Mehmet Göncü
13 Ocak 2015
Kıymetli
okuyucularım, bu günkü yazımızın konusunu bireylerin kentte yaşama kurallarına
ayırdık.
Bu
manada gerçekten zaman, zaman 50-60 yıl önceki Urfa’yı yeniden gözümün önüne
getirip kent olarak neler kazanıp, neler kaybettiğimizin hesabını hep yaparım.
Sonuçta; kayıp ettiğimiz değerlerimizin, kazanımlarımızdan daha fazla olduğu
kanaatına varırım.
Şöyle
ki, sebep çok boyutlu ve sosyolojiktir. Çünkü kentte toplu olarak yaşamak bir
takım pozitif kurallara uymakla ancak mümkün olur.
İşte
bu kurallara uymak, bir süreç ister ve zamanla bu uyum uygarlaşma şeklinde
ortaya çıkar.
Bu
nedenle; kentte yaşamak isteyen her birey için uygarlaşma kurallarına uyma
zorunluluğu vardır.
Ben
şahsen; bugün bireyleri uygar olup, kurallara uymaya zorlayacak, toplumsal
olgunun ve bilincin yeterli, yönlendirici ve özendirici olduğuna inanmıyorum.
Zira;
sabaha kadar eksos susturucusu çıkarılmış motorsikletle gezen aymazlara uygar
diyebilir miyiz?
Keza;
gece yarısı bütün bir mahallenin duyabileceği bir şekilde yüksek sesle müzik
dinleyip, arabayla gezen magandalara mı uygar diyeceğiz?
Ya
oturdukları binanın çevresini kirleten, balkondan çöp atan bina kültüründen
yoksun insanlara ne demeli?
Kamuya
ait yerlerde ağaçları kesen, kıran, çiçeklerini yolan, çocuklarla ve onları bu
yolda eğitmeyen ailelere ve her türlü çöpü her yere atan ve komşuluk hakkı
bilmeyen ve her yaptığı olumsuz şeylerin hiç birinden utanmayan ve bu
davranışlarını doğal ve normal sanan kimselere mi kentlidir, kentte yaşıyor
diyebileceğiz?
Özellikle
son zamanlarda bir teknoloji bakımlılığı olan cep telefonunu amaç dışı, toplu
taşıma araçlarında yüksek sesle konuşarak kullanan, diğer yolcuları rahatsız
edenlere ne ad koyacağız?
Aslında
telefon yerinde amacına uygun kullanılırsa çok faydalı bir araç. Ama gel gör ki
bu alet abartılı bir şekilde kullanılarak bağımlılık haline dönüştü.
Zaman
zaman araçlarını kaldırımlara, rampa önlerine gelişigüzel park etmiş kent
sakinlerine rastlıyorum. Ve kendi kendime gülüyorum; Yayalar caddelerde
yürüyor, araçlar kaldırımlara park etmiş.
Keza;
şehrin en işlek caddelerinde az da olsa
bazı esnaflar kaldırımın yarısını işgal edecek şekilde eşya sergiliyor ve de pazarlar dahil, satıcıların
çoğu yasal bir zorunluluk olmasına rağmen etiket kullanmamada ısrarcı bir tutum
sergi-liyorlar. Bu davranışı da kent
yaşamına uymama şeklinde değerlendirebiliriz.
Daha
sayamadığımız binlerce şehir yaşamına uymayan davranışlar var.
Özetle;
Urfa ili son 30 yıl içinde büyümedi. Adeta çirkin bir şekilde irileşti.
Bu
durumu görüp üzülen ve çare arayan uygar bir kentli olma yönünde çalışan her
bireye ve her kuruma yardımcı olmak, bu şehirde yaşayan tüm bireylerin asli
görevi olmalıdır. Zira unutulmamalıdır ki, mutluluk bulutunun yağmurunu
yemeyenler güneşinde de ısınamazlar.
Kıymetli
okuyucularım, gerçekten her nimetin bir külfeti vardır. Bu bağlamda kentte
yaşamanın da bir bedeli vardır o da kurallara titizlikle uymaktır.
Her
şeye rağmen ben yine de karamsar değilim.
Yeni Büyükşehir olduk. Bu süreç içerisinde yukarıda belirttiğim kent
yaşamına uymayan davranışların da pozitif anlamda kısa sürede düzeleceğine
inanıyorum.
Dürüst
ve şeffaf bir toplumda; lütufta geride, kahırda önde olan dostlarınızın çok
olması dileğiyle kalın sağlıcakla.