Cihat Kürkçüoğlu
29 Aralık 2006
Mehmet Kurtoğlu çok okuyan, araştıran, okuduklarından ve araştırdıklarından edindiği bilgi birikimini ve düşüncelerini şiirlerine ve düz yazılarına dökerek insanlara aktaran güçlü bir şair ve yazar,.Fikirlere saygılı, demokrat düşünce yapısına sahip genç bir kültür adamı. Urfa’da sık sık görüşmeyi arzu ettiğim, edebiyat ve sanat üzerine düşüncelerinden keyif aldığım, bir sonraki sohbetini özlediğim nadir insanlardan biri.
“Bana Kendini Anlat” (şiir), “Hafızasını Kaybeden şehir” (Urfa kültürü üzerine yazılar), “Gurbeti Olmayan Diyar” (şiir), “Çağa Küsen Leyla” (şiir), “Ben Kendimden Yanayım” (Deneme),“Urfa Efsaneleri”, “Kültür şehri Urfa” (Urfa’nın sanat, edebiyat ve düşünce tarihi) ve editörlüğünü yaptığı, Urfalı şairlerin şiirlerinden oluşan “şiir şehir Urfa” adlı şiir seçkisi Mehmet Kurtoğlu’nun yayınlanmış eserleri. Onun “şehrin Yitik Yüzleri”, “ıbrahim Tatlıses”, şanlıurfa’nın yetiştirdiği kültür sanat adamlarıyla yaptığı söyleşilerden oluşan “Ropörtajlar” başta olmak üzere basılmaya hazır kitap çalışmaları da var. Diğer önemli bir çalışması da editörlüğünü yaptığı, yerel bir edebiyat dergisi olmaktan öte ulusal nitelikteki “Seyir” dergisidir.
Halen şanlıurfa ıl Kültür Müdür Yardımcılığı görevini sürdüren Mehmet Kurtoğlu, kalemini doğru bildiklerinden yana kullanan, fikirlerini beynine hapsetmeyerek cesur yazıları ve şiirleri ile zaman zaman zülüf-ü yâre dokunan, düşüncelerini tartışmaya açan bir özelliğe sahip.
Mehmet Kurtoğlu, Geçtiğimiz aylarda şanlıurfa ıl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yayınları arasında çıkan “Kültür şehri Urfa” kitabında Urfa’nın kültür, sanat, edebiyat potansiyelini Roma ve Bizans döneminden alarak örnekleriyle günümüze kadar getiriyor. Bu kitabın 221. sayfasındaki kendisine ait olan ve feodal zihniyetin herkes tarafından bilinen çirkin yüzünü ortaya koyan “Feodalite” adlı şiiri tartışmaları ve farklı eleştirileri üzerine çekti. Gerçi bu şiir şairin Ekim 2005 tarihinde yayınladığı “Çağa Küsen Leyla” adlı şiir kitabında yer almış, kendi sesinden şiir gecelerinde okunmuş ve olumsuz bir tek eleştiri almamıştı.
Bu şiirle ilgili tartışmalara geçmeden önce, şiir ve şair üzerine bazı düşünürlerin görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Sait Faik, “şiir, şairin Orgazmıdır” diyor ve ekliyor, “şiir bizim içimize işleyen, bizi avutan, acımızı arttırarak sevincimizi büyüterek, bizi kendimize daha yakından duyurarak, bizi perişan ederek avutan bir şeydir”. Montaigne, “şiirin orta hallisi veya kötüsü için kurallar, ustalıklar bir ölçü olabilir. Ama iyisi, yükseği, harikuladesi aklın kurallarını aşar. Büyük şiir, muhakememizi tatmin etmez, allak bullak eder” diyor. Balzac’a göre şiir, “Zekâ ülkelerinde uzun, üzücü yolculuklardan sonra doğan şeydir”. Rober Greves şiiri; “şiir hiçbir zaman sözlük olarak başlamaz. şairin içinde, bilinmez, birbirine bağlı olmayan ve klişeleşmemiş bir takım kuvvetler çarpışır, bu çarpışmadan ortaya yepyeni bir varlık çıkar.” sözleri ile tanımlıyor. Paul Eluard’a göre “şiirin içindeki fikir elmanın içindeki gıda kadar saklı olmalıdır”. Roger Caillois ise “şair, zayıflığa kapılıp da, kalabalığın isteklerine, ya da zenginlerin, güçlülerin keyiflerine uymamalıdır” diyor.
Mehmet Kurtoğlu da “Çağa Küsen Leyla” adlı şiir kitabının girişinde şiir ve şair ile ilgili düşüncelerini özetle şöyle açıklıyor: “şair kendini dünyanın merkezi sanır. Hayata ve insana, aşka ve inanca hep bu gözle bakar. Kendini tanrısal bir gücün gölgesi gibi görür. En hastalıklı, en marazi duygularını, bir bakarsınız en güçlü, en muhteşem şekilde ortaya koymuştur. En büyük enaniyet ondadır. Delilik ve deha, akıl ve kalp, beden ve ruh, madde ve mana, fizik ve metafizik, vahiy ve ilham, söz ve şuur, kavram ve sembol. Bütün bunlar şair ve şiiri anlamlandırmaya yeter mi bilmiyorum. Ama bunları anladığımızda şiir ve şairi bir nebze olsun çözmüş olacağımıza inanıyorum.” diyor ve kendine dönerek şöyle devam ediyor: “Kısacası şiir,kendimi ifade edebildiğim biricik bir yol ! ıç dünyamın burkuntularıdır. Ruhumun kelimelere döküldüğü kalıptır. Dahası duygu ve düşüncemin savaş meydanıdır şiir! Bazen acı ve kan kokar, bazen gül devşirir hasbahçemden!.. Ruhumdaki idealizmin gereği olarak güzeli, iyiyi, aşkı aramanın adıdır. Ruhumun kelimelerde isyana kalkmasıdır. ıç özgürlüğümdür. Gözyaşım, umudum, sevgilim, var oluş sebebimdir. Dahası şiir benim adımdır”.
ışte felsefi bir düşüncenin ürünü, bir sihirli söz ustalığı olan şiirin yukarıdaki tanımlar içerisinde saklı özellikleri ve şairin duyguları iyice tahlil edilmeden Mehmet Kurtoğlu’nun “Feodalite” başlıklı şiirine yapılan olumsuz eleştirilerin bir kısmı düzeyli bir biçimde kalırken, bazıları işi hakarete kadar götürüp eleştirinin dozunu kaçırdı.
Bunların yanında, bir o kadar, belki daha da fazla bir oranda şiirin ruhuna uygun olumlu eleştiri yapanlar da oldu. Bu şiirde sadece feodal zihniyetin eleştirildiği, köylünün ve Urfalının hedef alınmadığı yazıldı.
Fikirler arasında mutlaka çatışma olacaktır ve olmalıdır. Bu tür çatışmalardan doğrular çıkar. Ancak fikirler çatışırken saygının korunmasına özen gösterilmelidir. Bu konuda Nejat Karagöz’ün 14 Nisan 2006 tarihinde www.urfahaber.net sitesinde yazdığı “Yazmak Okumak ve Eleştirmek” başlıklı yazısını okumanızı öneririm. Nejat Karagöz söz konusu yazısında özetle; “Yazarın fikirlerini, ileri sürdüğü görüş ve düşüncelerini beğenmeyenlerin kendi görüş ve düşüncelerini yoruma, eleştiriye fırsat tanıyan yerlerde ifade etmeleri de demokrasi diye tanımlanmaya çalışılan sistemin özünde var olan bir haktır. Bu hakkın kullanılmasında uyulması gereken kriterleri pek çok insan “Nezaket kurallarını çiğnememek kırıcı, incitici olmamak kaydıyla..” diye tanımlar.” diyor ve bu hakkı olmazsa olmaz diye nitelediği “Okuduğunu anlamak” koşuluna bağlıyor.
Herkesin şiiri kendi düşünce kalıpları içersinde anlayarak yorumlaması ve eleştirmesi sayın Karagöz’ün de dediği gibi elbette demokratik bir haktır. Böyle bir şiirin devletin yayınladığı kitapta yer almasının uygun olmadığı da söylenilebilir. Bütün bunlar ölçülü bir biçimde konuşulabilir, tartışılabilir.
Ancak, şiirle ilgili eleştiriler yapılırken şiirin bir düz yazı olmadığı hususu göz ardı edilmemelidir. şiir düz yazı gibi yorumlanamaz. Öyle olsaydı düz yazı yazan herkes şair olur, şiir yazardı. şairin, “elmanın içindeki gıda kadar” sakladığı duyguları, vermek istediği mesajı iyi anlamak gerek. “Enel Hak” diyen Hallac-ı Mansur, bu sözüyle elbette “Ben Tanrıyım” demiyordu. Ancak bu sözün içerisindeki felsefi anlam iyi anlaşılmadığındandır ki Hallac-ı Mansur asıldı.
Sadece Hallac-ı Mansur mu iyi anlaşılmadı? şair, yazar ve düşünürlerin bir nevi yazgısıdır iyi anlaşılmamak. Bunun birçok nedeni vardır elbette. Ancak ayrı bir konu olduğu için girmek istemiyorum.
Cumhuriyet döneminin iki büyük şairi Nazım Hikmet ve Necip Fazıl yeterince anlaşıldılar mı? Türk Kurtuluş Savaşını “Kuvayi Milliye” ile destanlaştıran Nazım Hikmet’in şiirlerini edebiyat kitaplarından silip, eserlerini kütüphanelerde yasaklamadık mı? Sonra ne oldu? ıade-i itibar, özür, v.s…Kültür Bakanlığı şimdilerde onun eserlerini temel eserler arasında gösteriyor ve yayınlıyor.
Yazar, şair ve düşünürlerin adeta yazgısı olan bu tür örnekler saymakla bitmez. Kurtoğlu bunların yerel ölçekte küçük bir örneği sadece.
Bence Mehmet Kurtoğlu; Yaşar Kemal, Bekir Yıldız başta olmak üzere bir çok yazarımızın cilt cilt romanlarında işlediği ve eleştirdiği feodal zihniyetin çirkin yüzünü altı bölümden ve 65 mısradan oluşan “Feodalite” başlıklı şiirine sığdırmıştır. Burada yermeye çalıştığı ne bir ırktır, ne bir topluluktur ve ne de bir şahıstır. şiirin ruhunda anlatılmak istenilen sadece feodalitenin çirkin yüzüdür. Zaten kendisi de konu ile ilgili yaptığı basın açıklamasında bunu söylemektedir.
Yazımın başlarında Mehmet Kurtoğlu’nun, kalemini doğru bildiklerinden yana kullanan, fikirlerini beynine hapsetmeyerek cesur yazıları ve şiirleri ile zaman zaman zülf-ü yâre dokunan, düşüncelerini tartışmaya açan bir özelliğe sahip olduğunu söylemiştim. Kendisi, hiç bir gizli yanını bırakmazsızın ruh dünyasını son derece cesur bir üslupla okuyucu ile paylaştığı yazılarının yer aldığı “Ben Kendimden Yanayım” adlı kitabında bu özelliğini, Peygamberimizin “ımanın en sağlam bağı Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir” hadisinden aldığını söylüyor ve ekliyor: “Sevgi ve öfke benim vazgeçilmez karekterimdir.Baştan sona bu iki şey üzerinde dolaştım durdum.Bu iki şeyden hareketle zihinsel romanımı yazdım. Kötü ve yanlışlara öfkelenip sövdüm, iyi şeylerden övgü ile bahsettim. Bazı konularda haddi aştığımı düşünüyorsanız bunu da öfkemin büyüklüğüne verin. Çünkü güzel şeyleri severken ve kötü şeylere söverken gücümü hep inancımdan aldım. Bunu yaparken hiçbir maske kullanmadım. Yalnızca beslendiğim kaynaklardan ilham alarak en içten, en saf ve en samimi dileklerimle yazdım satırlarımı. Allah’ın mazlumlara tanıdığı sövme hakkımı kullandım o kadar. Bu yüzden içim rahat”
Evet Mehmet Kurtoğlu alışılmışın dışında, aykırı bir yazar olarak görülebilir. Kendisini “ümettçi” yazar sınıfına koyanlar (ki eleştirilerin bir kısmı bu yönde olmuştur) yazdıklarını daha da aykırı değerlendirebilir. Onun yazılarında ve şiirlerinde kullandığı kelimeler bazılarımıza müstehcen dahi gelebilir. Onun “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”, “Her doğru her ortamda söylenmez” atalar sözlerine uymadığı da söylenilebilir. Uyması gerekir mi? O da tartışma götürür. Ancak kendisini, yazdığı yüzlerce şiirinde ve makalesinde, yukarıdaki sözleri ışığında anlamak gerekiyor.
Mehmet Kurtoğlu’nun yazdıkları hem edebi, hem sosyolojik, hem felsefi ve hem de psikolojik analizler için gayet zengin unsurlar içeriyor. Bu analizleri yapmak da saydığım bilim dallarıyla uğraşan akademisyenlerin, doktora öğrencilerinin işi olmalıdır diyorum.
Sayın valimiz Yusuf Yavaşcan’ın desteği ile şanlıurfa ıl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız ile birlikte Mehmet Kurtoğlu’nun Urfa Kültür ve Turizmine kazandırdıkları ortadadır. Bu ikilinin gayretleri ile bir yıl gibi kısa bir sürede yayınlanan 26 yayın her türlü takdirin üzerindedir. Onların Urfa kültürüne katkılarının büyüklüğünü anlamak için, restore ederek hizmet binası haline getirdikleri “Eski Hükümet Konağı” binasını, müştemilatını ve bahçesini herkesin gezmesini, bu külliyede oluşturdukları hizmet birimlerinin görülmesini öneriyorum. Kültür ve sanatı yaşam biçimi edinmiş bu ikilinin ıl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün başına getirilmesini sağlayanları kutluyorum.
Bence Mehmet Kurtoğlu’nun tek suçu (!) Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözünü ilke edinerek olduğu gibi görünmesi, göründüğü gibi olmasıdır. Yani kendi deyişiyle “maske kullanmaması”dır.