Bülent Okutan
19 Nisan 2009
Dostlar vardır yitip giden, dostlar vardır gidip yitemeyen. Yitip gidenlerin ezelide yoktur ebedide. Ama gidip yitemeyenler öyle değildir.
Onlar hafıza kazıntısıdır, silip atamadığınız, unutamadıklarınız, umut dolu olanlardır. Hasretleriniz, özlemleriniz, anılarınızın kahramanlarıdır. Hepimizin yaşamında olanlar yani.
Ya unutamadığınız bir futbol maçı ile hatırlarsınız onları, gazozuna kıran kırana geçen, ya da sapan ile kuş avladığınız camları şangırdattığınız, geçmişe gömülü bir gri akşamdan.
Ben Mustafa’yı gülen güzel yüzü ve masmavi gözleri ile anımsadım hep. Babası İş Bankasın da muhasebeciydi. Muhasebeci deyip geçmeyin. İnternetsiz o yılların müdür yarısı yani.
Kent soylu bir aileydi Küçükler. Ve aileden benim tanıdığım Mustafa, en küçüktü.
O yıllar da arkadaşlıklar arasında ki ağbi- kardeş kıstası şimdiki gibi değildi. Ne ağbiler ağır ağbiydi, ne kardeşler hafif. Bir denklik vardı, duvarlarında (cemellerinde) oturulan oyun alanı boş arsalarda.
Ağbiler top koşturur, rastgele vurulan şutlarla bahçelere kaçan topları küçükler koşup getirirdi. Gazozuna oynanan maçların bitiminde kazanan ise küçükler olurdu hep. Çünkü ağbiler mantarlı kapağı açılan şişeleri, önce o manevi kardeşlerine sunarlardı.
Öyle bir sevgi, saygı dolu zaman süreciydi o.
Yıllar yılları kovaladı. Ve kaybolup gitti gülen küçüklü büyüklü çocuk yüzler. Yerini asimilasyona bırakarak. Kentin ne bahçeli evleri kaldı, ne gazozuna top oynayan çocukları. Ağır ağbiler doldurdu sokakları, caddeleri. Koyu takım elbiseli, beyaz gömlekli, TV kurbanı.
Gelenlerin büyük kısmı gidenleri aratmadı, gerçek yöre kimliği sevecenlikleri, kadirşinaslıkları ile. Aratanlar ise ne yazık ki yine küçük bir kitleydi.
Öykümün kahramanı Mustafa ise benim çocukluk yıllarımda bizim mahallenin sevgilisiydi. Işıl ışıl mavi gözleri, o renge inat kahverengi uzun tüylü, peşinden ayrılmayan Pointer cinsi Tommy isimli köpeği ile.
Ve gün geldi Mustafa’da ailesi ile bu şehirden gitti, ama yitmedi. Başta benim hafızamdan.
Aradan neredeyse otuz yıl geçti. Ve Mustafa ile yine bu coğrafyada karşılaşıverdik. Saçları bembeyaz olmuştu. Belli ki oldukça emek-yoğun bir dönem geçirmişti.
Hasret dolu bir kucaklaşmanın ardından birbirimizi sorguladık. Cevaplarımız çok netti. Ben hep burada kalmış, bazı değerleri korumaya çalışmıştım birikimlerimle, o gitmiş birikimlerini arttırıp, bize aktarmak için geri dönmüştü.
Dönüp te ne mi yapmıştı bizden habersiz?
Bu kente, Güneydoğu’nun en kaliteli otantik, turistik tesisini kurmuştu.
Lafı fazla uzatmaya gerek yok.
Merak edenler eski Edessa Oteli’ne, şimdiki adıyla ‘MANİCİ’ye gitsinler.
Orada Mustafa’nın renkli gözlerini, bu kentin geleceğini görecekler. Bir şeylerin yitip gitmediğini, özlemlerin nasıl yarına taşındığını da.
Tebrikler Mustafacığım. Bir gazozu hak ettin!…Benim küçük ama BÜYÜK arkadaşım.