
İbrahim Halil Okuyan
8 Haziran 2006
Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin davetlisi olarak şehrimize gelen Kanada’lı bilim adamı Prof. Dr. Albert Vandenberg; verdiği konferansta, “1996 yılında Urfa’dan alıp küçük bir alanda yetiştirdikleri mercimekle başladıkları işi geliştirerek bugün mercimek üretim ve ihracatında dünya liderliğine yükseldiklerini anlattı. Bugün bir milyon hektarlık alanda onbin’den fazla çiftçinin mercimek tarımı ile uğraştığını söyleyen Prof. Dr. Vandenberg üretimin yüzde 99 unu dış ülkelere ihraç ettiklerini vurguluyor. Türkiye’de yalnızca Güneydoğu’da istense Kanada’nın ürettiğinin iki katı mercimek elde edilebileceğini de söyleyen bilim adamı Kanada’da bir dönümden 120 Kg. Mercimek alınırken Türkiye’de 90 Kg. da kalındığını, burada 8 ayda elde edilen hasadın Kanada’da 3 ayda alındığını belirten Albert Vandenberg; “Bizim sistemimiz dünyada bir ilk. Dünyanın başka hiçbir ülkesinin kullanmadığı bir sistemle üretim yapıyoruz. Bu sisteme çiftçilerimiz de iştirak ediyor. Mercimek yetiştirilmesi, ile araştırma çalışmaları eş zamanlı yürüyor ki, bu aslında çok önemlidir. Türkiye’de ise yalnızca Güneydoğu’da 350 bin hektar alanda mercimek üretimi yapılıyor. Üniversiteler ve çiftçilerin, çeşitli araştırma guruplarının ortak haraket etmeleri halinde bu alan daha da genişleyebilir. Ayrıca hektar başına düşen üretimde artar. “Mercimeğin anavatanında yaşıyorsunuz ama Kanada buradan iki kat daha fazla mercimek üretebiliyor.” Evet, 17 Mayısta sunulan bu konferansta hatibin bu son cümlesi bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin ziraatte ne hale geldiğini de açıkça ortaya koyuyor. Tarımın her alanındaki verim düşüklüğü, hayvancılığın yıllardır gerileme trendinde oluşu, çiftçimizin borçtan kurtulamayışı, Ülkemizin öteden beri söylenen ama bugün artık geçerliliğini kayb’etmiş olan “Türkiye kendi kendine yeten 7 ülkeden biridir..” sözünü geçersiz bırakıyor. Yakın zamanlara kadar bir mânâ ifade eden bu sözü tekrar geçerli kılmak için tarımı A’dan Z’ye yeniden ele alıp “Nerelerde hata yaptığımızı” bulup teşhis ederek çaresini araştırmalı ve bulmalıyız. Güneydoğu’nun ve özellikle Urfa’mızın “coğrafi işaret” sayılabilecek derecedeki önemli ürünlerinden biri olan kırmızı mercimek’i eloğlu alıp geliştirerek ülkesinin ihraç ürünü haline getirebilmiş. Biz ise mercimeğin anavatanında neredeyse bulamayacağız. Yahut fakirler pahallılığından dolayı yiyemiyecek… Herşey çalışmakla, çok çalışmakla sistemli bir tarım politikası izlemek ve bunu aksatmadan devam ettirmekle oluyor. Türkiye ve Urfa dar imkânlar içerisinde nasıl kendine yetişiyordu, bugün Ülkemizin ve dünyanın geniş imkânlarına rağmen neden bu hale geldik? Düşünülmeğe değmez mi? Elbette düşünülmeğe, araştırılmağa değer GAP’ı kurtarmamız muhakkak ki tarımın, sanayinin, ekonominin de kurtuluşu olacak. Daha fazla gecikmemiz ise zararlarımızı katlıyor.