Nejat Karagöz
27 Ekim 2018
Son
günlerin en popüler kitabı…
Usta gazeteci ve yazar Yılmaz Özdil’in “Mesleki kariyerimi
ortaya koyduğum kitap” diye nitelediği, Atatürk’ün hayatından oldukça detay
bilgiler içeren bir biyografi kitabı…
Çocukluğundan, gençliğinden, askerliğinden, siyaset
hayatından, aile hayatından önemli ayrıntılar var bu kitapta.
Bazen gülerek, bazen ağlayarak; merakla, heyecanla,
üzüntüyle… ardı ardına değişen duyguların birinden öbürüne sürüklenerek okunan
bu kitabın Millî Eğitim Bakanlığınca orta dereceli okullara tavsiye etmesi
gerekir ama şu sıralar siyasi ortam, eğitim adına görev duygusu, medeni açıdan
bir vefa ve incelik gerektiren bu davranışa çok, çok uzak…
Mesela en etkilendiğim bölümlerden birisi, kısacık ama o
kadar gurur verici ki; Latife Hanım’a ilk defa ben bu kitapta rastladım. 4-5
dili mükemmel derecede konuşan, en az iki enstrüman çalan, Avrupa görmüş,
dünyayı tanımış, hatta denebilir ki medeni birikimleri bakımından Mustafa
Kemal’den pek de geri kalmayan bir insan olduğunu, tarihte örnek alınacak 36
dünya kadınından birisi olarak seçildiğini bu kitaptan öğrendim.
Atatürk’ün
kimliği ve kişiliği ile ilgili, bir kısmı magazin türünden ve önemli bir kısmı
da onun doğru ve iyi tanınmasını sağlayacak ölçüde; aile hayatı, çevresiyle
ilişkileri, devlet adamlığı vasfı … hakkında geniş ve merak uyandıran bilgiler
var kitapta.
Şaşırdığım
kısımları da oldu elbette.
Mesela kitabın 156. Sayfasında o günün Türkiye’sinin
gerçekten acı veren, insanın yüreğini kanatan bir tablosu çizilmiş. Okuyunca
gözlerinize hâkim olamıyorsunuz… Bu topum ne büyük acılar yaşamış, nerelerden
gelmiş, hangi darboğazları aşmış diye düşünürken karşınıza (171. Sayfada)
Çankaya köşkünün ihtişamlı hayatı beliriveriyor.
Daha da
düşündürücü olanı ise Ata’nın çevresindeki insanların kim olduklarının,
kedisinin, köpeğinin; rakının yanında yediği, ‘olmazsa olmazı’ sarı leblebinin
bütün detaylarıyla anlatılmış olmasına rağmen, Dersim Katliamı hakkında
neredeyse tek kelime edilmemiş olması… Sabiha Gökçen’in kadın-çocuk demeden bombaladığı
binlerce insandan, İstiklal Mahkemelerinin cinayetlerinden; hala acısı
geçmemiş, hala kanayan bu yaralardan bir paragraf olsun söz edilmemiş ayıp
olmuştur, isabetsiz olmuştur, hakkaniyete de tarihi hakikatlere de uymamıştır.
Evet;
O
karanlık tablodan kurtarılan bu memlekette, çok değil, 11 sene sonra, 1934’de
İran Şahı’na Türkiye’de üretilenlerden bir adet uçak hediye edilmişti. Yani 11
senede akıl almaz bir atılım yaratılmıştı; tarihe silinemez bir damga
vurulmuştu.
Ama gelin
görün ki, silinmeyen başka şeyler de vardı ve bu kitabın da bunların üzerini
örtemeyeceğini söylemek gerekir!