Cüneyt Gökçe
15 Mart 2013
İnanan kimseye dini bir terim olarak “mümin” denilmektedir. Çoğul olarak da “müminun” tabiri kullanılır. Yüce Allah inananlara, seslenip sahip olmaları gereken özellikleri saymış ve bu konuda onları ikaz etmiştir. Ayrıca, sahip oldukları konumun önemini vurgulama adına bazı sureleri özellikle onların ismiyle isimlendirmiştir. Nitekim Kuran-ı Kerim’in 40. suresinin adı Mümin; 23. surenin adı da Müminun’dur.
Müminun suresi, inananların mutluluğa ulaştığını müjdeleyen bir ifadeyle başlamakta ve şöyle buyrulmaktadır: “Mü’minler saadete ermişlerdir.” [Müminun (23), 1] Evet, kesinlikle kazananlar ve kurtuluşa erenler onlardır. ılahi evrensel kurallara uydukları takdirde her iki cihanda da onlar kazanacaklardır.
Ardından inanan müminlerin özellikleri sayılmakta ve öncelikle kulluğun özünü teşkil eden temel ibadete dikkat çekilmektedir: “Onlar namazda huşû içindedirler.” [Müminun (23), 2] Namaz kıldıklarında Allah’ın huzurunda olduklarını bilirler; dolayısıyla namazlarını büyük bir vakar ve ciddiyet içerisinde eda ederler. Namazdan büyük bir haz duyarlar. Namazın bütün gereklerini yerine getirirler. Böylece -Kuranın ifadesiyle- namaz onları her türlü kötülükten uzaklaştırır. Ayrıca, namazda okudukları duaların anlamlarını öğrenip mesajlarını uygulamaya çalışırlar. Kuranı kendilerine rehber yaparlar. Namazın, bütün ibadetlerin özü olduğunu bilerek ona gereken önemi verirler.
İnanan bilinçli insanın zamanını çok iyi değerlendirmesi gerektiği bilinen bir husustur. Bize verilen her saniyenin hesabını vermek durumundayız. Hiçbir şeyin başıboş olmadığı gerçeğinden yola çıkarak lüzumsuz ve yararsız her şeyden uzak durmak zorundayız. Dolayısıyla, vaktimizi hayırlı meşguliyetlerle doldurmamız gerektiğine işaret eden Kuran-ı Kerim, şu önemli mesaja yer vermektedir: “Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.” [Müminun (23), 3] Mümin, güzel sonuçlar doğuran iş ve eylemlere rağbet edip kötü sonuçlar doğuran eylemlerden uzak durduğu gibi; faydasız, gereksiz, lüzumsuz ve boş işlerden de mümkün olduğunca uzaklaşır. Gerçekten, sorumluluklarımız, boş işlerle meşgul olabilme şansımızı ortadan kaldırmaktadır. ınsanlık ve kâinat çapında yararlı işler yapmak, her müminin ana hedefi olmalıdır.
İslam’ın bütün şartlarının geniş çaplı hikmet ve yararları olduğu gibi zekât kurumunun da çok güzel sonuçları söz konusudur. Toplumsal dayanışma ve kaynaşmayı sağlayıcı özelliği ile bu ibadet, toplumun bireyleri arasında kardeşlik, dostluk, sevgi ve güven duygularını yerleştirir. Mümin bilir ki, Allahın ihsanı olan her türlü nimeti paylaşmak esastır. İşte tam bu nokta inananların bu özelliğine dikkat çekilir: “Onlar zekât verirler.” .” [Müminun (23), 4] Evet, Hz. Peygamberin ifadesiyle, Zekât ıslam’ın bir köprüsüdür. Bu köprü sayesinde, zenginden fakire, hakaret ve küçümseme yerine şefkat ve muhabbet sedaları yükselir. Fakirden de zengine kin ve nefret yerine saygı ve ihtiram duyguları gönderilir. ışte bu ilahi mesajda önemli bir görev olan zekâta işaret edilmekte ve bunun, müminin bir özelliği ve ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanmaktadır.
Bu özelliklere sahip olma duasıyla bu hafta bu kadar açıklamayla yetinip daha sonra tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
Kur’an-ı Kerim’in 23. suresi olan Müminun suresinin ilk ayetlerinde, “Mü’minler saadete ermişlerdir” [Müminun (23), 1] buyrularak, ılahi evrensel kurallara uydukları takdirde her iki cihanda da kârlı çıkacakları; “namazda huşû içinde” [Müminun (23), 2] oldukları; “boş şeylerden yüz çevirdikleri” [Müminun (23), 3]; ve “zekât verdikleri” [Müminun (23), 4]… vurgulandıktan sonra, müteakip ayetlerde de yine inananların önemli özelliklerinden bazılarına dikkat çekilmekte ve konunun önemine işaret edilmektedir.
Saadetleri garanti altına alınan ve kulluk bilinciyle zamanlarını iyi değerlendirip vakitlerini katletmeyen ve boş şeylerle uğraşmayan akıllı müminlerin namus hususunda da çok titiz oldukları vurgulanır. (bkz.: Müminun suresi 5. 6. ve 7. ayetler).
Bu noktada erkek-kadın ayırımının yapılmaması da dikkat çekicidir. Aile bağlarıyla birbirlerine bağlı insanların karşılıklı emniyet ve güven içerisinde olmaları gerektiği üzerinde durulur. Birbirlerine hıyanet etmemeleri gerektiği belirtilerek müminlerin ırz ve namuslarını helallıkları dışındaki kimselerden korudukları açıklanır.
Aile kurumunun karşılıklı sadakat ve emniyetle saadet yurduna dönüştüğü bilinen bir gerçektir. Sadakat, emniyet ve itimadın ihmal edildiği ailelerde huzurluğun, hayatı çekilmez hale getirdiği izahtan varestedir. Bu temel kuralların ihlal edilmesi haddi aşma anlamına gelir. (bkz.: Müminun suresi, 7. ayet)
Belirlenen sınırı tecavüz etmek; aşılığa kaçıp haddi aşmak her alanda sakıncalıdır. Meşru çizginin içerisinde kalma sorumluluğuyla hareket etmek şuurlu insanın başlıca davranışıdır.
Müminlerin sahip oldukları önemli bir özellik de sonraki ayet-i kerimede şöyle vurgulanmıştır:
“Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.” [Müminun (23), 8]
Emanet, ahit ve söz tabirleri çok geniş kapsamlı ifadelerdir. Emanetler konusunda titiz olmak, imanın gereğidir.
Verilen sözlere bağlı kalmak, randevulara sadık davranmak, emanete riayet etmek bu kapsam içerisinde değerlendirilebilir.
Allaha ve insanlara verilen söz ve taahhütler titizlikle yerine getirilmesi gereken emanetlerdir. Emanetlerin, kesinlikle emanet sahibinin rızası dairesinde korunması gerekir. Bize verilen maddi-manevi nimetlerin tamamı birer emanettir. Mal, mülk, evlat, servet, çoluk-çocuk; hatta göz, kulak, el, ayak ve diğer organlar, bütünüyle korunması ve amacına uygun kullanılması gereken emanetlerdendir.
Ayrıca, din, iman, ırz, iffet, namus, namaz, oruç, hac ve diğer İslam şeairi de korunması gereken önemli emanetlerdir.
Yüce Yaratıcıya ezelde ve her gün verdiğimiz söz ve taahhütler de bu kabildendir. O’nun kullarına zulüm ve haksızlık yapmayacağımıza, O’nu Rab olarak tanıyıp direktif ve mesajlarını yerine getireceğimize, elçilerine kulak verip emirlerini uygulayacağımıza, attığımız imzalara sahip çıkacağımıza ve kulluk görevlerimizi yerine getireceğimize dair verdiğimiz sözler de unutulmaması gereken taahhütlerdir.
Çevremizi koruyup kollamak, komşularımıza saygılı davranmak ve üzerinde yaşadığımız gezegenin hukukuna riayetkâr olmak da bu taahhütnamenin maddeleri arasındadır.
Kulluk görevlerimizin en uzun soluklu olanı namaz olması hasebiyle surenin 9. ayetinde “Namazlarına riayet ederler” buyrulur ve namazın önemi vurgulanır.
Namaz, nezaketin, temizliğin, planlı oluşun simgesi olduğu gibi diğer İslam şartlarının kapsayıcısı da sayılır. Öyle ya, namazın içerisinde her hangi bir şey yiyip içemediğimize göre bir bakıma oruç; bedenimizi en güzel şekliyle hareketli ve canlı tuttuğumuza göre bir çeşit zekat; zorunlu olarak Kabe’ye yönelip namaz kıldığımıza göre de bir tür hac ibadetini de kuşatmaktadır. Zaten Kelime-i şehadet’in Ettehiyat duasında yer aldığı bilinen bir husustur.
Kulluk bilinciyle yaşayıp söz, randevu ve taahhütlerine bağlı kalan inananlardan olmamız dileğiyle