım. Yani ‘zoro’ gibi bir kadın nerede ne var, yetişmeye çalışırım. Çevremde benim ilgime yardıma desteğime ihtiyaç duyan varsa bir nebze de faydam olsa Bundan keyif ve onur duyarım. Bir insanın bana sağ ol demesi bile bana yeter. Bunlar benim para ile ölçülemeyen tatmin duygularım.
2002 yılında babamın vefatından sonra milletvekili adayı oldum Cumhuriyet Halk Partisi’nden. 9. sıradaydım elbette ki seçilmem mümkün değildi. CHP 3 vekil çıkardı.
Sonra 2004 seçiminde tekrar aday adayı oldum. Bu defa aday olamadım. Bu aslında çok antidemokratik bir sıralama biçimi hiçbir vatandaşın içine sindiremediği, hoşlanmadığı bir sıralama biçimi. Biz hep istemediğimiz adayları ön sıralarda görüyoruz. İstediğimiz adayları da önlerde göremiyoruz ne yazık ki. Onun için kendi vekilimi seçmek istiyorum kampanyasına inanılmaz destek veriyorum. Zaten her zaman toplumun bir bireyi olarak siyasi partiler ve seçim yasasının değişmesine inanıyorum. Bizim çok sevdiğimiz bağrımıza bastığımız yüreğimizi verdiğimiz kişiler meclise giremiyor. Ama hiç sevmediğimiz haz duymadığımız ortak bir yanımızın olmadığı insanlar meclise giriyor. Ne oluyor halk ile meclis apayrı bir yeri temsil eder durumda oluyorlar. Milletvekilleri vekil olamıyor. Vekil nedir? Sizin yapamadığınız işi vekaleten yapması gereken kişidir. O kişi de beni temsil etmiyorsa benim için hiçbir anlamı yok. Onun için siyasi partiler ve seçim yasasının değişmesi gerektiğine inanıyorum. Milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması ya da kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılmasını arzu ediyorum. Bunlar benim vatandaş olarak bugüne kadar rahatsız olduğum seçim sistemleri ya da bir takım yasalar.
Şimdi bu defa da partimden bana böyle bir teklif geldi. Belediye Başkan adayımız olur musun dediler. Benimde partimden gelen teklifi kabul etmemek gibi bir lüksüm olamaz. Partimden bana bir görev verilmişse bu cephe de olsa arka da olsa yapmak durumundayım. Kaldı ki benden bir şeyler bekleyen kadınlarımıza karşı gençlerimize karşı içinde yaşadığım topluma karşı görevlerimin olduğunun farkındayım. Ve bu görevi onurla kabul ettim. Şimdi bu görevi, en iyi şekilde yapmanın çabası içerisindeyim. Tabiî ki takdir vatandaşın, halkındır. Ben Nazan Odabaşı olarak tertemiz, pırıl, pırıl bir geçmişe sahibim. Bu güne kadar ne benim, ne ailemin, en ufak bir yanlışı olmamıştı. Mesela “Odabaşı” dediğim zaman biz sizin babanızı biliriz, tertemiz bir soyadınız var, siyasette hep çok iyi oldunuz gibi onore edici bir o kadarda sorumluluk yükleyici laflarla karşılaşıyorum.
Belki bugün bana gösterilen ilginin bir kısmı benim büyüklerimin bana bıraktığı bir mirastır. Bende bu ilgi ve sevgiyi, adıma aileme ve kendime yakışır bir biçimde taşımayı hedefliyorum.
Belediye Başkanı olmasam da bu ideallerimi bırakacak mıyım? Hayır yine sivil toplum kuruluşlarında çalışacağım yine Nazan Odabaşı olarak, üstüme düşeni yapacağım. Ama ne kadar güç sahibi olursanız o gücü dağıtma imkanınızın da o kadar çok olduğunu düşünüyorum. Yani bir Belediye Başkanı’nın gücü ile bir Nazan Odabaşının şahsi gücü arasında elbette dağlar kadar fark var.
Biraz da bireysel silahsızlanma ile ilgili çalışmalarınızdan bahsedelim isterseniz..
Nazire Dedeman’ın kurduğu umut vakfının, bireysel silahlanmaya hayır derneğinin bir üyesiyim. Yıllarca bu toplantılar hep İstanbul’da Dedeman otelinde yapıldı. Ama benim bu seminerlere katılmam ve Nazire Hanımla konuşmam sonucunda 2004 yılında Şanlıurfa’da yapıldı. Eğitimin en düşük olduğu fakat silahlanmanın en fazla olduğu Urfa’da bunu halka anlatmak gerektiğini söyledik. Ve bu etkinlik İstanbul Dedeman’dan çıkıp Urfa’da yapıldı. Bunun gibi , KA-DER’in Şanlıurfa girişim gurubu başkanıyım. İstanbul’dan o şubenin burada kurulmasını sağladım ve temsilcisi oldum. Buradaki kadınları bilinçlendirmek adına, bireysel silahlanma dışında aile içi şiddet konularına katıldım. Oralarda Urfa’nın şiddet konularını nasıl çözebileceğimiz konusunda sorular sorduk, fikirler ürettik.
Burada ki vatandaşın kadının erkeğin yapısını anlatarak çözüm üretmelerini istedim.
Mesela bana diyorlar ki; dayağa hayır diye bir film yapalım mı? Dayağa hayır, filmine hiçbir erkek gelmez dedim. Ama adını yumuşatırsanız, aile içinde iletişim nasıl kurulur diye bir başlık atarsanız kadın da erkek de gelir. Ama ne bir kadını böyle bir filme kocası gönderir ne de izinsiz gelir, ne bir adam gider. Ama adını yumuşatırsanız belki karı koca gidip o filmi izler.
Yani toplumun yapısını bilmek, ruhunu, karakterini, düşünce yapısını bilmek çok önemli.
Şimdi ben İstanbul’da bireysel silahsızlanma etkinliğine girdim. Sabahtan akşama kadar silah ilkelliktir. Silah taşıyan canidir. Katildir. Odur budur. Neler söylendi. Artık burama geldi kalktım konuştum. Ben bireysel silahlanmaya hayır diyen, ama maalesef ki silah taşıyan ama bu ayıbı da devletimde bulan bir şahısım. Biz keyfi silah taşımıyoruz. Eğer benim en temel hakkım yaşama hakkım elimden alınmışsa ki abim öldürülmüştü. 7 sene katilleri yakalanmamışsa bunun üzerine, af yasası çıkarılmışsa benim can güvenliğim yoksa ben mecburum silah taşımaya. Eğer bu silahı devlet bana taşıtıyorsa bu benim ayıbım değil devletimin ayıbıdır. Bunu oradaki insanlar bilmiyorlar. Masa başında çalışmakla bu işler olmuyor. Taşımamalı etmemeli gibi değil gel burada yaşa, buradaki şartları bil gör ondan sonra bunu konuş. Masa başında ahkam kesmekle olmuyor. Aynı şeyler şimdi, toprak reformu yapıldı. Arazilerimiz kamulaştırıldı. Araziler alındı millete kiraya verildi. Şimdi diyorlar ki topraklar iade edilecek. Tamamda bu insanlar içine ev yaptı bağ yaptı. Çit koydu, çubuk koydu nasıl bu insanı çıkaracaksın. Yani bana tarlamı kağıt üzerinde vermekle iş bitmiyor? Sen git orada birbirinizi vurun mu diyorsun. Yani bunlar masa başında olacak şeyler değil. Yörenin bir takım özelikleri var, bunları biliyor olmak lazım. Bunları yaşıyor olmak lazım. Masa başında, biz topraklarımızı iade ettik buyurun. Evet buyurunda sen o köye gir ben göreyim seni. Hangi şartlarda giriyorsun nasıl giriyorsun göreyim ben seni. O kadar kolay değil.
Nazan Odabaşı iş yaşamında kadın olmanın zorluklarını yaşadı mı?
Açıkçası ben iş yaşamımda kadın olmamın zorluğunu yaşamadım. Çünkü kadın kimliğimi çok fazla öne çıkarmadım. Öyle ki bazen çalışırken kadın olduğumu bile unutuyorum. Yani benim için kadın veya erkek işim olduğu zaman olmuyor. Ben işimi yapmaya endeksleniyorum. Dezavantaj değil avantaj olduğu zamanlar oluyor. Mesela ben un satarken millet şaşırıyordu. Allah Allah un satan bir kadın evet ben un satıyorum. Ve ben diyordum pazarlamacı değilim. Bu fabrikanın ununu beğenmezseniz ceketimi bırakıp başka bir yerde un satacak halim yok. Odabaşı unu bu, benim unum, onun için laboratuardan çıkan unun bütün özeliklerini yazan bir kağıtla birlikte götürüyordum unumu satmak için. Bakın unu beğenmezseniz eğer kötü çıkarsa bir daha unumu almayın diye. O kadar güzel bir güven oluştu ki. Unlarımı tartın diyorum 50 kğ çıkmazsa, bana geri iade edin diyorum benim unumdan şu kadar ekmek çıkıyor diyorum. Onlar başka bir ekmek un alıyorlar. Mesala ondan 20 tane ekmek çıkıyorsa benim unumdan 30 tane çıkıyor. Bütün unları deneyin onların önüne koyup, fiyat alternatiflerini de koyup çok bilinçli giriyordum. O kadar güzel un satmaya başladım ki artık açıyorlar bacım bize 3 kamyon yaz 2 kamyon yaz falan yaz filan yaz… Önce idealist olmak lazım bir defa işi önce kendim öğrendim. Çok da güzel un sattım.
Devam ediyor mu un işi?
Un işi devam etmiyor. Çünkü Babam’ın vefatından sonra tek başıma kaldığım için fabrika ile köyü aynı anda beceremeyeceğimi düşündüm. İşin doğrusu onun için performansımı bir süre için köye harcadım. Ama 1-2 seneye kalmaz fabrikamı da tekrar işler hale sokmak istiyorum.
İstanbul’da bir işiniz var mı ?
İstanbul’da bir işim yok çünkü artık çiftçilikle uğraşıyorum. Ziraat ile uğraşıyorum. Urfa, Siverek, Köy, İstanbul, yani iş zamanımda mutlaka buradayım, ekim zamanı gübre zamanı baharlık gübre zamanı yani çiftçiliği de çok seviyorum. Dediğim gibi iş ayrımı yok bende, ne iş olursa olsun dört dörtlük yaptığım zaman benim için en büyük keyif odur.
O insanlarla çalışmaktan inanılmaz mutluluk duyuyorum. Yani o okula gidemeyen, ya da gidipte yeterince öğrenemeyen, kadınlarımız erkeklerimiz çocuklarımız onlarla birlikte, olunca inanılmaz mutlu oluyorum. Onlara bir nebze, desteğim olabiliyorsa ya da olabilecekse çok keyif alıyorum. Yani herkesin hayatında bir takım idealleri var. Mesela anne olmak bana çok şey gelmiyordu aman anne olayım diye hiçbir zaman içgüdüm olmadı. Ama çok iyi bir iş kadını olayım çok iyi idareci olayım yönetici olayım. Hep aklım bunlarda onun için topluma yönelik çok fazla şeylere bakıyorum, görüyorum. Mesela tarlaya gidiyorum 45 derece sıcakta bebek annenin sırtında, ya tamam anne çalışıyor da bu bebeğin ne günahı var. Bir oda olsa, klima olsa, içeride dursalar. Yani İstanbul’daki çocuk ile bizim çocuğumuz arasında ne fark var. Hiç olmazsa insanca yaşasınlar istiyorum.
Köyde kadın olmak, köy işleriyle uğraşmak zor değil mi? Erkekler bile zorlanıyor?
Ben zoru çok seviyorum. Bana hiç bir şey zor gelmiyor. Ben zorlanmıyorum hakikatten çok çok inanılmaz bir çalışma hırsım ve başarma azmim var. Bunu nereden alıyorum. Hani bana zaman, zaman diyorlar çok güçlü bir kadınsın, diyorum ki ben de bir kadınım işte, oturayım televizyon izleyeyim, yemeğimizi yapalım öyle bir kadında olur muyum bilmiyorum. Bir tarafım kadın, bir tarafım çok erkek, erkek demeyeyim de yürekli bir kadın. İşimi çok severek dört dörtlük belki bunun için çok saygı görüyorum. Etrafımdaki erkeklerden. Mesela maliyede bir bey var bana “Nazan Hanım pes” dedi ben sizin gibi iş takip eden bir kadın görmedim. Annemin yanlışlıkla vergi borcu var diye hesabından 7 milyar para çekmişler. Annemde üzüldü diye ben de üzüldüm. Ondan sonra anneme dedim ki ben alacağım o parayı hiç başka yolu yok. Adım adım takip ettim ve aldım parayı.
Ama inanılmaz bir onur mücadelesi de veriyorum. Aslında ağabeyimin öldürülmesi, babamın yalnız kalması, sonra babamın vefat etmesi beni ayakta kalmaya ve güçlü durmaya itti. Bir tarafta durabilecek bir kadın değilim işin açıkçası. Çünkü bizim babamız öyle bir yetiştirdi ki bizi, hiç bir şeyden korkmuyorum. Hiçbir şey mümkün değil, zor demiyorum. Biraz geç olabilir ama mutlaka yapıyorum. Allaha çok şükür. Allahımın da bir yerde beni sevdiğine kayırdığına inanıyorum.
Bana yok olmadı bulamadım dediklerinde çıldırıyorum. Benim için olmaz, bulamadım, yapamadım yok öyle bir şey. Mutlaka yapılacak o iş.
Urfa için projeleriniz var mı sizce Urfa’nın en önemli sorunları neler?
Urfa için projelerim var. Şimdi bir defa ben Urfa’da bir kadın bakış açısının çok önemli olduğuna inanıyorum. Ben girdiğim her makama, her odaya, önce bir kadın olarak göz atıyorum. Bir bakıyorum perdeler düşmüş, saatin pili yok. Takvim kalmış geçen yıldan, oradaki kağıtlar, duvarlar leş gibi, sigara kül tablaları izmarit dolu, çalışılacak, durulacak, girilecek bir resmi makam, ya da bir oda değil oralar çünkü ben kadın gözü ile bakıyorum. İnsanın önce oturduğu makama, odaya saygısı olması lazım, bir kalem pil nedir ya bu bir ihmaldir. Bu görmemektir. Bu sorumsuzluktur. Kalem pil kaç kuruşluk bir şeydir oraya 50 tane insan giriyor. Vatandaş giriyor. Bir kere kadın bakışı buradan başlıyor.
Mesela erkek muhtara gidiyorsunuz leş gibi, kadın muhtara gidiyorsunuz pırıl pırıl. Şimdi ben partiye girdim. Hemen bir sigara odası yaptım. Oraya lüks koltukları değil iskemleleri koydum. Aspiratör koydum buyurun burada için en azından kimseye zararınız olmaz dedim. Çünkü ben bunu burada sağlayamazsam, belediye başkanlığını hiç yapamam diye düşünüyorum. O zaman hiçbir şey yapamam. Hepimiz değişeceğiz, değişmek zorundayız.
Belediye Başkanı olursam neler mi yapmayı planlıyorum? Bir defa kadın olduğum için. 10 yıldır kadın sivil toplum kuruluşlarında olduğum için, kadın örgütlerinin ve bizim beklentilerimizin ne olduğunu, çok daha iyi biliyorum. Nedir bunlar? Kadına olumlu pozitif ayrımcılık dediğimiz bir bakış açısı getirmeyi düşünüyorum.
Belediyede bir kadın birimi kurulacak. Bu kadın biriminin bir kısmı töre cinayetleri ile ilgilenecek. Bir kısmı erken evlilik ile ilgilenecek. Bir kısmı, akraba evlilikleri ile ilgilenecek. Sığınma evi olacak, ha bunu arzu eder miyiz? Bir kadının kocasından küsüp gelmesini ister miyiz? Yuvalarının dağılmasını istermiyiz? Hayır. Ben de Güneydoğulu bir kadınım, ben de babama eşime kardeşime saygısızlık yapmak istemem. Yani bir kere insan olarak sonrada sevdiğimiz için eşimize ters davranmak ya da saygısızlık yapmak istemeyiz. Ancak biz ne kadar saygı sevgi gösteriyorsak onların da bize o kadar saygı ve sevgi göstermeleri gerektiğini düşünüyorum işin doğrusu.
Onun için pozitif ayrımcılık derken de şunu söylüyorum. Erkeklere sizin için bir şey yapmayacağım demek değil bu, ben sadece birazcık olumlu ayrımcılık istiyorum. Bunlar nedir? Kadınların sağlık sorunları, kadının eğitim sorunudur, evinizde ki çocuklarınızın gidebileceği yuvalar. Çocukların eğitimi için etüt merkezleri açmak gerektiğini düşünüyorum.
Urfa çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip ve ben bunun yeterince tanıtılmadığını düşünüyorum. Eğer Başkan olursam bu konuya eğilmeyi düşünüyorum. Öncelikle alt yapı eksiklerini tamamlayıp sonra da restorasyon çalışmalarına ağırlık vereceğim. Daha sonra da tanıtım çalışmalarını arttıracağım.
Urfa’da bir diğer aşılması gereken sorun trafik sorunudur. Çevre yollarının bir an önce tamamlanması ve yeni yolların açılması gerekiyor. Ayrıca otopark sorunu bir an önce çözülmelidir. İnsanlar park yeri ararken çıldırma noktasına geliyor. Yeni yerleşim alanları ve sosyal tesisler de acil gereklilikler arasındadır.
Ben bunları yapabilirsem manevi olarak tatmin olacağım. Benim seçmenlere söylemek istediğim şu ki iyi düşünsünler ve doğru karar versinler. Artık Urfa’nın beklemeye tahammülü yoktur.
Neden Belediye Başkanı olmak istiyorsunuz?
Ben rant peşindeyim. Evet doğru duydunuz rant peşindeyim ama bilinen anlamıyla rant değil benim ki. Ben manevi rant peşindeyim. Umarım Urfa halkı beni bu göreve layık görür ve ben de onlara hizmet ederek amacıma ulaşırım.