Ebru Okutan Akalın
11 Kasım 2014
‘Nefes
aldığımız sürece sürekli üretmek
zorundayız, yoksa varoluşun anlamı olmaz’
HİZMET’in
“Google amca” lakaplı yazarı Mehmet Göncü, müthiş hafızasını neye borçlu
olduğunu, hastalıkla nasıl mücadele ettiğini, yazılarında neden pozitif bir
üslûp kullandığını anlatırken, hayata dair kulaklara küpe olacak mesajlar
verdi:
“Gerçek manada
emeklilik yoktur, kişi nefes aldığı sürece bir şeyler üretmek zorundadır. Eğer
biz düşündüğümüz gibi yaşayamazsak neye yarar ki yaşamak. Çiçekten
bahsediyorsun, ağaç ekmiyorsun, böyle olmaz. Yardımdan bahsediyorsun, yardım
yapmıyorsun, olmaz. Toplumun güzel motive olmasını istiyorsun ama yazmıyorsun
olmaz. Her boyutta güzel ve olumlu davranışlarla birbirimize örnek olalım ve
her platformda ve mekanda doğru yaşama kurallarına noksansız uymaya çalışalım.”
Ebru OKUTAN
AKALIN
Mehmet Bey, sizi yazılarınızla ve çeşitli
sivil toplum kuruluşlarına katkılarınız ile tanıyoruz ancak yine de sizin
dilinizden Mehmet Göncü kim dinlemek isteriz. Bize biraz kendinizden bahseder
misiniz?
Ben yaklaşık 300 yıllık Urfa orijinli bir
ailenin çocuğuyum. Urfa Merkez Askeri Mahalle nüfusuna kayıtlıyım, şimdiki ismi
Kendirci Mahallesi’dir. 1942 doğumluyum, ilk, orta ve lise öğreniminden sonra
mesleki eğitimimi Kayseri ve Ankara’da tamamladım. İçişleri Bakanlığı’nda görev
yaptım, memuriyet görevime Emniyet teşkilatında başladım, ülkemizin çeşitli
illerinde çalıştım. En son Tekirdağ ili Malkara ilçesinde Baş komiser
rütbesinde iken kendi isteğimle 1983 yılında emekliye ayrıldım ve gelip ecdat
diyarım olan Urfa’ya yerleştim.
Emekli oldum diyorum ama benim inancıma
göre yaşam olgusu içersinde gerçek manada emeklilik diye bir şey yoktur. Kişi
nefes aldığı sürece bir şeyler üretmek zorundadır. Tabii ki gücü ve becerisi el
veriyorsa. Ben de öyle yaptım. İlkin amme hizmetine matuf bir çok derneğe
üye oldum; Kızılay, Tema, Çevre Vakfı ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı gibi.
Bu kurum ve vakıflar tüm insanlığı ilgilendirdiği için çok önemlidir ve
faydalıdır. Sonra Şanlıurfa Vakfı, Esnaf Odası, Huzur ve Güven Derneği gibi
kuruluşlara üye oldum. Bunların bazılarında yöneticilik de yaptım. Bu arada
ticaretle de uğraştım, bir anonim şirkette müdürlük yaptım. Her fırsat
bulduğumda da edebiyatla uğraşıp şiirler yazdım. Ayrıca yaşam tecrübelerimi ve
günlük yaşadıklarımla ilgili toplumu alakadar eden hususların objektif ve sübjektif
sentezlerinin analizlerini yorumlayıp yazıya döktüm ve gazeteniz Hizmet’te
makale şeklinde yayınladım. Halen de bu misyonumu sürdürüyorum. Bana bu imkanı
sağladığı için HİZMET Gazetesi ailesine de teşekkür ediyorum.
Yani siz bu anlattıklarınıza göre hiç
emekli olmadınız?
Evet çünkü bilgi bir derya gibidir, hep
öğrenmek zorundayız. Her zaman söylerim; her gün yeni bir şey
öğreniyorum, yeni bir kitap alıyorum.
Eşim benim kitap almama hem
seviniyor, hem de bazen serzenişte bulunarak “bütün ekonomik değerini
kitaplara dağıtıyorsun” diyor. Ama torunlarımıza kalacak çok kitap var, başka
bir zenginliğimiz yok.
Sizin çok güçlü bir hafızanız var, hatta
sizi yakinen tanıyan engin sohbetinize nail olanlar size “Google Amca” diyor?
Bu güçlü hafızayı neye borçlusunuz?
Estağfurullah bu benzetme bizi sevenlerin
teveccühü ancak hafızamı neye borçlu olduğumu sorarsanız tekrar etmeye
diyebilirim. Okuduğum kitapları tekrar okumak gibi bir alışkanlığım var. Ayrıca
elimden geldiğince iyi beslenirim, kötü alışkanlıklardan ve stresten uzak
dururum. Bir de çocukluğun ilk 6 yılı çok önemlidir; önce anne sütü, sonrasında
ise süt ürünleri ile beslenmek lazım. Benim annem beni çok iyi besledi, 6
yaşına kadar süt verdi bana. Bana hep kurban keserdi, ben de her fırsatta o
bırakmasa da ayağını öperdim. Annem çok modern, çağdaş düşünen, imanlı, inanan,
saygı değer bir anne idi. Çok özveriliydi. Kız kardeşlerimi okuttu, ben de
destek oldum. Babam da medeni bir adamdı, bize çok kitap bıraktı; belki
abartısız 1000 kitap. Bize bol bol kitap okuturdu.
Kaç kardeştiniz?
Biz 9 kardeştik, 4 kardeşim vefat etti.
Şuan hayatta olan 3’ü erkek, 2’si kız 5 kardeşiz. Büyük kız kardeşim de kitap
severdi, çocuklarının biri genel müdür, biri uzman doktor, diğeri ise
doçenttir, Almanca ve İngilizce kitap yazacak düzeyde iyi iki yabancı dili
vardır, şu anda ise Amerika’da. Annem çocuklarına çok önem verirdi, yemezdi
yedirirdi ve bizi çok severdi. Tevfik Fikret’in bir sözünü ben annemden
duymuştum “Kız çocuklarını okutmayan toplumlar erkek çocuklarını bedbaht
etmiş olurlar”.
Benim için anneden kutsal hiçbir şey yok.
Benim halam mezarına şunu yazdırmıştı; “mezarıma ağaç dikin, yavrularım
gelsin gölgelensin”. Anne Tanrıdan sonra en kutsal varlıktır. Çünkü
karşılıksız bir sevgi verir evlatlarına.
Sizin birde anlatma yeteneğiniz var;
akıcı, insanı derinden etkileyen. Bununla ilgili bir eğitim almadınız değil mi?
Eğitim almadık elbette ama şiir dilinin
özünü öğrendik. Gençlik yıllarımızda arkadaşlarımızla ağaç diplerinde,
parklarda oturur bir birimize şiir okurduk; sen o şiiri bilmiyorsan ver 5
kuruş, o bilmiyorsa o versin 5 kuruş. Bu sefer benden 5 kuruş gitti mi,
giderdim eve babamı sıkıştırırdım, yeni bir şiir öğrenirdim, sonra kütüphaneye
gider kitapları karıştırırdım. Mutlaka bir şiir ezberler gelir, okurdum,
bilmiyorsa ver paramı ama biliyorsa gitti para. İşte böylelikle yüzlerce
şiir ezberledik arkadaşlarla. Benim şimdi abartısız 300 şiir ezberimde var,
kimden sorursan sor hepsini bilirim.
Babamın bir nasihati vardı; “Oğlum dost
tutacaksan onu bir sınavdan geçir; dikkat et, bir elmayı keser çoğunu kendi
alır gerisini sana verirse sakın kızma, üç hak ver, kimse sütten çıkmış ak
kaşık değildir, hepimizin kusurları vardır, kusurlarımız olmasa güzellikler
olmaz. Daha sonra 2 kez yine aynısını yaparsa hakkını kullanmış olur ama yine
de son bir şans ver. 4. defa da yaptı mı ondan irtibatı kes ama hasım olma
çünkü dünyada 1000 dost azdır bir düşman çoktur”. Ben de mümkün olduğunca
bu nasihate uydum, güzel dostluklar kurmaya çabaladım. Bu bana çok değerli
şeyler kattı. Şiir okuma alışkanlığım da bu dostluklardan ileri gelir.
Siz yazılarınızda hep olumlu bir dil
kullanıyorsunuz, neden?
Aslında ben sadece yazılarımda değil,
yaşamımda da hayatın olumlu yanlarını görmeye çalışan bir insanım. Aslında
bardağın dolu tarafını da, boş tarafını da görüyorum ama dolu tarafını
temel alarak yazı yazıyor, yaşamımı da bu güzellikler üzerinden sürdürüyorum.
Yazılarımda da konuları dolaylı yoldan anlatırım çünkü neticede karşımızda
insan var ve insan yapısı gereği emir almaktan hoşlanmaz. Hangi konuyu yazarsan
yaz konunun muhatabını yücelterek motive etmekten başka çare yoktur, yoksa
yapmaz. Bir de insanların güzel yanlarını anlatmak lazım, 3-5 defa
olumsuz bir durumu olumlu yollarla anlatırsanız sonunda beyin onu algılar ve
güzele dönüştürür. Bu çok önemli bir hadisedir. Hayata güzel yandan bakmak
gerekir.
Mevlana arkadaşlarıyla yürürken bakıyor
ki arkadaşları burunlarını kapattılar, yüzlerini ekşittiler. Orada köpek ölmüş
ve leşi kokmuş. Mevlana arkadaşlarına bir ders veriyor, diyor ki “arkadaşlar,
hele bakın bu köpeğin ne güzel sedef dişleri var pırıl pırıl, yaradan ne güzel
yaratmış.”
Yunus da bunu güzel dile getiriyor, diyor
ki; “Elif okuduk ötürü, pazar eyledik götürü, yaradılanı hoş gör yaradandan
ötürü.”
Ben yolda yürüyorum yoldan geçenler gelip
benim elimi öpüyor ve diyorlar, “Amca yazıların ne kadar güzel” ve beni
yapıcı şekilde uyarıyorlar ama tersini de yapabilirler. Peki o zaman ne olur?
Ben bu olumsuzluklar içinde yazı yazamam.
İnsan iki şey için diğer canlılardan
ayrılmıştır; Birincisi demin söylediğim gibi emir almaz, ikincisi ise saygı
görmek için yaşar. Diğer canlılarda bu yoktur; saygı görmek için, mevki
makam sahibi olmak için, zengin olmak için kaygı duymazlar. Bu insanların
derdidir, mevki, makam, zenginlik hep saygı görmek içindir.
Memuriyet görevini nerelerde yaptınız?
Van, İstanbul, Uşak, Kayseri, Ankara ve
Tekirdağ illerinde görev yaptım. Aradan 50 yıl geçmiş olmasına rağmen halen
Vanlı, İstanbullu, Uşaklı, Kayserili, Ankaralı ve Tekirdağlı eskimez vefalı
dostlarımla arkadaşlıklarım devam ediyor. Bence memuriyetin en güzel yanı da
budur. Yüce Mevla’m tüm dostlarımdan razı olsun. Ölenlere de Tanrıdan rahmet
diliyorum.
Beyoğlu ekipler amirliğini kaç yılında
yapmıştınız?
1976 yılında yapmıştım. Beyoğlu’nda
herkesin şahidi bendim, herkes beni şahit gösterirdi çünkü polisin bir
görevi vardır ki bence en önemlisidir; acizlere yardım etmek. Polis
yalnız asayişten sorumlu değildir. Ben mahalleyi gezer, herkesi tanımaya
çalışırdım. Yoksulları tespit ederdim. Varlıklı insanlara rica ederdim, “Sizin
belki haberiniz yok ama mahallede böyle bir durum / dram var” derdim. Şimdi
Urfa Kent Müzesi’nde benim de bir yazım var; “Eskiden bir mahallede zengin
varsa o mahallede fakir olmazdı, yardımlaşma, dayanışma olurdu”. Yunus,
bunu şöyle dile getirmiştir “Sen sana ne sanırsan, başkasına da onu san”.
Yunusun çok güzel bir formülü daha
vardır;“Gelin tanış olalım/İşi kolay kılalım,/Sevelim, sevilelim/Zira bu dünya
kimseye kalmaz”.
Formüle bak, ilkin sevelim diyor,
sev ki sevilmeye layık ol diyor.
Çevre sorunlarına da çok duyarlı olduğunuzu biliyoruz. Ayrıca çok güzel bir
bahçeniz var ve ağaçları, çiçekleri, yeşili koruyor çok önemsiyorsunuz.
Evet aslında biraz da topluma örnek olmak için ilgileniyorum. Güzel bir
söz vardır; ‘Kişi düşündüğü gibi yaşamazsa yaşadığı gibi düşünmeye başlar’. Bu
çok önemlidir; eğer biz düşündüğümüz gibi yaşayamazsak neye yarar ki yaşamak.
Çiçekten bahsediyorsun, ağaç ekmiyorsun, böyle olmaz. Yardımdan bahsediyorsun,
yardım yapmıyorsun, olmaz. Toplumun güzel motive olmasını istiyorsun ama
yazmıyorsun olmaz.
Bu günün Urfa’sı ile eski Urfa’yı
kıyaslarsanız nasıl bir değişim görüyorsunuz?
Bildiğiniz gibi Urfa 12 bin yıllık kadim
bir şehirdir. Bir çok uygarlıklar bu kentte yaşamıştır. Yani özetle Urfa
Mezopotamya, Anadolu ve Batı Asya medeniyetlerinden harmanlaşmış olan çok
zengin bir konumdadır. Şöyle ki: savaşlar dahil bir çok sebebe bağlı olarak
Urfa’ya gelen çeşitli etnik yapıda ve inançta olan kavimlerin, esnaf, sanatkar
olanlarla eğitim ve güvenlik kurumları kent merkezlerine yerleşmişlerdir.
Hayvancılıkla iştigal edenler dağ köylerine ve yaylalara, hem tarım ve hem de
hayvancılıkla uğraşanlar ise ovalarda ikamet etmişlerdir. Zaman içerisinde
çeşitli sosyolojik sebeplere bağlı olarak kırsaldan kentlere göç olmuştur.
Bazen de kentten kırsala göçler meydana gelmiştir.
Her iki olayda da bir uyum, yani
adaptasyon süreci vardır. O süreç kent için üç nesle tekabül eder. Çok hızlı ve
yoğun göçler uyum sürecini biraz geciktirir.
Bizim gençlik yıllarımızda Urfa’da
kırsaldan kente göç hemen hemen yok gibiydi. Suyun gelmesi traktör ve tarımsal
endüstri araçları göç olayını ilimizde fazlalaştırmıştır. Bu da ilimize ayrı
bir zenginlik ve güzellik katmıştır. Bu nedenle diyorum ki, her konuda ve her
boyutta güzel ve olumlu davranışlarla birbirimize örnek olalım ve her
platformda ve mekanda doğru yaşama kurallarına noksansız uymaya çalışalım.
Siz olaylara olumlu yaklaşmayı özümsemişsiniz, söylediklerinizin hepsi kendi
yaşamınızda var aslında hiçbiri kitaplardan alıntı değil, ezberlenmiş değil.
Dedim ya ben bardağın dolu tarafından
bakmayı seviyor ve hayatımın tüm alanlarına bunu yansıtmaya çabalıyorum. Size
geçen günlerde bir fareyle yaşadığım anı anlatayım isterseniz. Eve bir fare
girmiş, evdeki hanımlar korkuyorlar. Hanıma merak etme dedim, gittim bir fak
aldım getirdim, yakaladım. Beni gördü ve korktu. Kendisi küçücük, bir de hapse
girmiş; özgür olsa kaçacak. Bana baktı, parmakları küçücük, gözlerime
bakıyor. Ben dedim “Korkma sakın, ben sana bir şey yapmam, sakinleş,
senin de yaşama hakkın var bu gezegende, benim de. Senin de bir görevin var,
benim de”. Çünkü farelerin hayatını okumuşum, bütün görevlerini biliyorum.
Hem yemdirler, hem de avcıdırlar ama kusura bakma dedim, aynı dairede olmaz,
ben seni götüreceğim. Aldım fakından beraber, gittim sulak bir dağlık
alana bıraktım. Gitti baktım suyun kenarına su içmeye başladı, demek susuz
kalmış ve döndü bana baktı. Uzun müddet bana baktı, eğer ben onu öldürseydim,
hayatım boyunca kendimi affetmezdim.
Sinekler bile öyle, bazen içeri giriyor,
girebilir. Sineğin ömrü 14 gün. Sinekler dünyadaki bütün pis kokuları çekmek
için yaratılmıştır, o kadar üreme kabiliyeti yüksektir ki, bir çift kalsa yer
kürede ölmese öldürülmese yer küreyi yarım metre kaplayacak şekilde ürer. Onlar
kötü kokuları temizlemeselerdi yaşayamazdık. Eğer sineğin gelmesini
istemiyorsak orayı temiz tutacağız. Sonra sinek çok kabiliyetlidir, öne arkaya,
sağa, sola manevra yapabilir. Saatte 5 bin kilometre hız yapabilir. Sinek deyip
geçme, harika bir canlıdır. Bazen eve geliyor yakalıyorum pencereden dışarı,
yolun açık olsun diyorum uçuruyorum. Öldürmeye ne hakkım var? Hakkımız yok,
hiçbir canlıya zarar vermeye hakkımız yok.
Aile kurumu hakkındaki fikirlerinizi de
paylaşabilir misiniz?
Aile vefalı ve sadakat içinde olmalıdır.
Özellikle eşler bir birlerine her konuda çok sadık olmak zorundadırlar.
Bilindiği gibi yaradılış konsepti içersinde erkek poligamdır. Kadın ise
monogamdır. İşte bu nedenle erkeğin sadakati onu bir insan olarak çok yüceltir.
Kadın ise annelik gibi çok ulvi bir vasfı taşıdığı için zaten doğal olarak en
yüksek konumdadır. Özetle; ister erkek olsun ister kadın olsun, insanoğlunu
diğer canlı-lar-dan ayıran en büyük özelliği eşlerin birbirlerine olan her
boyuttaki sadakatidir. Birde şartlı refleks var, her gün seviyorum diyeceksin,
beyinler onu kaydedecek ve sana yansıtacak. Çok önemlidir. Hayatı güzel kılar
yani, en önemli olan şeydir sadakat, ben en çok bunun üzerinde dururum.
Hiç kuşku yok ki bütün canlılar var
oluşlarının gereği olarak nesillerini sürdürmek için büyük bir mücadele
verirler. İnsanoğlu da doğal olarak bu ulvi hadiseyi devam ettirmeyi kendine
baş görev sayar. Gerçekten evlat sahibi olmak, yaşarken elde edilecek en büyük
mutluluktur. Ya hele torun sahibi olmak, anlatılamaz bir sevinç ve güzelliktir.
Bu konuda aziz dostum Fuat Kürkçüoğlu’nun mani şeklinde çok güzel veciz bir
sözü var;
Sağlık sorunlarınız sizi nasıl etkiledi?
Her canlı gibi insan da bir gün gelir
hastalanır. Ben de bu sene önemli bir hastalık geçirdim gerçi tedavim halen
devam ediyor ancak eski durumuma göre çok şükür şimdi daha iyiyim. İşte bu
iyileşmemi önce Allah’ın inayetine, sonra doktorlarımın, sağlık personellerinin
ve yüzlerce aziz dostumun iyi dualarına borçluyum. Ayrıca; bahçemde ellerimle
diktiğim ve bakımlarını yaptığım ağaçlarla, balkonumda yetiştirdiğim
çiçeklerden aldığım faydalı sinyallerin de iyileşmemde çok büyük rollerinin
olduğuna inanıyorum.
Bu manada dualarını benden esirgemeyen
tüm dostlarımdan, akrabalarımdan, doktorlarımdan ve tüm sağlık görevlilerinden
yüce Mevla’m binlerce defa razı olsun. Sizlere de gelip beni evimde ziyaret
ettiğiniz için sonsuz minnet ve şükranlarımı arz ediyorum.
Editörden
Google Amca
Bir gün gazetede çok değerli yazar Sabri
Dişli ile oturmuş sohbet ediyorduk. Birden odanın kapısı çalındı ve odaya
sevgili yazarımız, büyüğümüz Mehmet Göncü girdi. Sohbetimiz onun da katılımıyla
daha derinleşti. Öyle ki, ne söylüyorsak Mehmet Amca o konu hakkında analitik
bilgisini konuşturuyor ve bize söyleyecek söz bırakmıyordu. İşte o gün Sabri
Dişli ona “Google Amca” lakabını yakıştırmıştı.
Mehmet Göncü, her zamanki
tevazusuyla bu benzetmeye karşı çıksa da, bu lakabı sonuna kadar hak ediyordu.
Mehmet Göncü ile yapmış olduğum söyleşiden sizler de o gün yapılan bu
yakıştırmanın ne kadar doğru olduğunu görmüşsünüzdür.
Elbette bir insanın salt bilgiye sahip
olması onun değerini belirlemez, daha önemli olan o bilgiyi gündelik yaşamına
ne kadar yansıtabildiğidir. İşte Mehmet Göncü’yü Mehmet Göncü yapan da edinmiş
olduğu bilgiyi yaşamıyla harmanlamayı başarmış olmasıdır. O, düşüncelerini
gerçekleştirmeyi başarabilmiş nadir insanlardandır.
Geçirmiş olduğu
rahatsızlık tüm okurlarını ve sevenlerini üzdüğü gibi biz HİZMET Gazetesi
Ailesini de derinden sarsmıştır. Ancak ne mutlu ki insanların kendisinden
aldığı sevgiyi kendisine vermesiyle yine ayağa kalkmıştır. Aslında Mehmet Göncü
ektiği sevgiyi biçmiştir. Yine hayata tutunmuş ve yüzümüzü güldürmüştür. Ben
onun gibi değerli bir Urfalıyı tanıyor ve yazılarını gazetemizde yayınlıyor
olmanın haklı gururunu hep yaşadım ve yaşıyorum. Bu nedenle ona çok teşekkür
ediyor ve sağlıklı uzun bir ömür diliyorum. İyi ki varsın Google Amca…